9 Ağustos 2009 Pazar

mateser pazartesi postası

Sokrat’ın süzgeci
Bir adam filozof Sokrat’a sordu:
- Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?
- Bir dakika bekle, diye cevap verdi Sokrat, şimdi seni testten geçireceğim. Buna üçlü süzgeç diyorlar... Ve devam etti:
- Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?
- Hayır, dedi adam, aslında bunu sadece duydum ve ....
- Tamam, dedi Sokrat, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci süzgeci yani iyilik süzgecini deneyelim...
- Buyurun...
- Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi ?
- Hayır, tam tersi...
- Öyleyse, diye devam etti Sokrat, onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin.
- Evet öyle...
- Üçüncü soru... Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?
- Sanmıyorum...
- İyi, diye tamamladı Sokrat; eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana niye söyleyesin ki?
Adam susmuş. Peki konuşsa ne derdi? Mesela:
- Ben yandaş basındanım, bizim tarzımız bu, gibi bir şey mi?

Erkeklere gülümseme

* Genç bir kız; genç bir erkeğe gülümserse, erkek hangi tarafının kızı etkilediğini bulmak için aynaya bakar...

* Kadın, ellili yaşlarda bir erkeğe gülümserse, erkek etrafında yakışıklı başka bir erkek olduğunu zanneder, etrafına bakar.

* Herhangi yaştaki bir kadın, seksenli yaşlardaki bir erkeğe gülümserse, adam hemen “açılmış mı?” diye fermuarına bakar...

Havuç

BABA evinin penceresinden minik kızının arkadaşı ile kardan adam yapısını izleyip onların konuşmalarını keyifle dinliyormuş...

“Bittiiii...” demiş kızın arkadaşı, “Eve gidip 1 havuç getireyim de tam bir kardan adam olsun...”

“2 tane getir...” demiş minik kızı, “İkincisiyle de burnunu yaparız!..” (Teşekkürler

Yıldırım TUNA)

Kaynanaya çeyiz parası var mı yok mu

HEM var, hem yok.

Kaynananız SSK (4/a) ya da Bağ-Kur’dan (4/b) dul ya da yetim aylığı alıyorsa, evlendiğinde çeyiz parası yok.

T.C. Emekli Sandığı’ndan (4/c) dul veya yetim aylığı alıyorsa, evlendiğinde 12 aylık tutarda çeyiz parası var.

Bu da, memur kızı ya da dul karısı olmanın avantajı!..

Evlenme tarihi

BİR boşanma davasında kadın:

- Kocamın hayatı futbol. Yalnızca futbol düşünüyor. Ne zaman evlendiğimizi sorsanız hatırlamaz.

Tam o sırada kadının kocası yerinden fırlar,

- Nasıl hatırlamam Hakim Bey, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 6-0 yendiğinin ertesi günü evlenmiştik!..

Başka yol

- Anne, hani sen bana bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer demiştin ya?

- Evet kızım... Ne oldu ki?

- Hiiiç, dün akşam ben başka bir yol buldum da...

Dünyada en zor şey

Bir filozofa: “Dünyada en zor şey nedir?” diye sorarlar.

“Sözdür” diye cevap verir filozof.

“Neden?” diye sorduklarında:

“Çünkü anlamak da zordur, anlatmak da” der.

GÜNÜN SÖZÜ

İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmak.

Victor Hugo

Pazar Neşesi

Astronotlar, Merih'e ayak basıyorlar ve Merihli canlılar tarafından karşılanıyorlar. Konuk edilip, içtenlikle ağırlanıyorlar. Akşam yemeğinde kafalar iyice çekilince konu tahmin ettiğiniz yere geliyor.
Bizimkiler, Merihlilere "Nasıl çocuk yaptıklarını" soruyorlar. Bir Merihli kadın anlatıyor..
"Evde saklı kasamızda pembe haplar vardır. Bunlardan birini yutunca, gebe kalırız. Oysa sizin kadınlarınız gebeliği önlemek için hap alırlarmış. Acıdım onlara.."
Bizimkiler bu zevksiz yöntemle dalga geçip, bu işin dünyada nasıl olduğunu ballandıra ballandıra anlatıp sonunda "Neler kaçırdığınızı bir bilseniz" deyince Merihliler kahkahayı basıyor..
"Ohooo!. Peki siz o pembe hapları nasıl üretiyoruz sanıyorsunuz?"

Sevdiğim laflar

'Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.'
Tolstoy

Kürt açılımı..

Cihan Demirci’den laforizmalar

Hayli zamandır Cihan Demirci’den “loforizmalar” gelmiyordu. Demirci mizah dergisi çalışmaları nedeniyle belli ki fırsat bulamıyordu. Ama bu hafta Cihan Demirci’den özlediğiniz “laforizmalar” geldi. Birlikte okuyalım:

- Ülkedeki karanlık tabloya bakan akıl tutulması yaşamamış insanlar: “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner” tekerlemesini tekrarlıyorlar son günlerde... Oysa cinnet durumundaki vatandaş keseri çoktan bıraktı, aldı eline baltayı ve aile fertlerine kesiyor şimdilik hesabı!..

- Ülke hem tutuculukta hem de işyerleri anlamında kapandıkça kapanırken, gündemle sürekli oynamayı seven iktidar “Açılım” peşinde... “Açıl susam açıl” diyen Ali Baba ve Kırk Haramiler geliyor insanın aklına... Kendinden geçmiş halde, kendi geleceğiyle ilgili olan biten her şeyi en donuk haliyle izleyen halka diyor ki bir Baba: “Açıl artık ey susan halkım açııııııııııııııl!”

- Tarihi Florya Plajı tesettürlüye, haşemalıya açık ama kapalı olmayan vatandaşa kapalı!.. Eeeee idare edeceksiniz artık, “Açılım” şimdilik sadece Kürt sorununda canım kardeşim!..

- Geçen gün önünden geçtiğim bir dilenci gündeme uygun dileniyordu, dedi ki: “Abicim, at şöyle ortaya bir açılım da yolumuzu bulalım beeee!..”

- Bütün ülkelerle “ticari” anlamda çok iyi anlaşan, ülkedeki her şeyi çok uluslu şirketlere satan bir iktidara sahibiz... Ne demiş işini bilen büyüklerimiz: “Ülkenizi pazarlamakla mükellefseniz anlaşmanız pek zor olmazmış...”

- 12 Eylül’ün 29’uncu yılına yaklaştığımız günlere denk düşen bir laforizma: “Askeri darbeler de gün geldi özelleştirildi bu ülkede, o yüzden bundan göreceğiniz her darbe sivil darbedir!..” (Önemli olan ayrım yapmadan ikisine de karşı durabiliyor mu yüreğin?)

- Erkekliği oluşturan Y kromozomu 300 milyon yıl önce 1400 adet gen içeriyorken, bugün gen sayısı 45’e düşmüş... Kaybettikçe erkeklik gen, amcan oluyor yengen!..

- Deniz Feneri’nin çevirisi, kuzu çevirme kapsamına alınıp mangalda yapıldığı için dosya yanmış diyorlar, doğru mu beyler?

- Gün gelir, devran döner, şimdilerde kendini çok mühim gören birileri de mühim-mat olur çıkar bu ülkede elbet!..

- Türkiye’nin güneyi görgüsüz yabancı zenginlerin lüks oteller doldurduğu bir peşkeş alanı oldu... Kendi ülkende yabancısın, yabancı ülkede zaten yabancısın... Türk insanının bir uzaylı gördüğünde artık şöyle demesi gerekmez mi: “Heeey Uzaylı dostum, sen buralara yabancısın ama ben de her yere yabancı Türküm, nabeeer?..”

- Cezaevlerindekilerin yüzde 60’ı “tutuklu” olarak yargılanmayı bekliyormuş. Yani bu insanlardan birçoğu suçlu bile olmayabilir. Yargılamanın uzaması nedeniyle adaletin sürekli geciktiği bir ülkedeyiz... Artık mahkemelerde duvara şu yazı yazılsa, ülkedeki vaziyete daha uygun olmaz mı: “Her tutuklu bir gün mutlaka adaleti tadacaktır!..”

- Bakmayın GSM şirketlerine... Doğumla-ölüm arasında sıkışan, hayatı yaşayamayan Türk insanının gerçek 3G’si şöyle oluyor: “Geldim... Gördüm... Gömüldüm...”

- Teknoloji insanı sollayan bir hızla gidiyor... Daha birbirimizin “G” noktasını bulamadan bir de baktık ki; 3G’yi buluvermişiz!..

- En az 3 çocuk isteyen Başbakan yakında “En az 3G isterim” de demesin!..

- Mübarek üç aylarda 3G’ye geçen bir toplum cami minarelerine Ramazan’da şu mahyayı neden yazmasın: “Hoşgeldin ya mübarek 3G!”

*****




Pazar fıkraları


Yıldırım Tuna’dan yine bir dolu fıkra geldi. Hepsini yayınlamak bir yana seçmesi bile zor oluyor. İşte bu haftanın fıkraları:

Satamadım ki

Zabıta sokakta oyuncak satan seyyar satıcıyı uyarıp “Belediyeden izin belgeniz yoksa bunları burada satamazsınız!..” demiş. “Hay Allah razı olsun...” diye cevap vermiş satıcı, “Tevekkeli o yüzden sabahtan beri bir tane bile satamadım!..”

Vitamin

Annenin biri eczaneye girip “Oğlum için vitamin istiyorum...” demiş. “Ne vitamini efendim?..” diye sormuş eczacı, “A, B, veya C?..” Kadın “Fark etmez...” demiş, “Henüz okuyamıyor!..”

Sesi kesildi

Kompozisyon öğretmeni öğrencilerinden geçtikleri hafta başlarına gelen olağan dışı bir olayı yazmalarını istemiş... Küçük Timmy “Geçen hafta babam kuyuya düştü...” diye başlamış kompozisyonuna, sıraların arasında gezinirken bu başlığa gözü takılan öğretmen “Aman Tanrım!..” diye çığlık atmış, “Nasıl?.. Şimdi iyi mi kendisi?..” diye sormuş heyecanla. “Sanırım iyi efendim...” demiş Timmy, “Dün geceden beri ’İmdaaatt, imdaaatt !’diye yardım isteyen inlemeleri kesildi!..”

*****




Çocuğu olan bilir (2)


Geçen hafta çocuklarla ilgili ilginç tanımlamalara yer vermiştim. İşte onların devamı:

1. Çocuklarınıza ’size itaat etmeleri için’bağırmanız, klakson çalarak arabayı yönlendirmeye çalışmanız gibi bir şeydir.

2. Yorgan döşek hasta yatan çocuğunuz, binbir zahmetle nihayet eve bir doktor getirebildiğinizde turp gibi olur.

3. Çocuklarınıza kibar ve nazik olmayı öğretin ki, yarın büyüdüklerinde arabasıyla ara yoldan ana yola bir türlü çıkamasın.

4. Çocuğunuzun yağlı-reçelli ekmeğini en yeni halınıza, yağlı-reçelli yüzünden düşürme ihtimali %100’dür. (%99 değil)

5. Çocukların yaş gününe başka çocuklar bir tek nedenle çağırılır: anne-babaların, ’beterin beteri var’deyişine bizzat şahit olup rahatlamak istemeleri.

6. Çocuğunuzun bugün giymek zorunda olduğu biricik gömlek mutlaka kirli veya söküktür.

7. Çocuğunuza illa ki bu hafta almanız gereken şey, siz aldıktan sonra indirime girer.

8. Çocukların anneleriyle paylaşmaya can attığı sadece iki şey vardır: Bulaşıcı hastalık ve annelerinin yaşı.

9. Dışarı çıkmaya can atan bir çocuğu giydirmeye çalışmak, çalışan bir dikiş makinesine iplik geçirmeye benzer.

10. Çocuklarınızı ilk iki yıl konuşturmaya, yürütmeye çalışırsınız, sonraki 16 yıl susturmaya ve oturtmaya.

11. Yaşlanırsınız ve onları evlendirip evinizi nihayet “çocuk geçirmez” yaparsınız. Ama onlar hâlâ evinize sızmanın bir yolunu bulurlar.

12. Çocuklarınız büyürler, evden ayrılırlar, kendi yuvalarını kurarlar. Ama eşyaları ilelebet evinizin bir köşesinde kalır.

19 Mayıs 2009 Salı

11 Mayıs 2009 Pazartesi

AYDINLANMA EMRE KONGAR

Emre Kongar - Resmi Internet Sitesinden alıntıdır...



AYDINLANMA

EMRE KONGAR

MARDİN OLAYI: YEREL, ULUSAL VE EVRENSEL ŞİDDETİN ANOMİDE BULUŞMASI


Herkes şaşkın...

"Böyle bir vahşet nasıl olabilir?"

"Nedir bu vahşetin nedeni?"

"Koruculuk mu?"

"Namus meselesi mi?"

"Tarla sorunu mu?"

"Sosyologlar bu konuya eğilmeli, nedenleri analiz etmeli!"

* * *

Aslında benim için olay hiç de şaşırtıcı değil.

Hatta "Bekliyordum" bile diyebilirim.

Belki Mardin'de, o gün, o saatte, o yerde değil...

Ama her gün, her saat, her yerde olabilirdi...

* * *

Şiddet ve vahşet her yerde...

Her ölçekte:

Yerelde...

Ulusalda...

Everenselde...

* * *

Yerel yapı şiddet üretiyor:

Feodal ilişkiler...

Şiddete dayalı güç hiyerarşisinin belirlediği bir düzen...

Aşiretler...

Aileler...

Kan davaları...

"Töre" ya da "namus" cinayetleri...

Çözülen bir feodal yapıda, gücünü korumak isteyenlerin acımasızlığı...

"İhkakı hak" geleneği...

Aile içi şiddet...

Aile içi taciz ve tasallut...

Ulusal yapı şiddet üretiyor:

Otuz yıla yakın bir süredir devam eden etnik terör...

Baskınlar, mayınlar, canlı bombalar...

Koruculuk sistemiyle, aşiretlerin, şiddete eğilimli kişilerin eline verilen silahlar...

Ülkedeki genel silahlanma, tabancalar, pompalı tüfekler, neredeyse her evde, her arabada bir silah...

Çocukların elinde kurusıkı tabancalar...

Trafik sorunlarında bile silaha sarılanlar, yol verme kavgasından çıkan cinayetler...

Zaman zaman başkaldıran, gençleri, aydınları katleden ülkeyi kana boyayan kafatasçı, dinci, mezhepçi, goşist ideolojilere dayalı terör...

Şiddete dayalı siyaset...

Evrensel yapı şiddet üretiyor:

Dünya çapındaki savaşlar, işgaller, terör ve şiddet...

Amerika'nın dünya egemenliği iddiasını askeri yöntemlerle sürdürmesi...

Amerikan hegemonyasına karsı, siyasal, radikal İslamcı direnişin kullandığı terör...

Sivilleri hedef alan kitle terörü...

Canlı bombalar...

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi uygarlığın, yalnızlığın, umutsuzluğun ürettiği bireysel terör:

Okulunu basan, katliam yapan öğrenciler...

Ailesini katleden babalar...

Ve hepsinin arkasında:

Şiddeti olağanlaştıran televizyon dizileri...

Şiddeti yücelten, kutsayan filmler...

* * *

Bütün bu yerel, ulusal ve evrensel ögeleri birleştiren, bütünleştiren ve bu trajediyi yaratan anomi yani kuralsızlık...

Anomi sonucu:

Umutsuzluk ve isyan!

* * *

Hem yerel, hem ulusal hem de evrensel nedenleri olan bir sorunun çözümü kolay değildir...

Hele hele bu konularda yapısal önemler almak hiç kolay değildir...

Ayrıca asıl soru şu:

Önlemleri alacak olanlar bu nedenlerin farkında mı?

Not: Sevgili okurlarım, bir seyahat nedeniyle Perşembe'ye kadar yokum.

Jurnal Net Remzi Kitabevi

Yiğit Bulut Rifat Hisarcıklıoğlu'na tepki göstermek yerine düzenleme yapın

Türkiye, bu ülkenin şımarık çocuğu olan bankacılık sektörüne dünya standartlarında düzenlemeler getiremez ise asla kalkınamaz. Sayın Başbakanım, burada 'ilk çiviyi' çakacak olan da yine sizsiniz.
Pazar günü bir gazetenin manşet haberlerinden biri, Başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'na tepki gösterdi ve uzattığı eli sıkmayarak, bankalara karşı ses çıkarın mesajı verdi. Haber daha sert ifadeler içeriyor ama ben özetini bu şekilde aldım. Ana fikir belli: Başbakan, bankalara kızıyor ve TOBB'a "ses çıkarın, birşeyler yapın" diyor. Ben de daha önce defalarca söylemiş biri olarak diyorum ki, TBMM'de en büyük guruba sahip olan ve istediğiniz her kanunu çıarma yetisine haiz olan siz yapın Sayın Başbakan! Bu noktada biraz geriye dönelim ve detaylara bakarak soralım, TOBB gerçekten sessiz mi?
TOBB sessiz kalmadı
Geçmişte yazdım şimdi yine yazıyorum: Sessiz değil. TOBB Başkanı bundan çok kısa bir süre önce çok önemli bir konuya değindi ve özetle şunu söyledi; "Reel sektör ağlarken, bankacılık kesiminin yüzünün gülmesi ve mutlu olabilmesi mümkün değil. Bizlerin ağladığı bir dönemde bankalar çok mutlu ve büyük bir kâr patlaması yaşıyorlar." Uzun lafın kısası: Bankacılık sektörü ile ilgili TOBB'dan ve Başbakan Erdoğan'dan gelen eleştiriler bana göre de son derece haklı ama ilk icraat siyasi otoriteye düşüyor. Peki Türkiye'de durum nasıl? Değerli dostlarım, bir ülke düşünün bankacılık sektörü ile vatandaş arasındaki "bütün düzenlemeler" vatandaşın aleyhine yapılmış. Bir ülke düşünün "dünyada eşi benzeri olmayan" bir uygulama yapılıyor. Konut kredisi alıyorsunuz, adına dünya ile uyumlu şekilde mortgage diyorlar ama yaptıkları dünya yüzeyinde eşi benzeri olmayan detaylar içeriyor.
Her şey vatandaşın aleyhine
Konuta karşılık verilmesi gereken kredi için bütün mal varlığınız hatta ailenizin bütün varlıkları tehdit altına alınıyor. Bir ülke düşünün "bankadan gelen öde emrine" itiraz etmeniz için "önce ödemeniz" sonra "Yargı makamına" gitme hakkınız var! Bir ülke düşünün düşük kredi faizi diyerek reklam yapılıyor, işlem yaptığınızda peşin komisyon, dosya parası, kur farkı gibi abuk subuk kalemler ile kredi faizi inanılmaz noktalara geliyor. Bir ülke düşünün aylık kredi kartı gecikme faizi ABD ve AB'deki yıllık faizden daha yüksek! Bitmedi! Bir Ticaret Kanunu düşünün bütün detaylar vatandaşın aleyhine çalışıyor ve size gönderilen ödeme emrine itiraz etmeniz için en az o ödeme kadar paranız olması gerekiyor! Bir ülke düşünün bankaları "katrilyonlarca" kâr açıklarken, reel sektör yok oluyor! Var mı böyle "kârlı, ballı" bir ticaret, vatandaşını bankalara bu kadar ezdiren başka bir "mekan"! Var mı!
Bankalarda kâr patlaması
Değerli dostlarım, Hisarcıklıoğlu söyledi, hakkını teslim edelim hatta bakın neler dedi: "Her sektör kan kaybederken bugün bankacılık sektörü kâr patlaması yaşıyor. Ama kâr patlaması yaşamasının altında yatan neden şu; bankada mevduatınıza en fazla yüzde 12-12,5 faiz veriyorlar. Şirketlere açılan kredilerde ise en sağlam olan şirkete yüzde 20, normal verilebilecek kişiye de yüzde 25 faiz uyguluyorlar. Tam yüzde 100 fark var. Böyle bir şey olmaz bu insafsızlık. Yüzde 12,5 ile mevduat toplayacak, yüzde 25 ile kredi vereceksin. Bunu kabul etmek mümkün değil. Eğer buradan hep beraber çıkacaksak, birlikte sorumluluğumuzu da bilmemiz lazım. Aslında bir bankacı olarak düşündüğünüz zaman yüzde 25 faizle kredi vermek dururken, neden yüzde 14'le devlete para satıyorlar. Çünkü paraya ihtiyacı olan daha güvenilir bir yer var. İşi sağlam gördükleri için hazine bonolarına yatırımı tercih ediyorlar. Şimdi de bize insafsızca yükleniyorlar. Devletin iç borçlanma ihtiyacının bu nedenle azaltılması lazım."
Lobilerden çekinmeyin
Bu noktada bankacılıktan şikayet eden Sayın Erdoğan'a sesleniyorum; son derece haklısınız, yaptığınız her eleştirinin bir vatandaş olarak sonuna kadar arakasındayım. Türkiye, bu ülkenin "şımarık çocuğu" olan bankacılık sektörüne "dünya standartlarında" düzenlemeler getiremez ise çok net söylüyorum; asla ama asla kalkınamaz! Kalkınamaz! Ama Sayın Başbakanım, burada "ilk çiviyi" çakacak olan da yine sizsiniz! Size bir vatandaş olarak çağrıda bulunmak istiyorum; "mortgage" düzenlemesinden başlamak üzere, Türk Ticaret Kanunu dahil "her satırı" vatandaşımızı koruyacak şekilde, ABD ve Avrupa Birliği (AB) düzeyine getirelim! Bunu yapalım! Bankacılık lobilerinden korkmayalım, çekinmeyelim. Bunu yapın, bu ülke sizi asla ama asla unutamaz!

Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional