30 Haziran 2008 Pazartesi

TSK’ya kimler, neden saldırıyor?yigit bulut yorum analiz


TSK’ya kimler, neden saldırıyor? Birkaç gün önce Genelkurmay bir açıklama yaptı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) “bilinçli” ve “planlı” saldırı düzeni içinde olan çevrelerden bahsederek, bağımsız yargı mekanizmalarını göreve çağırdı... Bazı yazar arkadaşlarımız da Genelkurmay’ın “kendi kendine kuruntuya” kapıldığını iddia eder nitelikte yazılar kaleme alarak, yaşananların “daha demokratik” bir toplumun gereği olduğunu belirtti... Bu tespitler sonrası soralım; TSK’ya kimler, neden saldırıyor ve “yıpratma kampanyası” yürütüyor?
Adım adım gidelim...
1- Bill Clinton Mayıs 1997’de “Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü “ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin”, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı; “...iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir...”
2- Bölgedeki dinamiklerin ve ABD’nin tavrının değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de “Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK)” değiştirdi ve “aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi” gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında “Ortadoğu’da yerleşme” derdini yavaş ortaya döken ABD’nin ne yapmak istediğini “ilk algılayan yapı” olma özelliğinden kaynaklanıyordu.
3- MASK’ın değişmesi ABD’yi herkesten fazla rahatsız etti. ABD, TSK’nın “bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Brüksel veya Washington yerine Ankara’dan alınmasından” ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın ABD’ye danışmadan değiştirilmesi “eleştiriliyor” ve şu ifade kullanılıyordu; “...Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır...”
4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik ABD makamlarının raporlarında “Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin” ABD’nin “ana çıkarlarının” bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu...
5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük “finansal manipülasyonu” ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet “pasifize” edilip Kemal Derviş’e teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde eridi. “Türkiye’nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci” başladı.
6- “TBMM’den geçmeyen tezkere” ve TSK’nın ABD’nin istekleri doğrultusunda “Büyük Ortadoğu projesine” (BOP) dahil edilememiş olması Okyanus ötesindekileri daha da kızdırdı. 2004 yılının Nisan ayında BOP’u anlatan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel “...Irak; Türkiye, Pakistan ve diğer İslam Cumhuriyetleri gibi bir İslam Cumhuriyeti olacak...” dedi.
7- Ortadoğu ve Orta Asya’da “kendi amaçları doğrultusunda” TSK’yı “tasarrufu” altına almak isteyen sadece ABD değildi... Avrupa Birliği (AB) de aynı amaçta birçok giriş yaptı ve maalesef kağıt üstünde bazı kazanımlar elde etti... Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül (bu arada hatırlatalım; bazı çevrelerin Cumhurbaşkanı adayı) 2005 yılında AB Savunma Bakanları Konseyi toplantısına katıldı ve “Türkiye’nin AB muharebe guruplarında” yer almasını öngören anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmaya göre; Türkiye, karar mekanizmalarında yer almayacak ama “AB’nin herhangi bir bölgedeki olaylara müdahale etmesini” sağlamak amacıyla oluşturulacak yapıya “güç” verecekti.
8- Türkiye’de “Ilımlı Din Devleti” kurmak isteyenler, Sorosçular, rejimle “düellosu” olanlar ve Devlet düşmanı eski “bazı fraksiyon mensupları” yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK’ya “saldırı” da yerlerini aldı.
Son söz: Bugün Türkiye’de kim “Türkiye’yi kökünden değiştirmek-bölmek-kendine uydurmak” istiyorsa karşılarında tek ciddi engel var; TSK... Saldırmasınlar da ne yapsınlar! Not: TSK’ya en ağır “saldırıyı” yapan yayın organlarında ABD’deki “işini gücünü bırakıp” apar topar Türkye’ye gönderilen bir bayan çalışıyor. Bu ablanın derdi neydi sizce Washington’dan koşarak Türkiye’ye geldi ve en önemlisi bu ablanın Amerikalı eşi “ne iş” yapıyor!!
------------------------

halil rencber/Teknik Analiz
-------------


NOBEL ÖDÜLLÜ EKONOMİST: IMF İLE YOLA DEVAM ETMEYİN, SİZE KARŞI DİKTATÖR OLUR!

DÜNYA Bankası eski Baş Ekonomisti Nobel ödüllü Prof. Dr. Joseph Stiglitz, ’bankaların bankası’ olarak tanımladığı IMF (Uluslararası Para Fonu) ile Türkiye’nin yola devam etmesinin bir hata olacağını belirterek, "Pek çok ülke IMF programlarıyla devam etmedi. Oysa, Türkiye bir anlamda IMF’yi destekliyor. IMF’nin yaptığı işlerde para Türkiye’den geliyor. Diğer ülkeler borçlarını mümkün olan en kısa sürede ödedi. IMF’yi işin içinde tutmak Türkiye’nin cömertliği olur" dedi. Merkez Bankası’nın ana sponsor ve Türkiye Ekonomi Kurumu’nun ev sahibi olduğu 15’inci Dünya Ekonomi Kongresi’nde bir konuşma yapmak üzere İstanbul’da bulunan ünlü ekonomist Joseph Stiglitz, IMF’ye ağır eleştirilerde bulunarak, "IMF’nin en büyük meselesi ülkenin refahı değil, kredi veren Batı’ya borçların ödeneceğinin garanti edilmesi" dedi.

Krizden beslenen yapı

IMF’nin krizden beslenen bir yapıya sahip olduğunu vurgulayan Stiglitz, "IMF’nin başka bir iş modeline ihtiyacı var. Ülkelere ekonomilerini nasıl yönetmeleri gerektiğini söylüyor, ama kendi ekonomisini yönetemiyor. İş modeli temelinden yanlış. Bu iş modeline göre IMF, ülkeler krize girdiklerinde para kazanıyor. Aslında tam tersi olmalı" diye konuştu. IMF’nin ülkeler için teşvik sistemlerinden bahsettiğini, ama kendisi için tam tersi bir teşvik sistemi bulunduğunu söyleyen Stiglitz, "IMF, kurumsal yapısını kriz olduğunda ödüllendirilecek şekilde değil, dünyada daha az krizi olduğunda ödüllendirecek şekilde değiştirmeli" dedi.


Diktatöre dönüşüyor

IMF modelinin ekonomiye ilişkin çok sınırlı bir anlayışı bulunduğuna işaret eden Stiglitz, şöyle konuştu: "IMF’ye stand-by programınız olduğunda herşey yolunda gidiyorsa, ’tamam’, bir değişiklik yapmıyor. Ne zamanki bir problem çıkarsa, diktatör rolünü üstlenen IMF, ’ekonomini kötü yönettiğini’ söylüyor. Sonrasında yabancı sermaye dışarı çıkıyor ve ekonomi daha kötü hale geliyor. Ülkeler IMF’ye çok geniş bir otorite veriyor. Asıl problem şu ki IMF’nin verdiği reçeteler çok kötü. Pek çok ülkede uyguladıkları politikalar krizi derinleştirdi."


Petrol fiyatları kötü şans

Stiglitz, yükselen gıda ve enerji fiyatları, küresel yavaşlama, finansal piyasalardaki istikrarsızlık gibi dinamiklerin Türkiye’nin kontrolünün dışında olduğuna dikkat çekerek, "Küresel belirsizlik ve istikrarsızlık dönemlerinde yüksek borcu olan her ülkenin riski vardır. Bu riski nasıl yönettiğiniz de aslında riskin bir parçası oluyor. Hem Brezilya’nın hem de Türkiye’nin yüksek düzeyde dış borcu var. Bu bir risk. Arjantin’in 90 sonlarında kötü şansı Doğu Asya kriziydi. Şimdi Türkiye için kötü şans yükselen petrol fiyatları" diye konuştu.


Borsayı yenemezsiniz

"KİŞİSEL varlığımı yönetmiyorum, sadece onun hakkında kaygılanıyorum" diyen Joseph Stiglitz, şöyle devam etti: "Bankaların dibe gideceği konusunda hálá ciddi kaygılarım var. Borsada ise hiç bir kağıda oynamam, kimse borsayı yenemez. Birçok hisse senedini biraraya getiren endeks fonlarından satın alıyorum."


Yeni ABD Başkanı Obama

BUSH yönetiminin Demokratların Başkan adayı Barack Obama’ya çözmesi için birçok ekonomik ve sosyal sorun bıraktığını vurgulayan Joseph Stiglitz, "Evet, yeni ABD Başkanı Obama olacak. Bundan hiç şüphem yok" dedi.

ABD’de ekonomik problemlerin sorumlusu Bush ve Greenspan

ABD ekonomisindeki problemlerin Merkez Bankası’nın (FED) başındaki Alan Greenspan ve Başkan George Bush yönetiminden kaynaklandığını savunan Joseph Stiglitz, "Greenspan tarafından desteklenen Bush yönetiminin en büyük hatası 2001 ve 2003’de vergi oranlarını düşürmekti. Bizim mali pozisyonumuzu çok kötü noktaya getirdi. İkisi birlikte hayal edilebilecek en kötü makro ekonomik yönetimi sergiledi. Tamam, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar, ama şimdi ne yapmalı? Önce haciz problemini halletmeli. Milyonlarca Amerikalı yaşam boyu tasarrufları demek olan evlerini kaybediyor. Bu ekonomik olduğu kadar sosyal bir problem de. Yoksullar yerine zenginlerin sübvanse edildiği garip bir durum görüyoruz. Vergi oranları tüketimi artıracak şekilde tasarlanıyor. ABD’nin problemi çok az harcamak değil, çok fazla harcamak" diye konuştu.

Faizlerin yükselmesi fiyat artışlarını durduramayacak

YÜKSELEN enerji ve gıda fiyatlarının küresel yavaşlamaya önemli ölçüde katkıda bulunacağını söyleyen Joseph Stiglitz, "Zamanlama daha kötü olamazdı. Aşağı gidişin doğası ve büyüklüğü hükümetlerin izleyecekleri politikalara bağlı olacak. Ama yöneticilerin doğru şeyleri yapabilecekleri konusunda endişelerim var" dedi. Özellikle ABD ekonomisi konusunda karamsar olduğunu belirten Stiglitz şunları söyledi: "Petrol fiyatlarındaki artış, vergi gelirindeki düşüşten daha fazla olacak. Savunma harcamaları da artıyor. Emlak fiyatları ise geçen yıl olduğunun yüzde 15 altında. Sonuçta, işler iyiye gitmeden önce kötüye gidiyor. Küresel olarak karamsar olmamın nedeni, dünyadaki pek çok ülkede para politikaları yöneticileri ve merkez bankaları enflasyon hedeflemesi yapıyor. Faizlerin yükseltilmesi gıda ve enerji fiyatlarındaki artışı durduramayacak, ama ekonomiyi yavaşlatacak."

Petrol fiyatının artacağını düşünen neden bugün satsın

PETROL fiyatlarındaki yükselişte spekülatörlerin de payı bulunduğunu söyleyen Joseph Stiglitz, şöyle konuştu: "Örneğin bir yatırım bankası, petrol fiyatları 200 dolara çıkacak derse, üreticiler petrolü satmaz ve 1 yıl sonra 200 dolar olmasını beklerler. Pek çok ekonomist spekülatörlerin bir etkisi olamaz diyor. Benim söylediğim ise şu; ’gelecek piyasaları’nın oyuncuları sıkça insanları davranışlarını değiştirmeye yöneltiyor. Petrol fiyatının bir yıl içinde daha yüksek olacağını düşünüyorsanız, neden petrolünüzü bugünden satasınız. Satıp paranızı dolara yatırdığınızda doların düşme ihtimali de var. O halde servetinizi toprağın altında tutmak en iyisi."

Hürriyet

İran First Ladysi

İlk kez görüntülendi
Haber Tarih : 27 Haziran 2008, 17:56
İlk kez görüntülendi
Eşiyle objektiflere ilk kez poz verdi
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ı tanımayan yok. Ancak eşiyle ilk defa görüntülendi.

Bu ender pozu 51 yaşındaki Mahmud Ahmedinejad Tahran'da bir konferans sırasında verdi. Ancak yine de Ahmedinejad'ın eşini tanımak çok zor. Kara çarşaf içinde olan İran First Ladysi siyah bir gözlük takmış.

Ancak Ahmedinejad'ın eşinin kaç yaşında olduğu ve isminin ne olduğu da kamuoyu tarafından bilinmiyor. Bayan Ahmedinejad'ın kocası gibi mühendislik eğitimi aldığı tahmin ediliyor.

Faizi ödemem diyeni götürürler .Yiğit Bulut / Yorum

Borsada Kazanmanın Sırrı
*

30.06.2008/ Yiğit Bulut / Teknik Analiz/Yorum

Bugün, piyasalardan, ekonominin ne durumda olduğundan, ödediğimiz yüzde 22'lik dünyanın en yüksek faizinden ve özellikle 2003 sonrası dünya genelinde kurulan "saadet zincirinin çökmemesi için ABD Merkez Bankası (FED) şunu yapmalı, bunu indirmeli" gibi "herkesin birbirine oynadığı" ezberlerden bahsetmek istemiyorum... Ne olacağı açık; dünya piyasalarını varolan haliyle korumak için "ellerinden geleni" sonuna kadar yapacaklar, bu onların oyunu... Bugün, izninizle "tarih" ten bahsetmek istiyorum... Bu toprakların "Türkiye Cumhuriyeti" olmadan önceki halinden, başımıza gelenlerden, dedelerimizin yaşadıklarından...
1876'daki doğru karardı
Bunu yapmamın da bir amacı var; gündeme magazin maymunlarının hakim olduğu bir ülkede, en azından kardeşlerimize bir "umut var" mesajı verebilmek... Neler olmuş bu topraklarda? Merak ediyorsanız, ekonomik bir bakış açısından yaşadıklarımızdan küçük örnekler: Ekim 1875. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Osmanlı'nın kurtuluş yolunda en önemli adımı olan "faizde tenzilat"kararını açıkladı. Yabancıların tuzağına düşmüş Osmanlı Devleti faiz borçlarının beş yıl süreyle ancak yarısını ödeyeceğini ve ödeyemediği kısım için yüzde 5 faizli tahviller vereceğini açıkladı. Bu açıklama yapıldığı yıl bütçe toplamı 25 milyon, iç ve dış faiz ödemesi 30 milyon liraydı...
Mart 1876. Osmanlı Devleti, borç ödemelerinin tamamını durdurduğunu açıkladı. "Ödemekle bitmeyen faiz-borç sarmalında" alınmış en doğru karardı...
Devletçi ekonomi kalkıyor
Yok edilme süreci Osmanlı sanayi yapısını tamamen çökerten 1838 Baltalimanı Anlaşması ile başlamıştı. 1838 yılında Reşid Paşa, ilk olarak Lord Stratford ve sonrasında Avrupa'nın diğer devletleriyle serbest ticaret anlaşmasını imzalamış, Osmanlı, devletçi ekonomiyi rafa kaldırarak gümrük vergilerini İngiltere ile birlikte saptamayı kabul etmişti. Bu adım ile Osmanlı, ucuz mallar cenneti haline gelirken, üretmediğini tüketen bir toplum haline de gelmiş ve en verimli alanlar yabancı sermayenin eline geçmişti. 1814 yılında bir sterlin 23 kuruş iken, 1839'da 104 kuruş oldu. Avrupa devletleri, Osmanlı'ya "Hemen dış borçlanmaya gitmelisiniz" diyerek baskı yapmaya başladı. Bu arada dünya "petrol servetlerinin" hazırlığını yapmış ve Osmanlı süratle borçlandırılırken, topraklarındaki petrol yatakları ise yabancılar tarafından paylaşılmaya başlanmıştı...
Ayaklanma başlamıştı
Mayıs 1876. Borç ödememe kararı ilk sonuçlarını vermeye başladı. "Başkaldıran boyunduruk altındaki Osmanlı"ya ilk isyan kışkırtmalar sonucu Balkanlar'da başladı. Bulgarlar ve Sırplar isyan etti. Aynı günlerde İstanbul'da medrese öğrencileri ayaklandı ve borç ödememe kararını alan Sadrazam Nedim Paşa azledildi. Ayaklanma Harbiye öğrencileri arasında da yayıldı, Dolmabahçe Sarayı sarılarak Sultan Abdülaziz tahttan indirildi... Sonuç: 1878-1881 Osmanlı hazinesi Düyun-u Umumiye'ye teslim oldu... 1978-1980: Türkiye'de halen de süren hâkim politikaların temeli, 1978'in temmuz ayında, Dünya Bankası'nca hazırlanan raporla atıldı. Raporun imzalayıcıları Kemal Derviş ve Sherman Robinson idi. Hükümetler bu rapora uymayı kabullenmezken, 1980 darbesiyle uygulamaya konulan bu raporla, Türkiye'nin 1978'e kadar başarıyla süren kalkınmacı, bireysel ve küçük ölçekli sermaye birikimlerine dayalı yapısı, büyük ölçekli çokuluslu sermaye ilişkilerinin kontrolünde serbestleşmeyi savunan bir dinamiğe dönüştü. Ekonomide uygulanan bu yanlış programın izlenmesiyle verilen yüksek faiz, sıcak para girişi gibi ödünler Türkiye'nin varlıklarının yurtdışına kaçmasına sebep oldu. 1977 yılında düşünülen kalkınma hamlesi böylece engellenmiş ve "Cumhuriyet ile yırtılan borç gömleği" yeniden Türkiye'ye giydirilmiş oldu...
En borçlu ülkelerden
1980-2007: 1980'de yok denecek kadar az olan borç stokumuz, her yıl bütçemizin yüzde 40-50'sini vermemize rağmen 300 milyar doların üzerine çıktı. Türkiye, 70 milyonu ile çalışıp 3-5 bin gerçek-tüzel (iç-dış) kişiye gelirinin yüzde 50'sini aktarır hale geldi. 2001 yılında borsa ve kurdaki hareket sonrası, Türkiye IMF tarafından atanan "1978 raporu yazarına" teslim edildi ve dünya üzerinde görülmemiş bir dolar faizini tefecilere aktarmaya başlarken, IMF'ye en borçlu üç ülkeden biri oldu... Sonuç: Geçmişin süzgeci geleceğin tanelerini verir, iyi okuyun size de verecek...
*******************
Faturanızı yüzde 35 düşürmek mümkün
Milletvekilinin ağzından elektrikten kar etme yolu...
halil rencber/Teknik Analiz
AK Parti Hatay Milletvekili ve TBMM Küresel Isınma Komisyonu Başkanı Mustafa Öztürk, elektrik faturasının kabarıklığından yakınanlara yönelik ilginç bir çalışma hazırladı. Öztürk, “Elektrik faturaları yüzde 35 daha düşük gelsin ister misiniz?” başlığıyla hazırladığı raporda şu önerilerde bulundu:

OCAK VE FIRINLAR: Kapaksız tencere, tepsi ve tavada yemek pişirmeyin. Tüm tencerelerin, tepsilerin, tavaların ve çaydanlıkların tabanları düz olmalı. Fırın satın alırken mutlaka hava ve ısı sızdırmaz, yalıtımlı ve A sınıfı az enerji tüketen modeller olmasına özen gösterin. Yemek pişerken fırın kapağını gerekmediği sürece açmayın.

AYDINLATMA: Evlerde standart lambaların kullanımına son verin. Kompakt floresan lamba satın alarak aydınlatmadan kaynaklanan elektrik maliyetini yüzde 75 azaltmak mümkün. Otomatik olarak ışığı kapatan ve açan fotosel üniteler veya zaman ayarlayıcı kullanın. Kirli ve tozlu lambalar yüzde 25 daha fazla enerji tüketirler.

BULAŞIK MAKİNELERİ: Kısa süreli yıkama ve durulama özellikli, A sınıfı, bulaşık makinesi satın alın. Makineyi odaya yerleştirirken çevresinde en az 5 cm. boşluk kalmasına dikkat edin. Makineyi yarı dolu veya aşırı dolu halde kesinlikle çalıştırmayın

ÇAMAŞIR MAKİNELERİ: Çamaşırları yıkarken sıcak su yerine, ılık su kullanın. Durulamayı ve çalkalamayı ise soğuk su ile yaptırın. Elektrik enerjisinin yüzde 90'ı suyu ısıtmak için harcanır. Daha az su, enerji ve deterjan harcayan A sınıfı makine satın alınız. Soğuk suda temizleme yapan deterjanlar kullanın. Her yıkamadan sonra kurutucudaki filtreyi temizleyin.

BUZDOLABI VE DERİN DONDURUCU: Evdeki toplam elektrik enerjisinin yüzde 31'i buzdolabı ve derin dondurucu tarafından tüketilir. Buzdolabını, soba, radyatör, bulaşık makinesi ve ocaklardan uzak yere yerleştirin. Böylece enerji tüketimimizi yüzde 10- 15 azaltabilirsiniz. Yemekler buzdolabına konulmadan önce oda sıcaklığına kadar soğuması beklenmeli. Dolabın altında veya arkasında bulunan bobinleri yılda iki defa vakumlu süpürge ile temizleyin.

Düzgün KARADAŞ / ANKARA

26 Haziran 2008 Perşembe

Satış baskısı sürüyor..halil rencber .Teknik Analiz
Endeks güne satıcılı başladı ve günü 37.000'in altında satış baskılı bir piyasa şeklinde tamamlandı.
27 Haziran 2008


Süreç olarak son dönemde endeksin satıcılı seyrini dikkate aldığımızda 37 iş gününün 24'ünde gerileyen bir borsa görmekteyiz. Endeksin özellikle dış borsalarda da oluşan satıcılı piyasa modundan bir aydır kurtulamadığını görmekteyiz. Gerileme kırılma şeklinde gelişmemiş olsa da bizim son dönemde beklediğimiz tepki ve dip çalışması ertelendi.

Gelinen noktalar itibariyle endeksin kısa vadede tepki vermesi gereken noktalarda olduğunu düşünüyoruz ama portföylerde kademeli alış tavsiyemizi devam ettirmekteyiz.
Destek: 36.500 -36.300 - 36.000. Direnç: 36.800 -37.300 -37.700.


Borsada Kazanmanın Sırrı

***********



İmkb hisse senetleri günlük analiz ve yorumları. Seans içi yorumlar!

ÇiziYORUM - Ercan Akyol



Yabancı bankalar borsadan çıkmamalı...27.06.2008 | Yiğit Bulut | Yorum

Başka bir başlık atayım. Yabancı bankalara istedikleri izin verilmemeli. Daha açık yazalım, yabancı bankalar hisselerinin tamamını toplamış dahi olsalar "borsadan çekilemezler" yani kottan çıkamazlar. Nedenlerine gelince. Değerli dostlar, son günlerde tamamı yabancılar tarafından sahiplenilen bankaların, borsadan çekilmek üzere adım attığını ve başındaki yöneticilerin "borsadan çıkabilmeliyiz" yönünde açıklamalar yaptığını görüyoruz. İşin ilginç tarafı siyasi otoriteden ve bu konuda karar verecek olanlardan da "çıkabilirsiniz, gerekli düzenlemeleri yaparız" gibi karşı açıklamalar geliyor.

Denetim dışına çıkılmamalı

Konuya teknik olarak fazla girerek sizi sıkmadan sadece bir detayı, kamuoyu oluşması amacıyla, aktarmak istiyorum. Bankacılık sektörünün yabancılaşmasının ülke ekonomileri için ne gibi sonuçlar doğurabileceğini daha önceki yazılarda tartışmıştık. Bu çekincelerimin tamamını koruduğumu da belirterek ana fikri hemen arz edeyim. Tamamı yabancı bir bankanın denetim ve gözetim açısından borsada işlem görmeye devam etmesi ülke menfaatleri açısından önemli bir ayrıntıdır. Tamamı yabancı bankaların borsadan ayrılmak veya teknik tabiriyle kottan çıkmak için gösterdikleri çabaya bakarsanız; sözlerimin daha anlamlı hale geldiğini anlayacaksınız.

Bu noktada bana "daha açık konuş" derseniz, Finansbank ve Denizbank'ın yeni sahipleri aldıkları bankaları borsa dışına çıkarıp en azından borsada olmanın gerektirdiği denetim olmadan çalışmak istiyorlar. Kendilerine göre haklı olabilirler ama kısa vadede bankacılık sektörünün yabancılaşmasının küreselleşen dünyada ne gibi net sonuçlar doğurabileceği görülmeden, Türk bankacılık sektöründe daha fazla serbest hareket etme imkânı tanınması kesinlikle ve kesinlikle "doğru" olmayacaktır.

Sonuç 1: Kottan çıkmak isteyen tamamı yabancı bankalara şimdilik bu izinler kesinlikle verilmemeli.

Halk Bankası blok satılmalı

Bu noktada konu ile organik alakası açısından Halk Bankası örneğine geçmek ve seçime giderken Halk Bankası'nı satmayı düşünen siyasilerden korkan biri olarak, konu hakkında bazı detayları aktarmak istiyorum. Diğer gazetelerde daha önceki yazılarımda özellikle yabancı kurumlar "Halk Bankası 6 milyar dolar eder" açıklamasını yaptıklarında her zaman şu fikri savundum, kesinlikle daha fazla eder. Peki nasıl satılacak? Blok satış uygun mu? Blok satılması kesin olarak yanlış. Böyle bir finansal yapının tek bir merkezden kontrol edilmesi Türkiye'nin milli menfaatlerine aykırı bir durum. Peki ne kadar etmeli?

Akbank ve İş Bankası'nın piyasa değerleri ortalaması mantığı hâlâ geçerli. Bu bankayı blok olarak alacaksanız, Akbank ve İş Bankası'nın bugünkü değil, zirve değerlerinin ortalaması hesaplanmalı. Bu da en az 20-22 milyar dolar. Bu rakamın altında yapılacak her satış bu ülkenin malını yabancıya "kıyak çekmektir".

Malımıza sahip çıkalım

Sonuç 2: Halk Bankası diğer bankalar gibi değerlendirilemez. Bu bankanın içinde Türk ekonomisinin DNA'sı var ve bu banka hepimizin. Bugüne kadar birçok bankamız satıldı ama hiçbiri diğerine üstünlük sağlayabilecek bir gelişme göstermedi. Bu açıdan bakınca Halk Bankası'nı alanın sağlayacağı üstünlük ve ülke ekonomisinin kodlarını ele geçirmesi gibi detaylar bankamızı çok daha değerli hale getiriyor. Sizlerden tek bir ricam var, destek olun, malımıza sahip çıkalım. Hem bizim olan bizim kalsın hem de banka amacına uygun işlemeye ve küçük esnafın kalbi olmaya devam etsin. Hükümet ille de satacağım derse de en azından değerine gitsin.

Son söz: Halk Bankası bu halkın elde kalan son malı. Hepimizin malı, lütfen ses vermeme yardım edin. Malınız gidiyor.

Not: Yabancı bankalara borsadan çıkma yani kottan çıkma izni verilmesi, elimizdeki en güçlü denetimden kaçmalarına izin vermek anlamına gelecek. Bu detaya lütfen çok ama çok dikkat edelim.
**********************
Hasan PulurOlaylar ve İnsanlar

Devrim günleri ve travma...

ATATÜRK devrimleri Türk halkına travma etkisi yaptı mı, yaraladı mı? AKP yöneticisi “Dengir Mir Mehmet”e göre, evet!
Onun gibi düşünenler de var...
Bir olayı en iyi kim bilir?
Yaşayan bilir.
Mesela Cahit Kayra bilir; maliyeci, siyasetçi, yazar.
Kendisine sorduk, o günleri anlatacaktı, lakin bir koşulu vardı:
“Dengir Mir Mehmet, Atatürk devrimleri halkın diline de travma etkisi yaptı demiyor mu? O halde ben de o günleri o günün diliyle anlatırım.”
* * *
CAHİT Kayra, yazısına şöyle başlamış:
“1928 senesi evahirinde sinnim on bir idi. Mektepte dördüncü sınıfı ikmal ve beşinci sınıfa terfi etmiş idim. Dördüncü sınıfa kadar Arabi huruf ile tederrüs eyledik. Beşinci sınıfta Latin alfabesi kabul edildi. O tarihte mektepteki heyeti tedrisyenin, bilcümle mualliminin Arabi hurufun terk edilmesinden müteessir olduklarını değil, izhar-ı şadıman eylediklerini hatırlarım. Bizden büyük sınıflardaki taliban ve talibatın da, Mir Fırat Bey’in istimal eylediği tabir ile travma geçirdiklerini de asla müşahede etmedim.”
Demek o tarihte beşinci sınıfta olan Cahit Kayra, devrimler yüzünden öğretmenlerin akranlarının, arkadaşlarının da travma geçirdiklerini görmemiş, aksine memnun olduklarını gözlemlemiş...
* * *
PEKİ, halkın devrimlere karşı tutumu neymiş?
Travma geçiren var mıymış?
Sayın Kayra, önce kendi ailesinden başlamış:
“Babam tüccar, dayım zürradan idi. Dayım daha önce Trabzon İkinci Meşrutiyet inkılabına değin meşveret ceridesini neşreylemiş, bade Osmanlı Meclisi Mebusanı’na Trabzon mebusu olarak dahil olmuş idi. Dayım Milliyet, babam Son Saat gazetelerini okurdu. Harf inkılabı olunca tatili neşriyat eyleyen Son Saat gazetesi yerine Cumhuriyet gazetesi ikame edildi. Ailenin mesaiyi ruzmeresi ahvalinde de travma nam illet müşahede edilmedi.
Beyti ahvala gelince, aile, Büyük Harp iptidasında Trabzon’dan İstanbul’a muhaceret eylemişti. İstanbul’un mütevazı bir semtinde, Yeldeğirmeni’nde ihtiyari ikamet eylemekte idik. Evde büyükannem, annem, teyzem, hemşirem ve bizimle yaşayan genç bir kadın vardı. Hepsi çarşaf iktisa ediyorlardı. Hemşirem hariç biri okuma yazma bilmiyorlardı. Ne Türkiye ne de dünya ahvalinden haberdar değildiler.
İnkılaplar vuku buldu. Çarşaflar atıldı ve büyükannem dışındaki hanımlar medeni urbalar giyinip halk mekteplerine gittiler ve Latin harfleriyle okuma yazma öğrenip gazeteleri kıraat eylemeye bilvesile dünya ahvali ile alakadar olmaya başladılar, eve travma değil şadımanlık geldi.”
Başta “Kayra ailesi”, Atatürk devrimlerine hemen sarılmışlar, çarşaflar atılmış, Latin harfleri öğrenilmiş, halk okuyup yazmaya, dünyayı anlamaya başlamış...
* * *
YA travma geçirenler?
Hiç olmaz mı?
“Osmanlı’dan müdevver Türk toplumunda travma husule gelen mehafil oldu. Bunlar Arap harfleri nedeniyle cahil kalmakta devam eden halkı iğfal eden eski medrese hocaları, tekke ve zaviye dervişleri, müritleri, medrese softaları ve bunların muakkipleri idi.”
Bunları sizler de, bizler de tanırız...
Kendilerini olmasa bile torunlarını...
Zaman zaman ortaya çıkarlar, sonra kıvrılıp bir yerlerde saklanırlar.
Mekânları parti de olur, üniversite de olur, medya da...
* * *
SAYIN Kayra, doksanı geçen yaşıyla, Atatürk devrimlerine sahip çıkıyor.
Biz çıkmayacak mıyız?
Diyor ki:
“Ben 1917’de doğdum. Atatürk öldüğünde 21 yaşındaydım. Onun dönemini yaşayarak öğrendim. 1950’den sonraki yılları, o dönemle karşılaştırarak değerlendirebiliyorum. Sayın Mir Fırat 1943 doğumlu olduğuna göre bunları yaşamış değildi. Düşünceleri duygularına ve halkı kandırmayı sürdürmekte olan yayınlardan öğrendiklerine dayanıyor olabilir. Şunu öğrenmeye çalışmasında yarar vardır. O günlerde travma yaşayanların çocuklarından bazıları şimdi o karanlık yaşam biçimine dönebilmek için cumhuriyet değerlerini kötülemekte ne kadar çabalasalar, Türkiye’nin gerçekleriyle mücadele edemezler. Yapmaya çalıştıkları fenalık kampanyası er ya da geç bir gün sönüp gidecektir.”
* * *
SAYIN Kayra, şen ve esen kalın...

25 Haziran 2008 Çarşamba

halil rencber yigit bulut yorumluyor Teknik Analiz

Dengir mengir...Melih AşıkAçık Pencere
New York Times gazetesine “Atatürk devrimleri travma yaratmıştır” diyen Mir Dengir Fırat, tepkiler üzerine sözlerini izaha çalışırken dedi ki:
“Her devrim gibi Atatürk devrimleri de toplumda bir travma yaratmıştır. Çünkü bir gecede yazı değiştirilmiştir. O gün okuma-yazma oranı sıfıra düşmüştür...”
Devrimler onu benimseyen halkta travma yaratmaz. Gericilerde yaratır. H. C. Armstrong’un “Bozkurt” adlı kitabından bir bölüm sunalım:
“Milletin yüzde onu bile okuma bilmiyordu. Karmaşık Arap yazısı öylesine zordu ki, okuma yazma din adamlarıyla birkaç entelektüelin tekelinde kalmıştı; bu, Türklerin adeta bir duvarla Batı’dan ayrılmasına, karmaşık Arap düşüncesi ve Farsçasının yapaylığıyla ellerinin kollarının bağlanmasına yol açmıştı; dil öylesine girift hale gelmişti ki, Türkçeyi öğrenmenin gerektirdiği büyük çabayı pek az yabancı göze alabiliyordu; pek az Türk herhangi bir Batı dilini öğrenebiliyordu. Mustafa Kemal’in büyük bir hayali vardı, (Bütün halkın okuma-yazma öğrenmesini istiyordu.)”
Atatürk’ün hatası(!) belki de buydu... Halkı aydınlatıp gericilerin elinden kurtulmasına çalışmak..

http://www.nitromodelhobby.com/wp-content/dingil-1.bmp MİR MEHMET FIRAT Haber: 'Meclis'te Anırırım'


dingiL

************
*Endeksin toplama dönemi devam ediyor..halil rencber/Teknik Analiz
Güne satıcılı başlayan endeks 38.000 seviyesini kırdıktan sonra teknik hedef olan 37.000 seviyesine kadar geriledi; gün içinde en düşük 36.750 test edildi.
Günün Sözü
Sağlam bilginin en güzel örneği, öğretme gücüdür.
Aristo

Borsa Al - Sat Tabloları
İmkb hisse senetleri günlük analiz ve yorumları. Seans içi yorumlar!
25 Haziran 2008
Bu noktadan gelen tepkilerle tekrar 37.000 üzerinde bir kapanış oluştu. Süreç itibariyle endeksin baskın sakin ve en son ayların hatta yılların en dar bant aralığında sıkıcı bir biçimde gerilediğini gördük. Endeksin sık sık bahsettiğimiz toplama dönemi devam etmekte. Dip seviyelerde olmamız sebebiyle endeks için zaman zaman destek noktalarından gayet iyi alış fırsatları verdiğini gördük.

Bu sebeple bu noktalardan portföylerin büyük bölümünde gerilemelerde kademeli olarak 42.000 seviyesinden beri alış önermekteyiz. Kısa vadede oluşacak tepkiler için, alış seviyelerinin yüzde 70 -75 oranında hisse bulundurulması maksimum fayda sağlamak adına uygun olacaktır.
Destekler: 37.000-36.800-36.700 Dirençler: 37.500-37.800-38.200
*******

Borsalarda '6. Dalga' paniği 25.06.2008 | Kerem Alkin | Yorum

Geçen hafta küresel finans piyasalarındaki gelişmeleri, özellikle ABD finans piyasalarındaki sıkıntıları dikkate aldığımızda, yatırımcılarda gözlenen panik havası, piyasaların sakin bir yaz ayı geçiremeyeceğine işaret ediyor. 2006'nın mayıs-haziran döneminde gerçekleşen ilk küresel dalgadan bu yana, 16 Ocak'ta patlak veren dalgaya kadar beş önemli dalgayı geride bıraktık. Görünen o ki, küresel piyasa aktörleri artan bir tempoyla yeni bir dalga olasılığına kitlenmiş durumdalar. Söz konusu "6. Dalga" eğer Dow Jones Endeksi'nin 11 bin 800 puanı sert bir şekilde kırmasına neden olursa, endeksin 11 bin puanın altına kadar gevşeme gösterebileceğinden endişe duyuluyor. Hatırlamak gerekirse, IMF Başkanı Strauss-Kahn aylar öncesinde, ABD konut kredisi sektörü kaynaklı krizin uluslararası finans kurumlarına 1 trilyon dolarlık bir zarara yol açabileceği değerlendirmesinde bulunmuştu. Geçtiğimiz hafta, söz konusu zarar ve kayıpların 1.3 trilyon dolara ulaşabileceğine dair yeni değerlendirmeler, piyasalarda yeni bir panik havası doğmasına yetti.
RBS'den ciddi uyarı
Geçtiğimiz hafta cuma ve bu hafta pazartesi günü İngiliz gazetelerinin gündeme getirdiği haberler ve yorumlar, küresel piyasa aktörleri açısından iç açıcı bulunmadı. Cuma günü, Royal Bank of Scotland'ın (RBS) özel müşterilerine gönderdiği bir rapordan alıntıları sayfalarına taşıyan Daily Telegraph, RBS'nin enflasyonun merkez bankalarını paralize edeceği ve piyasalarda son derece kötü bir dönem yaşanacağı yönündeki tahminini öne çıkardı. Bankanın iddiası, küresel hisse senedi ve kredi piyasalarında üç ay içinde büyük bir çöküş yaşanma ihtimalinin yüksek olduğu ve böyle bir gelişmeye karşı hazırlıklı olunması gerektiğini yönünde. S&P 500 Endeksi'nin eylül ayına kadar 300 puandan fazla düşerek, 1.050 puan seviyelerine ineceğini öngören RBS, böyle bir düşüşün yüzyılın en derin "ayı piyasaları"ndan birine dönüşeceği kaygısını dile getiriyor. Mevcut durumda önemli olanın para kaybetmemek olduğunu belirten banka, en iyi seçeneğin nakitte kalmak olduğunu işaret etmekte.
Zayıflık Avrupa'ya yayılıyor
ABD Merkez Bankası'nın (FED), büyüme ile enflasyonla mücadele arasında sıkışarak, şu an panik yaşadığını savunan RBS, ABD ekonomisindeki zayıflığın Avrupa'ya da yayılmakta olduğuna dikkat çekiyor. Euro Bölgesi'nde de morallerin yüksek olduğunu söylemek zor. Yıllık enflasyonunun yükselişini sürdürmesi bir yana, İrlanda'daki halk referandumunda, yeni Avrupa Anayasası paketinin yerini almak üzere hazırlanmış ve Lizbon'da mutabakata varılmış olan Reform Anlaşması'na "hayır" denmiş olması ortalığı karıştırmış durumda. Avrupa Birliği'nin (AB) siyasi geleceği açısından kritik öneme sahip anlaşmanın İrlanda'da yeniden oylanması ve bu defa "evet" çıkması için baskıların arttığı gözleniyor. Ancak, İrlanda'nın "evet" demesi için, verilecek ödünler ve parasal destekler, diğer ülkeleri de "rüşvet" istemeye yönlendirebileceğinden, AB cephesi kitlenmiş durumda. Bir hafta sonra, Fransa'nın dönem başkanı olacağı AB'de, Sarkozy'i zor günler bekliyor. Çünkü, hem basının manşetten düşürmediği enflasyon sorunuyla, hem de siyasi kördüğümle uğraşacak.
Paritede 1.60 endişesi
ABD Tüketici Güven Endeksi verilerinden, imalat sanayi verisine, dayanıklı mal satış verisinden, konut sektörü verilerine kritik öneme sahip makro ekonomik göstergelerin açıklanacağı bir haftada ABD Merkez Bankası da kritik önemde bir karar alacak. Başta ABD olmak üzere, uluslararası finans piyasalarındaki anketler yüzde 80'lerin üzerinde FED'in faiz arttırma ihtimalinin 5 Ağustos'taki toplantıya kaldığını gösteriyor. Ancak, FED'in politika faizini arttırma kararı geciktikçe, doların değer kaybına yönelik sorun, emtia fiyatlarını da olumsuz yönde etkiliyor. Nitekim, ABD ekonomisine yönelik endişeler ve FED'in büyüme ile enflasyon arasına sıkıştığı görüşü sürdükçe, euro-dolar paritesinin 1.54-1.60 dolar aralığında dalgalanacağı görüşü ağırlık kazanıyor. Ancak, ABD finans kurumlarına yönelik sorunların derinleşmesi, kimi finans kurumlarının üst düzey yöneticilerine yönelik göz altıların hızlanması halinde, paritenin 1.60 doları kırmasından endişe ediliyor ki, eğer parite söz konusu çıtayı kırarsa, petrolün fiyatının da 141 doları kırarak, 150 dolara kadar tırmanabileceğinden endişe ediliyor.
Borsalarda moraller bozuk
Bu nedenle, FED'in bu akşam saat 21:15'de açıklanacak olan faiz kararı kadar, toplantı sonrasında vereceği mesaj da önemli olacak. FED, piyasa beklentilerini kırarak, eğer politika faizini 25 baz puan artırır ise, bunun da önemli etkileri olacaktır. Ancak, hisse senedi piyasalarında moralsizlik öyle bir boyutta ki, petrol fiyatları yükselse de, düşse de borsalar düşüyor; metal cevheri fiyatlarının artması veya finans kurumlarına yönelik soruşturmalar da düşüşü tetikliyor. İşin ilginç tarafı, Çin'in para birimi yuan değer kazandıkça ve uluslararası navlun fiyatları yükseldikçe, ABD'nin ithal ettiği ürünler dolar cinsinden pahalanıyor. Böylece, ABD'li firmaların yurtiçi satışları artıyor. Buna, ABD demir-çelik endüstrisi de dahil. O nedenle, ABD ekonomisi 2. çeyrekte de olumlu bir büyüme sürprizi yapacak gibi gözüküyor. Ağustos başına kadar gelişmeleri birlikte izleyelim.

24 Haziran 2008 Salı

38 bin altından gelecek tepki sert olacaktır..halil rencber/Teknik Analiz
Endeks son 10 iş günüdür destek yaptığı 38.000 seviyesi altında ikinci kapanışını dün gerçekleştirdi ancak yaklaşık yüzde 0.86 kayıpla oluşan bu gerilemenin, bir kırılmadan öte destek seviyesinin ihlali olduğunu söyleyebiliriz.

Endeksin tepkisine neden olabilecek iyi haber akışı, bu piyasada devam eden son 1 aylık gerilemeyi dikkate aldığımızda, çok önemli sert bir yükseliş gelişmesi şeklinde olacaktır. Bu dar aralıkta gelişen satış baskın piyasa modeli içinde çok sert güçlü yükselişin anlamını, geçmiş dönem benzer tepki modelleri içinde yüzde 10 ile 15 arasında sert bir tepki oluşturacağı şeklinde söyleyebiliriz. Tabii ki şimdilik endeksin altta destek ve teknik hedef seviyesi 37.000 olarak izlenebilir.
Destekler: 37.500-37.300-37.000 Dirençler: 38.000-38.200-38.700



Türkiye'nin Borsa EkranıAnlık Tüm Piyasa Verileri

önemli yazılar..
* Ruhat Mengi
Atatürk olmasa travmayı görürdünüz!


*Reha Muhtar
Demek Atatürk devrimleri travma yarattı



Kapak868.jpg

Amasya genelgesi.Melih Aşık/Açık Pencere

21 - 22 Haziran günleri Amasya Genelgesi’nin açıklandığı tarihtir.
Aradan 89 yıl geçti...
Mustafa Kemal’in; 21 - 22 Haziran 1919 gecesi emir subayı Cevat Abbas Bey’e Saraydüzü kışlasında yazdırdığı bu genelgenin ilk üç maddesi şöyledir:
1. Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir.
2. İstanbul Hükümeti, üzerindeki sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir.
3. Milletin istiklalini yine milletin kendi azim ve kararı kurtaracaktır.
Görüldüğü gibi... 89 yıl öncesiyle bugün arasında fazlaca fark yoktur...
Sadece bugün görevde olanın adı İstanbul değil, Ankara hükümetidir...
Ulusalcı güçlerle işbirlikçi Vahdettin’e bağlı güçler arasındaki mücadele o gün bugün sürüyor...

http://www.leman.com.tr/content/images/a83ee7ba43539ceff013cc147d200343.jpg

23 Haziran 2008 Pazartesi

Firefox 3 cıktı ücretsiz indirin

Bugüne Kadarki En İyi Firefox 15.000'den fazla iyileştirmeyle Firefox 3, bugüne kadar olduğundan daha hızlı, daha güvenli ve daha akıllı."Bugüne Kadarki En İyi Firefox "15.000'den fazla iyileştirmeyle Firefox 3, bugüne kadar olduğundan daha hızlı, daha güvenli ve daha akıllı

borsada bu hafta halil recber /yigit bulut yorum analiz


Dalgalı ve tepkili seyir bekliyoruz...halil rencber /Teknik Analiz
Endeks geçen haftayı son 1 yılın en dar bant aralığında seyrederken aynı zamanda 10 gündür adeta 38.000 seviyesinde çakıldı kaldı.
Endeksin 10 iş günüdür 38.000- 39.000 bant aralığındaki seyri devam ederken son işlem gününde bu önemli nokta altında kapanış oluşturdu.

Geçen haftaya dair 41.000 beklentimizi şimdilik gerçekleşmedi ancak endeksin ısrarla düşmemek istediğini görmekteyiz. Ancak endeks, dış borsalarda yaşanan son hızlı gerilemelere rağmen gerilememekte. ABD borsalarında yaşanan sert gerilemelerle endeksin ilk günde 38.000 seviyesi altında ilk adımda 37.700-37.500 aralığına kadar gerilemesi ve bu bölgeden tekrar sınırlı bir gerilemenin ardından 38.000 seviyesi üzerine atma çabasını görebileceğimizi düşünmekteyiz. Dış borsaların yeterince düştüğünü ve petrol fiyatlarının 137.00 doları geçmekte zorlandığını düşündüğümüzde yeni haftanın çok dalgalı ve tepki vermek isteyen bir piyasalar seyri içinde hareket edeceğini tahmin etmekteyiz.
Destekler 37.700 -37.500 -37.000 Dirençler 38.300 -39.000 -40.000

EURODA BANT DARALIR

Geçen hafta 1.9300 destek seviyesini kıran ve bu önemli nokta altında işlem gören euro da ikinci önemli destek noktası olan 1.8800 seviyesine gerileme oluşmadan 1.8990 noktasında tutundu ve tekrar bu bölgede hafta boyunca dengelendi. Kısa vadede 1.9300-1.8800 yatay bant aralığının 1.5 -2 haftada devam etmesi normal olacaktır. 1.9300 seviyesi üzerinde hareketliliğin ancak euro-usd paritesindeki 1.5850 direnç noktasının geçilmesi ile mümkün olabileceğini söyleyebiliriz. Bu sebeple bu hafta biraz daha dar bir bant aralığı görebiliriz.

DOLARDA 1.2000 KRİTİK/Teknik Analiz

Geçen haftaki alt bant hedefi 1.2000'ye kadar gerileme oluşturdu ve şimdilik bu önemli destek çalıştı. Yeni haftada 1.2350 seviyesi son gerilemenin bir destek oluşturup oluşturmaması için önemli ilk tepki ve direnç seviyesi olarak izlenebilir. Üzerinde hareketin şimdilik zor olmasını beklemekle beraber aşağıda da 1.2000 seviyesi kritik öneme sahip. Bu seviyenin kırılma ihtimali ise dolarda 1.1850 noktasının tekrar test edilmesi anlamına gelecektir.

1.5750-1.5450 ÖNEMLİ/Profesyonel FOREX Analiz

Geçen haftanın ilk günlerinde 1.5350 seviyesindeki destek noktasının çalışması ile beraber şimdilik tekrar üst bant hedef seviyesi olan 1.5650-1.5670 seviyesine bölgesine doğru bir atak oluşturdu. Yeni haftada 1.5650 üzerinde haftanın ilk iki iş gününde bir kapanış görüldüğü taktirde hedef 1.5800 seviyesinden geçmekte olan düşüş trendi. Bu önemli trendin kırılması doların tekrar dünyada zayıflaması anlamına gelecektir. Ancak şimdilik bu bölgenin geçilmesi zor gözükmekle beraber bu haftanın son haftaların en dar bant aralığını 1.5750 -1.5450 bant aralığında gerçekleşmesini tahmin etmekteyiz.

---------------------

Mehmet Şimşek doğru söylemiyor..23.06.2008 | Yiğit Bulut | Yorum

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, Hazine bonolarının yüzde 80'inin yerli yatırımcılarda olduğunu açıkladı. Benim elimdeki verilere göre ise Türk Hazine bonolarının yüzde 91'nin bir Alman ve bir İngiliz bankasında olduğunu gösteriyor.

Ne kadar kibar bir adamım değil mi?

Aynı cümleyi başka türlü de yazabilirdim ama kibarlığı seçtim. Peki Mehmet Şimşek hangi konuda doğru söylemiyor?

Bana göre birçok konuda doğruyu söylemiyor ama ben bugün sadece bir tanesine değineceğim. Hatırlarsanız, Şimşek açıklama yapmış ve Türk Hazine bonolarının yüzde 80'inin yerli yatırımcıların elinde olduğunu söylemişti.

Saklama isime göre değil

Ben de soruyorum; Türk Hazine bonolarının takası isime değil. Türkiye'de bütün saklamalar isime göre ama Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) Doğan Cansızlar döneminde defalarca hükümetlerden istemesine rağmen bir türlü isime saklama ile ilgili düzenleme yapılmadı. Uzun lafın kısası bugün hisse alanlar bellidir, her detay son noktasına kadar bilinebilir ama hazine bonosu gizlidir ve isime saklama yapılmaz. O zaman Mehmet Şimşek nasıl bilebilir yüzde 80'inin yerlinin elinde olduğunu?

Ben de hemen kendi elimdeki bilgiyi aktarayım; Şimşek nasıl biliyorsa, ben de iddia ediyorum: Türk Hazine bonolarının yüzde 91'i bir Alman ve bir İngiliz bankasında. Yani bu halkın ödediği faizin yüzde 91'i bu yabancı bankaların kendilerine ve müşterilerine gidiyor. İddiam bu! Yalansa çıksın Bakan Şimşek, tezini verileri ile açıklasın. Kendisi de İngiliz vatandaşı ve yabancı bir kurumdan, hatta 2001 yılında Türkiye'ye karşı en büyük spekülatif atağı yapan kurumdan geldi. Bunu da not düşmek istedim.

1.2 trilyon $'lık borçlanma

Bu arada sizden gelen istekler doğrultusunda son 28 yılın Türkiye-faiz denklemine ilişkin verileri de tekrar aktarıyorum.

"Kalkındık" denen bu ülkede son 27 yılda neler oldu? Çarpıtılan "sonuçların altında yatan gerçekler neler?

* Türkiye 1980-2006 sonu arasında 1 trilyon 800 milyar dolardan fazla bir kaynak elde etti. Bu kaynağın 1.2 trilyon dolardan fazlası iç ve dış borçlanma ile elde edildi.

* 1980-2007 ikinci ay arasında vergiden elde edilen kaynaklar, borçlanma ile elde edilen kaynakların yarısından az olarak gerçekleşti.

* Paranın sistem dışında toplanması ve vergi toplayamamamızın sonucu ağır oldu, yapılan borçlanma karşılığında son 27 yıl içinde 400 milyar dolardan fazla sadece faiz ödedik.

* Ödediğimiz iç borç faizi, dış borç için ödediğimiz toplam faizin dört ila beş katı olarak gerçekleşti. Her dalgalanma içerideki borcu katlarken, dalgalanmalarda elinde iç borç senedi bulunduran binde 1'in altında gerçek ve tüzel kişi inanılmaz gelirler elde etti.

* 400 milyar faiz ödediğimiz dönemde sadece 80-100 milyar dolar arası değişen bir yatırım yaparken, 250 milyar dolara yakın da bir personel giderimiz oldu. Bu noktada ortaya çıkan çarpıcı veri, personel giderimiz ile yatırım yaptığımız tutarın toplamı ödediğimiz faiz kadar olamadı.

Faiz ödemesi 50 kat arttı

* Yatırım harcamalarımız son 27 yılda iki buçuk-üç kat arasında bir artış gösterirken, iç borç faiz ödemelerimiz 75'ten, dış borç faiz ödemelerimiz ise 19 kattan fazla arttı. İç ve dış borçlara ödediğimiz faizdeki artış oranı ilk başladığı noktaya göre ortalama 50 kattan fazla bir artış gösterdi.

* Son beş yıl içinde faiz rekoru 2004 yılına ait. 150 katrilyonluk 2004 yılı konsolide bütçesinin 66 katrilyonu faiz ödemesine ayrıldı. Bugün gördüğümüz kur ile hesapladığımızda basit faizini dahi koymadan ödediğimiz miktar tam olarak 52 milyar dolar. 52 milyarı 52 haftaya bölersek bulduğumuz sonuç, haftada 1 milyar dolar, günde 166 milyon dolar.

* 1999-2007 başı arasında ödediğimiz faiz haftalık 700 milyon dolar ile 1 milyar dolar arasında değişti ve 2004 yılında 1 milyar doları dahi geçerek tepe noktasına ulaştı.

* Dış borçların yüzde 50'sinden fazlası son beş yıl içinde alındı.

* Son 27 yılda yatırım harcamalarının toplamı toplam borçlanmanın yüzde 10'unun bile altında kalırken, topladığımız toplam verginin yüzde 15'inin altında kaldı.

* 1999-2007 ikinci ay arasında Türkiye 25 milyar dolara yakın bir yatırım yaparken, 85 milyar dolarlık personel harcaması yaptı. Buna karşılık aynı dönemde sadece iç borcun faizine 189 milyar dolarlık, dış borcumuzun faizine de 39 milyar dolarlık bir kaynak ayırmak zorunda kaldık.

Bu getiri Avrupa'da yok

Sonuç 1: Yukarıda sadece makro verileri aktardım. Bunlara sıcak paranın son 5 yılda elde ettiği ve bu ülkeden kâr adı altında transfer ettikleri gerçeğini de ekleyin. Sadece bir örnek vereyim; 2002-2007 arasında ülkeye giren her 1 dolar hiç risk almaz ise 5 dolara yakın bir getiri sağlarken, sermaye piyasasına giren ve para piyasalarında al-sat yapılan her 1 dolar, ortalama 10-12 dolarlık bir getiri sağladı. Ne kadar korkunç bir veri değil mi. Böyle bir getiri "Aynı oranda hatta son dönemde daha fazla kalkındık" denen Avrupa'da sağlandı mı?

Sonuç 2: Mehmet Şimşek söylediklerimin aksini iddia ediyorsa, hatta ekonominin de çok iyi olduğunu söylemek istiyorsa bıraksın edebiyatçılarla ekranlarda ekonomi programı yapmayı, gelsin bir TV'de tartışalım.
000000000000000000000
Ekonomik tercihler ve milli irade!

Mehmet Ugur CİVELEK / ARKA PLAN.........23.06.2008 - 08:46

Merkez Bankası Para Kurulu geçtiğimiz hafta yaptığı toplantıda kısa vadeli faizleri yüzde 0.5 oranında yükseltti. Alınan bu karar geleceğe yönelik belirsizliği azaltmadı, farklı kesimlerden gelen tepkiler ise açık ve anlaşılabilir olmaktan uzaktı. Bu yazıda kısa vadeli faizlerde ayarlama gerektiren sebepleri ve olası sonuçlarını irdelemek istiyoruz.

Öncelikle iki veri üzerinde durup biraz düşünmekte yarar var; enflasyon uygulanan programa rağmen yükseliyor ve yıllık rakam sebebi ne olur ise olsun mayıs ayı sonu itibari ile yüzde 10.74 düzeyine yükselmiş durumda; Ayrıca cari açık rakamı veya başka bir deyişle iç tasarruf açığı kontrolsüz bir şekilde büyürken sermaye hareketleri hesabı da açık vermeye başlamış. Yalnız bu iki veriye baktığımızda, hiçbir şey yapılmaz ise Türk Lirası'nın değer kaybetmesi ve enflasyondaki yükselişin hızlanması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor. Bu tehlikeyi her şeyden daha önemli görenler genelde Merkez Bankası'nı eleştirmiyor, bir şeyler yapması için hükümeti zorlamaya çalışıyor. Türk Lirası'nın aşırı değerlenmesinden bunalmış ve hareket yeteneğini kaybetmek üzere olan kesimler ise Merkez Bankası'nı yoğun bir şekilde eleştiriyor. Reel kesim kökenli eleştirilerin arkasına saklanan siyasi iradenin ise ne yapmaya çalıştığı anlaşılamıyor!

Mali sektör, TÜSİAD ve TOBB yönetimi Merkez Bankası'nın yaklaşımını kendi çıkarları gereği destekliyor; IMF ve AB çıpaları yeniden işlerlik kazanır ise kısa vadeli faizlerin çok daha fazla yükseltilmesine gerek kalmadan sermaye hareketlerinin artıya geçeceğini ve Türk Lirası'nın değerleneceğini, enflasyondaki yükseliş eğiliminin bu sayede sınırlı kalacağını düşünüyor. Eğer söz konusu çıpalar işlerlik kazanmaya ve mali disiplinden uzaklaşma eğilimi devam eder ise kısa vadeli faizlerdeki yükselişin kronikleşmesi, ödemeler dengesiz sermaye hesabındaki açığın büyümesi ve Türk Lirası'ndaki değer kaybı ile birlikte enflasyonun hızlanmasından endişe ediyor Merkez Bankası Para Kurulu'nun son iki toplantısında yaptığı ayarlamaları ciddi uyarı olarak algılıyor fakat hükümetten beklenen tepki gelmeyince rahatsızlıkları büyüyor. Bu yaklaşımda başarı şansının azaldığı, gerçekleşse bile orta vadede sorunların ağırlaşacağı, günü kurtararak gidilebilecek bir yer kalmadığı gibi temel gerçekleri hesaba katmayan bu kesimler, önceliklerin ve buna bağlı olarak uygulamaların değişmesine karşı çıkıyor.

Bir an için hükümetin mesajı aldığını uzun süredir sürdürülen program uygulamasından sapma niteliğindeki tercihlerinden vazgeçtiğini, IMF ve AB çıpalarına daha çok önem verdiğini varsayalım. Bugünkü küresel koşullarda yabancı sermayeyi memnun etmek için yapılan onca fedakarlığa rağmen sermaye hesabının fazla vermesi ve Türk Lirası'nın gerekli miktarda değerlenerek enflasyondaki yükseliş eğilimini aşağı çevirmesi mümkün mü? Bu olasılığın gerçekleşmeme ihtimali oldukça yüksek, fakat malum kesimler yine de denenmesinde ısrarlı olacaklar gibi görünüyor. Yine varsayalım ki zayıf olasılıkta gerçekleşti ve enflasyon yılın son aylarında tek haneye dönemedi ancak sınırlı da olsa gerilemeye başladı. Bu süreçte yaşanacak diğer gelişmeler nelerdir?

Özetle ifade etmek gerekir ise ekonominin geleceği daha hızlı bir şekilde tüketilecek deyim yerinde ise katledilecek demektir. Bu koşullarda başta sanayi ve tarım devamında ise hizmet sektörü rekabet gücünü kaybeder, gelirleri erirken borçları kontrolsüz bir şekilde artar; gelir dağılımındaki bozulma eğilimi anormal bir hıza ulaşır. Ekonomide durgunlaşma ivme kazanır ve işsizlik büyür, iç tasarruf açığı büyürken talep zayıflar, zira enerji ve gıda maddelerindeki dış piyasa kökenli yükseliş daha yoğun bir şekilde hissedilir; talepteki daralma bütçe gelirlerini azaltarak açığı büyütür, varlık değerleri erirken bilançolar yıpranır ve borç-alacak zinciri kırılır ve ekonomiyi durma noktasına getirir tabi bu süreçte ne kadar çaba harcanırsa harcansın AB ve IMF çıpaları kimsenin itibar etmediği değişkenler haline gelir, yabancı sermayeyi tatmin etmek imkansızlaşır Türk Lirası değer kaybeder ve enflasyon yükselir. Ekonomideki bu olumsuzluklar sosyal ve siyasi istikrarsızlığı dayanılmaz boyutlara çıkarır.

Bu durumda Merkez Bankası'nın faiz kararını eleştirenler hem haklı hem de haksız! Haklı çünkü mevcut politikaları da ısrar etmek sorunları ağırlaştırıp, felakete yol açacak. Haksız çünkü bu politik tercihi yapan siyasi irade ve Merkez Bankası kendine düşen rolü uyguluyor: Öncelikle değişmeli ve buna uygun yeni bir program hazırlanmalı, bunun için de siyasi iradeye baskı yapılmalı ve sonuç alınıncaya kadar mücadele edilmeli. Hükümete bu politikaları değiştir demek yerine Merkez Bankası'nı tepkisel şekilde eleştirmek geleceği kurtarmayacak.

Peki bu açmazdan çıkmak için hükümet ne yapıyor? Hiçbir şey yapamıyor. Yabancı sermayeye hayır diyemediği için ikili oynuyor, sabrı tükenen kesimlerin öfkesini Merkez Bankası'na yönelterek yaklaşan yerel seçimler ve olası erken seçimler öncesinde yıpranmamaya çabalıyor. İşine geldiği zaman milli irade diyenler, geniş kesimler ile yabancı sermaye arasındaki çıkar çatışmasında milli iradenin gereğini yapamıyor...

Türkiye bir yıl içinde çok ciddi sıkıntılar yaşayacak; fakat bu AK kapatıldığı ve erken seçime gidildiği veya mali disiplinden uzaklaşıldığı için değil mevcut öncelikler ve program uygulamasında ısrar edildiği için olacak... Türkiye günü kurtarmak veya geleceği kurtarmak ikileminde tercihini değiştirmek zorunda...

Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional