9 Ağustos 2009 Pazar

mateser pazartesi postası

Sokrat’ın süzgeci
Bir adam filozof Sokrat’a sordu:
- Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?
- Bir dakika bekle, diye cevap verdi Sokrat, şimdi seni testten geçireceğim. Buna üçlü süzgeç diyorlar... Ve devam etti:
- Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?
- Hayır, dedi adam, aslında bunu sadece duydum ve ....
- Tamam, dedi Sokrat, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Şimdi ikinci süzgeci yani iyilik süzgecini deneyelim...
- Buyurun...
- Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi ?
- Hayır, tam tersi...
- Öyleyse, diye devam etti Sokrat, onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin.
- Evet öyle...
- Üçüncü soru... Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?
- Sanmıyorum...
- İyi, diye tamamladı Sokrat; eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar değilse bana niye söyleyesin ki?
Adam susmuş. Peki konuşsa ne derdi? Mesela:
- Ben yandaş basındanım, bizim tarzımız bu, gibi bir şey mi?

Erkeklere gülümseme

* Genç bir kız; genç bir erkeğe gülümserse, erkek hangi tarafının kızı etkilediğini bulmak için aynaya bakar...

* Kadın, ellili yaşlarda bir erkeğe gülümserse, erkek etrafında yakışıklı başka bir erkek olduğunu zanneder, etrafına bakar.

* Herhangi yaştaki bir kadın, seksenli yaşlardaki bir erkeğe gülümserse, adam hemen “açılmış mı?” diye fermuarına bakar...

Havuç

BABA evinin penceresinden minik kızının arkadaşı ile kardan adam yapısını izleyip onların konuşmalarını keyifle dinliyormuş...

“Bittiiii...” demiş kızın arkadaşı, “Eve gidip 1 havuç getireyim de tam bir kardan adam olsun...”

“2 tane getir...” demiş minik kızı, “İkincisiyle de burnunu yaparız!..” (Teşekkürler

Yıldırım TUNA)

Kaynanaya çeyiz parası var mı yok mu

HEM var, hem yok.

Kaynananız SSK (4/a) ya da Bağ-Kur’dan (4/b) dul ya da yetim aylığı alıyorsa, evlendiğinde çeyiz parası yok.

T.C. Emekli Sandığı’ndan (4/c) dul veya yetim aylığı alıyorsa, evlendiğinde 12 aylık tutarda çeyiz parası var.

Bu da, memur kızı ya da dul karısı olmanın avantajı!..

Evlenme tarihi

BİR boşanma davasında kadın:

- Kocamın hayatı futbol. Yalnızca futbol düşünüyor. Ne zaman evlendiğimizi sorsanız hatırlamaz.

Tam o sırada kadının kocası yerinden fırlar,

- Nasıl hatırlamam Hakim Bey, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı 6-0 yendiğinin ertesi günü evlenmiştik!..

Başka yol

- Anne, hani sen bana bir erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer demiştin ya?

- Evet kızım... Ne oldu ki?

- Hiiiç, dün akşam ben başka bir yol buldum da...

Dünyada en zor şey

Bir filozofa: “Dünyada en zor şey nedir?” diye sorarlar.

“Sözdür” diye cevap verir filozof.

“Neden?” diye sorduklarında:

“Çünkü anlamak da zordur, anlatmak da” der.

GÜNÜN SÖZÜ

İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmak.

Victor Hugo

Pazar Neşesi

Astronotlar, Merih'e ayak basıyorlar ve Merihli canlılar tarafından karşılanıyorlar. Konuk edilip, içtenlikle ağırlanıyorlar. Akşam yemeğinde kafalar iyice çekilince konu tahmin ettiğiniz yere geliyor.
Bizimkiler, Merihlilere "Nasıl çocuk yaptıklarını" soruyorlar. Bir Merihli kadın anlatıyor..
"Evde saklı kasamızda pembe haplar vardır. Bunlardan birini yutunca, gebe kalırız. Oysa sizin kadınlarınız gebeliği önlemek için hap alırlarmış. Acıdım onlara.."
Bizimkiler bu zevksiz yöntemle dalga geçip, bu işin dünyada nasıl olduğunu ballandıra ballandıra anlatıp sonunda "Neler kaçırdığınızı bir bilseniz" deyince Merihliler kahkahayı basıyor..
"Ohooo!. Peki siz o pembe hapları nasıl üretiyoruz sanıyorsunuz?"

Sevdiğim laflar

'Güzel olan sevgili değil, sevgili olan güzeldir.'
Tolstoy

Kürt açılımı..

Cihan Demirci’den laforizmalar

Hayli zamandır Cihan Demirci’den “loforizmalar” gelmiyordu. Demirci mizah dergisi çalışmaları nedeniyle belli ki fırsat bulamıyordu. Ama bu hafta Cihan Demirci’den özlediğiniz “laforizmalar” geldi. Birlikte okuyalım:

- Ülkedeki karanlık tabloya bakan akıl tutulması yaşamamış insanlar: “Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner” tekerlemesini tekrarlıyorlar son günlerde... Oysa cinnet durumundaki vatandaş keseri çoktan bıraktı, aldı eline baltayı ve aile fertlerine kesiyor şimdilik hesabı!..

- Ülke hem tutuculukta hem de işyerleri anlamında kapandıkça kapanırken, gündemle sürekli oynamayı seven iktidar “Açılım” peşinde... “Açıl susam açıl” diyen Ali Baba ve Kırk Haramiler geliyor insanın aklına... Kendinden geçmiş halde, kendi geleceğiyle ilgili olan biten her şeyi en donuk haliyle izleyen halka diyor ki bir Baba: “Açıl artık ey susan halkım açııııııııııııııl!”

- Tarihi Florya Plajı tesettürlüye, haşemalıya açık ama kapalı olmayan vatandaşa kapalı!.. Eeeee idare edeceksiniz artık, “Açılım” şimdilik sadece Kürt sorununda canım kardeşim!..

- Geçen gün önünden geçtiğim bir dilenci gündeme uygun dileniyordu, dedi ki: “Abicim, at şöyle ortaya bir açılım da yolumuzu bulalım beeee!..”

- Bütün ülkelerle “ticari” anlamda çok iyi anlaşan, ülkedeki her şeyi çok uluslu şirketlere satan bir iktidara sahibiz... Ne demiş işini bilen büyüklerimiz: “Ülkenizi pazarlamakla mükellefseniz anlaşmanız pek zor olmazmış...”

- 12 Eylül’ün 29’uncu yılına yaklaştığımız günlere denk düşen bir laforizma: “Askeri darbeler de gün geldi özelleştirildi bu ülkede, o yüzden bundan göreceğiniz her darbe sivil darbedir!..” (Önemli olan ayrım yapmadan ikisine de karşı durabiliyor mu yüreğin?)

- Erkekliği oluşturan Y kromozomu 300 milyon yıl önce 1400 adet gen içeriyorken, bugün gen sayısı 45’e düşmüş... Kaybettikçe erkeklik gen, amcan oluyor yengen!..

- Deniz Feneri’nin çevirisi, kuzu çevirme kapsamına alınıp mangalda yapıldığı için dosya yanmış diyorlar, doğru mu beyler?

- Gün gelir, devran döner, şimdilerde kendini çok mühim gören birileri de mühim-mat olur çıkar bu ülkede elbet!..

- Türkiye’nin güneyi görgüsüz yabancı zenginlerin lüks oteller doldurduğu bir peşkeş alanı oldu... Kendi ülkende yabancısın, yabancı ülkede zaten yabancısın... Türk insanının bir uzaylı gördüğünde artık şöyle demesi gerekmez mi: “Heeey Uzaylı dostum, sen buralara yabancısın ama ben de her yere yabancı Türküm, nabeeer?..”

- Cezaevlerindekilerin yüzde 60’ı “tutuklu” olarak yargılanmayı bekliyormuş. Yani bu insanlardan birçoğu suçlu bile olmayabilir. Yargılamanın uzaması nedeniyle adaletin sürekli geciktiği bir ülkedeyiz... Artık mahkemelerde duvara şu yazı yazılsa, ülkedeki vaziyete daha uygun olmaz mı: “Her tutuklu bir gün mutlaka adaleti tadacaktır!..”

- Bakmayın GSM şirketlerine... Doğumla-ölüm arasında sıkışan, hayatı yaşayamayan Türk insanının gerçek 3G’si şöyle oluyor: “Geldim... Gördüm... Gömüldüm...”

- Teknoloji insanı sollayan bir hızla gidiyor... Daha birbirimizin “G” noktasını bulamadan bir de baktık ki; 3G’yi buluvermişiz!..

- En az 3 çocuk isteyen Başbakan yakında “En az 3G isterim” de demesin!..

- Mübarek üç aylarda 3G’ye geçen bir toplum cami minarelerine Ramazan’da şu mahyayı neden yazmasın: “Hoşgeldin ya mübarek 3G!”

*****




Pazar fıkraları


Yıldırım Tuna’dan yine bir dolu fıkra geldi. Hepsini yayınlamak bir yana seçmesi bile zor oluyor. İşte bu haftanın fıkraları:

Satamadım ki

Zabıta sokakta oyuncak satan seyyar satıcıyı uyarıp “Belediyeden izin belgeniz yoksa bunları burada satamazsınız!..” demiş. “Hay Allah razı olsun...” diye cevap vermiş satıcı, “Tevekkeli o yüzden sabahtan beri bir tane bile satamadım!..”

Vitamin

Annenin biri eczaneye girip “Oğlum için vitamin istiyorum...” demiş. “Ne vitamini efendim?..” diye sormuş eczacı, “A, B, veya C?..” Kadın “Fark etmez...” demiş, “Henüz okuyamıyor!..”

Sesi kesildi

Kompozisyon öğretmeni öğrencilerinden geçtikleri hafta başlarına gelen olağan dışı bir olayı yazmalarını istemiş... Küçük Timmy “Geçen hafta babam kuyuya düştü...” diye başlamış kompozisyonuna, sıraların arasında gezinirken bu başlığa gözü takılan öğretmen “Aman Tanrım!..” diye çığlık atmış, “Nasıl?.. Şimdi iyi mi kendisi?..” diye sormuş heyecanla. “Sanırım iyi efendim...” demiş Timmy, “Dün geceden beri ’İmdaaatt, imdaaatt !’diye yardım isteyen inlemeleri kesildi!..”

*****




Çocuğu olan bilir (2)


Geçen hafta çocuklarla ilgili ilginç tanımlamalara yer vermiştim. İşte onların devamı:

1. Çocuklarınıza ’size itaat etmeleri için’bağırmanız, klakson çalarak arabayı yönlendirmeye çalışmanız gibi bir şeydir.

2. Yorgan döşek hasta yatan çocuğunuz, binbir zahmetle nihayet eve bir doktor getirebildiğinizde turp gibi olur.

3. Çocuklarınıza kibar ve nazik olmayı öğretin ki, yarın büyüdüklerinde arabasıyla ara yoldan ana yola bir türlü çıkamasın.

4. Çocuğunuzun yağlı-reçelli ekmeğini en yeni halınıza, yağlı-reçelli yüzünden düşürme ihtimali %100’dür. (%99 değil)

5. Çocukların yaş gününe başka çocuklar bir tek nedenle çağırılır: anne-babaların, ’beterin beteri var’deyişine bizzat şahit olup rahatlamak istemeleri.

6. Çocuğunuzun bugün giymek zorunda olduğu biricik gömlek mutlaka kirli veya söküktür.

7. Çocuğunuza illa ki bu hafta almanız gereken şey, siz aldıktan sonra indirime girer.

8. Çocukların anneleriyle paylaşmaya can attığı sadece iki şey vardır: Bulaşıcı hastalık ve annelerinin yaşı.

9. Dışarı çıkmaya can atan bir çocuğu giydirmeye çalışmak, çalışan bir dikiş makinesine iplik geçirmeye benzer.

10. Çocuklarınızı ilk iki yıl konuşturmaya, yürütmeye çalışırsınız, sonraki 16 yıl susturmaya ve oturtmaya.

11. Yaşlanırsınız ve onları evlendirip evinizi nihayet “çocuk geçirmez” yaparsınız. Ama onlar hâlâ evinize sızmanın bir yolunu bulurlar.

12. Çocuklarınız büyürler, evden ayrılırlar, kendi yuvalarını kurarlar. Ama eşyaları ilelebet evinizin bir köşesinde kalır.

19 Mayıs 2009 Salı

11 Mayıs 2009 Pazartesi

AYDINLANMA EMRE KONGAR

Emre Kongar - Resmi Internet Sitesinden alıntıdır...



AYDINLANMA

EMRE KONGAR

MARDİN OLAYI: YEREL, ULUSAL VE EVRENSEL ŞİDDETİN ANOMİDE BULUŞMASI


Herkes şaşkın...

"Böyle bir vahşet nasıl olabilir?"

"Nedir bu vahşetin nedeni?"

"Koruculuk mu?"

"Namus meselesi mi?"

"Tarla sorunu mu?"

"Sosyologlar bu konuya eğilmeli, nedenleri analiz etmeli!"

* * *

Aslında benim için olay hiç de şaşırtıcı değil.

Hatta "Bekliyordum" bile diyebilirim.

Belki Mardin'de, o gün, o saatte, o yerde değil...

Ama her gün, her saat, her yerde olabilirdi...

* * *

Şiddet ve vahşet her yerde...

Her ölçekte:

Yerelde...

Ulusalda...

Everenselde...

* * *

Yerel yapı şiddet üretiyor:

Feodal ilişkiler...

Şiddete dayalı güç hiyerarşisinin belirlediği bir düzen...

Aşiretler...

Aileler...

Kan davaları...

"Töre" ya da "namus" cinayetleri...

Çözülen bir feodal yapıda, gücünü korumak isteyenlerin acımasızlığı...

"İhkakı hak" geleneği...

Aile içi şiddet...

Aile içi taciz ve tasallut...

Ulusal yapı şiddet üretiyor:

Otuz yıla yakın bir süredir devam eden etnik terör...

Baskınlar, mayınlar, canlı bombalar...

Koruculuk sistemiyle, aşiretlerin, şiddete eğilimli kişilerin eline verilen silahlar...

Ülkedeki genel silahlanma, tabancalar, pompalı tüfekler, neredeyse her evde, her arabada bir silah...

Çocukların elinde kurusıkı tabancalar...

Trafik sorunlarında bile silaha sarılanlar, yol verme kavgasından çıkan cinayetler...

Zaman zaman başkaldıran, gençleri, aydınları katleden ülkeyi kana boyayan kafatasçı, dinci, mezhepçi, goşist ideolojilere dayalı terör...

Şiddete dayalı siyaset...

Evrensel yapı şiddet üretiyor:

Dünya çapındaki savaşlar, işgaller, terör ve şiddet...

Amerika'nın dünya egemenliği iddiasını askeri yöntemlerle sürdürmesi...

Amerikan hegemonyasına karsı, siyasal, radikal İslamcı direnişin kullandığı terör...

Sivilleri hedef alan kitle terörü...

Canlı bombalar...

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi uygarlığın, yalnızlığın, umutsuzluğun ürettiği bireysel terör:

Okulunu basan, katliam yapan öğrenciler...

Ailesini katleden babalar...

Ve hepsinin arkasında:

Şiddeti olağanlaştıran televizyon dizileri...

Şiddeti yücelten, kutsayan filmler...

* * *

Bütün bu yerel, ulusal ve evrensel ögeleri birleştiren, bütünleştiren ve bu trajediyi yaratan anomi yani kuralsızlık...

Anomi sonucu:

Umutsuzluk ve isyan!

* * *

Hem yerel, hem ulusal hem de evrensel nedenleri olan bir sorunun çözümü kolay değildir...

Hele hele bu konularda yapısal önemler almak hiç kolay değildir...

Ayrıca asıl soru şu:

Önlemleri alacak olanlar bu nedenlerin farkında mı?

Not: Sevgili okurlarım, bir seyahat nedeniyle Perşembe'ye kadar yokum.

Jurnal Net Remzi Kitabevi

Yiğit Bulut Rifat Hisarcıklıoğlu'na tepki göstermek yerine düzenleme yapın

Türkiye, bu ülkenin şımarık çocuğu olan bankacılık sektörüne dünya standartlarında düzenlemeler getiremez ise asla kalkınamaz. Sayın Başbakanım, burada 'ilk çiviyi' çakacak olan da yine sizsiniz.
Pazar günü bir gazetenin manşet haberlerinden biri, Başbakan, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'na tepki gösterdi ve uzattığı eli sıkmayarak, bankalara karşı ses çıkarın mesajı verdi. Haber daha sert ifadeler içeriyor ama ben özetini bu şekilde aldım. Ana fikir belli: Başbakan, bankalara kızıyor ve TOBB'a "ses çıkarın, birşeyler yapın" diyor. Ben de daha önce defalarca söylemiş biri olarak diyorum ki, TBMM'de en büyük guruba sahip olan ve istediğiniz her kanunu çıarma yetisine haiz olan siz yapın Sayın Başbakan! Bu noktada biraz geriye dönelim ve detaylara bakarak soralım, TOBB gerçekten sessiz mi?
TOBB sessiz kalmadı
Geçmişte yazdım şimdi yine yazıyorum: Sessiz değil. TOBB Başkanı bundan çok kısa bir süre önce çok önemli bir konuya değindi ve özetle şunu söyledi; "Reel sektör ağlarken, bankacılık kesiminin yüzünün gülmesi ve mutlu olabilmesi mümkün değil. Bizlerin ağladığı bir dönemde bankalar çok mutlu ve büyük bir kâr patlaması yaşıyorlar." Uzun lafın kısası: Bankacılık sektörü ile ilgili TOBB'dan ve Başbakan Erdoğan'dan gelen eleştiriler bana göre de son derece haklı ama ilk icraat siyasi otoriteye düşüyor. Peki Türkiye'de durum nasıl? Değerli dostlarım, bir ülke düşünün bankacılık sektörü ile vatandaş arasındaki "bütün düzenlemeler" vatandaşın aleyhine yapılmış. Bir ülke düşünün "dünyada eşi benzeri olmayan" bir uygulama yapılıyor. Konut kredisi alıyorsunuz, adına dünya ile uyumlu şekilde mortgage diyorlar ama yaptıkları dünya yüzeyinde eşi benzeri olmayan detaylar içeriyor.
Her şey vatandaşın aleyhine
Konuta karşılık verilmesi gereken kredi için bütün mal varlığınız hatta ailenizin bütün varlıkları tehdit altına alınıyor. Bir ülke düşünün "bankadan gelen öde emrine" itiraz etmeniz için "önce ödemeniz" sonra "Yargı makamına" gitme hakkınız var! Bir ülke düşünün düşük kredi faizi diyerek reklam yapılıyor, işlem yaptığınızda peşin komisyon, dosya parası, kur farkı gibi abuk subuk kalemler ile kredi faizi inanılmaz noktalara geliyor. Bir ülke düşünün aylık kredi kartı gecikme faizi ABD ve AB'deki yıllık faizden daha yüksek! Bitmedi! Bir Ticaret Kanunu düşünün bütün detaylar vatandaşın aleyhine çalışıyor ve size gönderilen ödeme emrine itiraz etmeniz için en az o ödeme kadar paranız olması gerekiyor! Bir ülke düşünün bankaları "katrilyonlarca" kâr açıklarken, reel sektör yok oluyor! Var mı böyle "kârlı, ballı" bir ticaret, vatandaşını bankalara bu kadar ezdiren başka bir "mekan"! Var mı!
Bankalarda kâr patlaması
Değerli dostlarım, Hisarcıklıoğlu söyledi, hakkını teslim edelim hatta bakın neler dedi: "Her sektör kan kaybederken bugün bankacılık sektörü kâr patlaması yaşıyor. Ama kâr patlaması yaşamasının altında yatan neden şu; bankada mevduatınıza en fazla yüzde 12-12,5 faiz veriyorlar. Şirketlere açılan kredilerde ise en sağlam olan şirkete yüzde 20, normal verilebilecek kişiye de yüzde 25 faiz uyguluyorlar. Tam yüzde 100 fark var. Böyle bir şey olmaz bu insafsızlık. Yüzde 12,5 ile mevduat toplayacak, yüzde 25 ile kredi vereceksin. Bunu kabul etmek mümkün değil. Eğer buradan hep beraber çıkacaksak, birlikte sorumluluğumuzu da bilmemiz lazım. Aslında bir bankacı olarak düşündüğünüz zaman yüzde 25 faizle kredi vermek dururken, neden yüzde 14'le devlete para satıyorlar. Çünkü paraya ihtiyacı olan daha güvenilir bir yer var. İşi sağlam gördükleri için hazine bonolarına yatırımı tercih ediyorlar. Şimdi de bize insafsızca yükleniyorlar. Devletin iç borçlanma ihtiyacının bu nedenle azaltılması lazım."
Lobilerden çekinmeyin
Bu noktada bankacılıktan şikayet eden Sayın Erdoğan'a sesleniyorum; son derece haklısınız, yaptığınız her eleştirinin bir vatandaş olarak sonuna kadar arakasındayım. Türkiye, bu ülkenin "şımarık çocuğu" olan bankacılık sektörüne "dünya standartlarında" düzenlemeler getiremez ise çok net söylüyorum; asla ama asla kalkınamaz! Kalkınamaz! Ama Sayın Başbakanım, burada "ilk çiviyi" çakacak olan da yine sizsiniz! Size bir vatandaş olarak çağrıda bulunmak istiyorum; "mortgage" düzenlemesinden başlamak üzere, Türk Ticaret Kanunu dahil "her satırı" vatandaşımızı koruyacak şekilde, ABD ve Avrupa Birliği (AB) düzeyine getirelim! Bunu yapalım! Bankacılık lobilerinden korkmayalım, çekinmeyelim. Bunu yapın, bu ülke sizi asla ama asla unutamaz!

5 Nisan 2009 Pazar

belgesel paranın olmadığı ütopik bir yeni dünya düzeni öngörüyor

VATAN DIŞ HABERLER


İnternette 100 milyon insan tarafından izlenen bir belgesel paranın olmadığı ütopik bir yeni dünya düzeni öngörüyor. Bu düşün gerçekleşmesi için 450 bin kişi destek veriyor.

Son iki yılda 100 milyon insanın izlediği bir belgesel, özellikle dünya gençleri arasında bir çılgınlığa yol açtı. Parasal düzenin tüm insanlığı hapsettiğini, büyük şirketlerin ve bankaların da bu sisteme yardım ettiğini savunan Zeitgeist belgeselleri, alternatif olarak paranın olmadığı yeni bir dünya düzenini ortaya atıyor. “Venüs Projesi” olarak adlandırılan bu sisteme göre yeni dünyanın özgür vatandaşları, bilgisayarlarla yönetilen, kaynakların eşit olarak paylaşıldığı, çevre dostu kentlerde yaşıyor, kişisel uçaklar ve sürücüsüz otomobillerle dolaşıyor. Belgeselin yapımcısı Peter Josephs ve Venüs Projesi’nin fikir babası ünlü fütürist John Frasco’ya göre, dünyadaki tüm sorunların kökeninde, para yatıyor. Eğer, para ortadan kalkar ve dünyadaki tüm hizmetlerle mallar, yani ekonomik kaynaklar eşit olarak dağılırsa, barış ortamı oluşur. İkili buna Kaynak Bazlı Ekonomi adını veriyor. Yani değiş tokuş değil, kaynaklar tüm topluma eşit olarak paylaştırılıyor. Tüm dünyada büyük ilgi gören Zeitgeist belgeselinden sonra Venüs Projesi’nin daha da ilerletilebilmesi için California’da kurulan vakfa, 450 bin kişi üye oldu.

İKTİDAR YAPAY ZEKADA

- Venüs Projesi’nin öngördüğü şehirlerin özelliği, Sibernetik Yönetim.. Şehir merkezde, bu yapay zeka ile yönetiliyor. Buna göre, şehirlerin ulaşım, tarım, temizlik gibi tüm yönetimi büyük bir bilgisayara bağlı. Örneğin, tarım bölgesinde toprağın sulanması kararları, gelecek günlerdeki beklenen yağmur miktarı, topraktaki nem oranı ve daha birçok jeolojik bilgi analiz edilerek alınıyor. Ulaşım ise, araçlardaki ve yollardaki sensörler yardımıyla denetleniyor.

- İnsan yaşamı için gereken giyim, beslenme, ulaşım, barınma, sağlık hizmetleri gibi gereksinimler, teknoloji tarafından sağlanabilir. Buna tükenmeyen, güneş ve rüzgar enerjisi gibi çevre dostu enerji kaynakları da eklendiğinde, ortaya “mükemmel” bir toplum çıkıyor...

- Kaynaklar, eşit dağılacağı, enerji de tükenmeyeceği için insanlarda zaten parasal düzenin yarattığı rekabet ve hırs duygusu ortadan kalkıyor Bu toplum da, rekabet ya da para, şöhret ya da güç peşinde değil de, kişisel rüyalarının peşinde koşuyor.

- Para kazanma veya borç ödeme derdi ortadan kalkacağı için, aynı şeyi üreten onlarca fabrika da yok.

- Bir malı en kaliteli şekilde üreten birkaç fabrika, tüm talebe yetebiliyor. Para olmadığı için, bankacılık, sigorta, reklam, yatırım sektörleri de bulunmuyor.

- Alışveriş merkezlerinde alışveriş, paraya değil isteğe göre gerçekleşiyor. Yani isteyen, istediği şeyi, istediği zaman mağazaya girip alabiliyor.

- Ulaşım kişisel uçaklar veya sürücüsüz otomobillerle sağlanıyor. Evler daha önceden inşa edildiği için, isteyen istediği yerde yaşayabiliyor.

- İnsanlar, yaşamlarını istediği meslekle sürdürdüğü ve trafik olmadığı için stres bu şehre uğramıyor.

Sürücüsüz TAŞITLAR

Tek ve güçlü bir lokomotifin çektiği vagonlar, istendiği zaman yukarı veya aşağı hareket edebilecek. Böylece, tek bir lokomotif, birçok farklı noktaya vagon taşıyabilecek. Tren yolları katlı olacak. Böylece, bir istasyona gelindiğinde, bir vagon, otomatikman aşağı inebilecek ve diğer bir lokomotife eklenebilecek. Otomobiller de Magnetic Levitation (Manyetik yükselme) prensibi ile çalışacak. Yani otomobiller, manyetik alan yaratarak, yerin birkaç santimetre üzerinde havada uçacaklar. Elektrik ile çalışacaklar. Şöför olmayacak. yolcuların sadece nereye gideceklerini sesli olarak söylemeleri yeterli olacak. Her birince sensörler olacağı için, takip mesafesi sabit kalacak.

Transparan Şehirler

Şehirler çember şeklinde inşa edilecek. Şehrin göbeğinde, kreş, eğitim merkezleri ve iletişim merkezleri olacak.. Çevredeki tarlalarda organik tarım yapılacak. Güneş ışığının bu bölgelere daha rahat gelmesi için binalar, transparan olacak.

Su üzerinde yaşam

Projede suyun üzerinde de yaşam var. Yapay adacıklara kurulan koloniler, enerjisini su altı dalgalarından elde ediyor. Deniz üzerindeki veya kenarındaki şehirler için tasarlanan gemilerde de trenlerdeki gibi “geçmeli” sistem olacak. Yani yük veya insan taşıyan “modüller”, lokomotif işlemi gören parçaya eklenip çıkarılabilecek.

Akıllı evler

Önceden tamamen çevre dostu olarak inşa edilen evler, istenen yere monte edilebilecek. Çevre ile uyumlu olarak inşa edilecek evler, isteğe göre deniz üzerinde, deniz altında veya dağların tepesinde kurulabilecek. Evlerin güneşe bakan pencereleri, güneş enerjisi üretiminde kullanılacak. Her biri 1.6 kilometre yüksekliğinde gökdelenlerde binlerce insan yaşayacak. Böylece kentlerde daha çok alan park veya ortak yaşam alanı olarak ayrılabilecek.

1 Nisan 2009 Çarşamba

yigit bulut yorum analiz


Seçim sonuçlarını bu tek cümle ile özetliyorum. Seçmen, AKP'ye "kuantum düşün" yani "bütün ihtimaller aynı anda gerçektir" mesajını verdi. Peki siyasi propaganda ile vatandaşın düşünce ve davranışları kontrol edebilir mi? Dünya genelinde düşüncelerimizi kimler, nasıl kontrol ediyor? Piyasaları kim kontrol ediyor? Var olan dünya düzeni kontrol altında mı? Benzeri sorulara cevap arayalım. Değerli dostlar, bu sorular son günlerde Avrupa Birliği (AB) ve ABD kamuoylarında daha yüksek sesle tartışılmaya başlanırken, bu köşede yıllardır tartıştığımız "Hegelian felsefeyi" temel alan teknik ile dünyanın şekillendirildiği iddiası da daha büyük kitleler tarafından kabul görmeye başladı; tezi yarat, antitezi şekillendir, senteze var.
Zihin kontrol edilebilir mi
Daha açıkçası; etkiyi veya tepkiyi bilinçli şekilde kontrol et, arada kalanlar veya bir uca karşı olanlar, karşı tarafta olsalar bile yine senin kontrolün veya varmak istediğin tezin parçası olsunlar. Örnek; iki kutuplu dünya ve yapılan milyarlarca dolarlık silah yatırımı, Kızıl Ordu korkusu ile aldığımız milyar dolarlık hurdalar ve girdiğimiz borç batakları, terörist etki ile işgal edilen ve ABD halkına ödetilen en az 3 trilyon dolar. Değerli dostlar, konu daha detaylandırılabilir. Bugün bu detaylara girmeden piyasalar için, daha doğrusu piyasalarda bireysel başarınız için sizlere çok önemli bir soru sormak istiyorum; "Ekonomik, siyasi ve finansal kararları ürettiğimiz çanağımız, yani zihnimiz kontrol edilebilir mi?" Veya daha az iddialı şekli ile; çıktı ürettiğimiz zihnimize nereden girdi sağlıyoruz ve kendimiz karar aldığımızı sandığımız bir süreç içinde "input"dan ne kadar bağımsız kalabiliyoruz?
Bu soruların cevaplarını Hegelian tekniğin ekonomik-siyasi hayatımızı şekillendirdiğinin daha yüksek sesle iddia edildiği şu günlerde sizlere bırakıyor ve "girdi"den, "input" gerçeğinden bağımsız kalmak adına sizleri her şeyin mümkün olduğu kuantum dünyaya çekmek istiyorum.
Nedir kuantum? En güzel açıklayan örnek; "Schrödinger'in kedisi." "Nasıl yani, kedi ile kuantumun ne alakası var" diyorsanız ve merak ediyorsanız, lütfen devam edin.
Schrödinger'in kedisi
Kuantum teorisyeni Erwin Schrödinger tarafından ortaya atılan ve amacı kuantum gerçeklikleri örneklemek olan Schrödinger'in kedisi, bugüne kadar bilim dünyası tarafından aranan birçok sorunun cevabını içermesi açısından, etkileyici bir dinamik. Peki detayı ne ve finans piyasaları ile ilgisi ne? Bildiğiniz gibi Schrödinger'in kedisi ışık ve ses geçirmeyen bir kutuda yaşar ve kutunun içi dışarıdan kesinlikle görülemez. Kutunun içinde, kedinin sağlıklı besinle veya zehirle beslenmesine yol açan, radyoaktif maddenin gelişigüzel bozunması sonucu çalışan bir sistem mevcuttur. Bozunma sonucu ortaya çıkan parçacıkların çarpmaları, kedinin besinle veya zehirle beslenmesine yol açar. Normal şartlar altında, düğmenin çalışması sonucu, kedi zehirlenir veya beslenir. Kuantum gerçeğinde durum sade gerçekten farklıdır. Schrödinger'in kedisi için, bütün ihtimaller aynı anda varolur. Kedi beslenir, zehirlenir veya aynı anda hem beslenir, hem zehirlenir.
Kutu ses ve ışık geçirmediğinden kedinin ölü, canlı veya hem ölü, hem canlı olduğu ortamı veya bu ortamın varolduğu kesitleri biz dışarıdan algılayamayız. Kediyi gözlemlemek için kapağı kaldırmamız gerekir. Gözlemi yaptığımız an, kediyi ya ölü, ya da canlı görürüz. Aynı anda varolan birçok gerçekliği veya ihtimali, algılama anında tek seçeneğe indirger ve durumu öyle algılarız. Daha doğrusu, gözlemlediğimiz gerçekliği belirleyen veya değiştiren bizim gözlemimizdir. Yaptığımız gözlem sırasında çok boyutlu ihtimallerin varolma, hatta aynı anda varolma gerçekliğini, gördüğümüz gerçeğe indirgeyerek, yaptığımız gözlemin bir parçası oluruz. Kediyi öldürürüz veya yaşatırız.
Piyasa dinamik bir sistem
Değerli dostlar, şimdi gelin bu gerçeği hayatımıza aktaralım. Günlük hayatta olayları ve hayatın gerçeklerini nasıl algılıyoruz? Piyasa, kedinin kutunun içinde bulunduğu gibi, birçok dinamiğin, birçok durağan ile etkileşime girdiği ve bu etkileşimin, insana değin gerekçelerden oluşan bir sarmalın içinde oluştuğu, dinamik bir sistemdir. Bütün ihtimaller aynı anda varolmasına rağmen, piyasayı algılayanlar, yaptıkları gözlemler ile kutunun kapağını kaldırarak olaya müdahil olurlar. Kutu kapalıyken bütün ihtimaller aynı anda varolabilir. Kapağı kaldıran bizler, bireysel veya toplumsal olarak yaptığımız gözlemin bir parçası olur ve sadece kapağın açık kaldığı süre içinde gördüğümüz sahneyi gerçek olarak algılarız. Aynı anda var olma gerçeği kapak kapanınca kaldığı yerden devam eder. Olaya dahil olduğumuz saniye, bizim piyasaları veya daha geniş bir açı ile bakmak gerekirse, hayatı algılayıp, sadece eldeki gözlem bilgisi ile hayati kararların çekirdeğini oluşturmaya adım attığımız ilk andır.
İhtimaller aynı anda gerçektir
Sonuç 1: İçinde yaşadığımız sistem içinde bütün ihtimaller aynı an gerçektir. Gerçekliği belirleyen bizim olaylara müdahil olduğumuz (kapağı kaldırdığımız) andır. Bu noktada sağlanan girdiye dikkat edenler diğerlerine görez gerçeklerini değiştirme fırsatını yakalayanlardır.
Sonuç 2: Türkiye için de bütün ihtimaller aynı anda gerçektir. Kendini Türkiye'nin tek gerçeği sananlar ve vatandaşın davranış ve düşüncelerini yüzde 100 kontrol ettiğini sananlar yukarıdaki kuantum mesajını bence çok ama çok iyi anlamaya çalışsınlar.
Son söz: Herkes geçer, Türkiye Cumhuriyeti kalır.
Not: Pazartesi piyasalarda gördüğümüz sıkıntı bazılarının iddia ettiği gibi seçim sonuçlarından kaynaklanmıyor. Cuma akşamı DOW endeksi 7.800-8.000 arasındaki ikinci denemesinde de başarılı olamadı ve 7.500 desteğine doğru geri çekiliyor. Böyle bir yapı içinde Türk piyasalarının da dünya ile paralel bir şekilde bozulması gayet doğal.

22 Mart 2009 Pazar

leman son kapak 22 03 2209











yılmaz özdil yazıları 22032209

Yılmaz ÖZDİL

Nerelisin hemşerim?


AKP adresleri karıştırdı... Giresun Şebinkarahisar’a "Sen İstanbul’sun büyük düşün" pankartları asıldı!

İlk bakışta çok matrak gibi görünüyor ama, "eğrisi doğrusuna denk geldi" aslında...

*
Çünkü, Giresun’da kütüğü Giresun olan 371 bin Giresunlu yaşarken, İstanbul’da 457 bin Giresunlu yaşıyor!

*
Normalde, Sivas’a, Erzincan’a, Sinop’a, Bayburt’a, Rize’ye, Çankırı’ya ve Kastamonu’ya da "Sen İstanbul’sun" pankartları asılmalı... Çünkü, Sivas’ta 583 bin Sivaslı otururken, İstanbul’da 688 bin Sivaslı oturuyor! Rize’de ne kadar Rizeli varsa, İstanbul’da da o kadar Rizeli var... İstanbul’daki Sinopluların sayısı, Sinop’taki Sinopluların iki katı... Kastamonu’da kütüğü Kastamonu olan 323 bin Kastamonulu var, İstanbul’da 519 bin!
*
"Ne malum hemşerim?" derseniz, kıçımdan uydurmuyorum, İstatistik Kurumu’nun adrese dayalı nüfus sayımı sonuçlarından aktarıyorum.
*
Adana’da 339 Çanakkaleli var. Adıyaman’da 28 tane Tekirdağlı; Bolu’da 34 tane Hakkárili; Eskişehir’de 45 bin tane Afyonlu; Gaziantep’te 894 tane İzmirli yaşıyor. Antalya’da en çok Konyalı var; 63 bin tane... Boşuna "Konyaaltı" denmiyor yani!

*
Edirne’den Ardahan’a klişemiz boşuna değil... Edirne’de 512 Ardahanlı var, Ardahan’da 67 Edirneli... Kuzeyden güneye bak; Sinop’ta 139 Mersinli yaşıyor, Mersin’de 559 Sinoplu.
*
"Başkent Çorumlu" desek, sürçü lisan etmiş olmayız; 324 bin kişi... Her 5 Ankaralıya 1 Çorumlu düşüyor... Ankaralılar Ankara’dan sonra en çok İstanbul’da; 76 bin kişi... En az Kilis’te 140 kişi... Muğla’da Adana’dan iki kat fazla Ankaralı yaşıyor; 7 bin.
*
Diyarbakır’da en az Bilecikli var, 202 kişi... En fazla Mardinli var, 68 bin kişi... Diyarbakır’dan sonra en fazla Diyarbakırlı İstanbul’da, 154 bin... En az Diyarbakırlı Karabük’te sadece 55... Türkiye’de toplam 1 milyon 810 bin Diyarbakırlı var; 533 bin Diyarbakırlı Diyarbakır dışında yaşıyor.

*
Trabzon’daki Trabzonluların yarısı kadarı İstanbul’da; 358 bin... Bana enteresan geldi; Ankara ve İzmir’den daha fazla Kocaeli’de oturuyor Trabzonlular; 48 bin.

*
İzmir’de... 10 bin Bingöllü, 13 bin Batmanlı, 19 bin Tuncelili, 20 bin Ordulu, 23 bin Ardahanlı, 25 bin Bitlisli, 26 bin Elazığlı, 30 bin Kayserili, 31 bin Malatyalı, 35 bin Tokatlı, 36 bin Şanlıurfalı, 48 bin Muşlu, 59 bin Ağrılı, 60 bin Diyarbakırlı, 60 bin Sivaslı, 69 bin Karslı, 115 bin Konyalı, 121 bin Erzurumlu, 122 bin Mardinli yaşıyor... Bi türlü alamadıkları için "gávur" dedikleri İzmir bu.
*
Türkiye’nin en kalabalık hemşo kitlesi, kütüğünde "İstanbul" yazanlar... Toplam, 2 milyon 432 bin İstanbullu var. 289 bin İstanbullu, taşı toprağı altın dememiş, gitmiş, İstanbul dışında yaşıyor... 3 bini Adana’da, 18 bini Bursa’da, 35 bini Ankara’da, 23 bini Antalya’da, 246’sı Bitlis’te, 32 bini İzmir’de, 27 bini Tekirdağ’da, 253’ü Iğdır’da, 2 bini Samsun’da...


İstanbul’da en çok İstanbullu Kadıköy’de yaşıyor; 185 bin... Üşenmedim, baktım, İstanbul’daki İzmirliler de, en çok Kadıköy’de yaşıyor... Dolayısıyla, "Burada seçimi kazanır mıyım acaba" diye merak eden arkadaş, havada bulut, sen Kadıköy’ü unut... En az İstanbullu, 8 binle Sultanbeyli’de.

*
İstanbul’da en az Hakkárili var; 7 bin kişi... En çok Kastamonulu Bağcılar’da, en çok Sivaslı Ümraniye ve Káğıthane’de; en çok Karslı Küçükçekmece’de; en çok Diyarbakırlı Bağcılar’da; yazının başına dönersek, en çok Giresunlu Beyoğlu’nda yaşıyor.

*
Şimdi sıkı durun!

81 şehrimizin 81’inde de, 81 şehrimizden insanlarımız oturuyor...

81’de 81.

İç içe.

*
Vanlının olmadığı, Aydınlının olmadığı, Burdurlunun olmadığı, Samsunlunun olmadığı, Muşlunun olmadığı bir şehrimiz yok... Muş’ta olmayan, Van’da olmayan, Aydın’da olmayan şehrimiz de yok.

*
Anneannem Giritli, dedem Bursalı, anam Mardinli, babam Aksaraylı, kayınvalidem Aydınlı, kayınpederim Nazillili, eşim Stuttgartlı, kızım İzmirli, İstanbul’da oturuyorum... Sanırım, dünyada şark çıbanı olan tek Giritli benim anamdır.

*
Komşu, arkadaş.

Gelin, damat, dünür.

*
Özetle.

Hálá "biz kimiz?" diyorsanız...

Aha işte tablo...

Etle tırnağız.
22 Mart 2009

22 mart yazıları


Mesela

Başbakan Erdoğan 18 Marttaki Çanakkale mitinginde dedi ki:
“Çanakkale böyle gidemez. Bu değişimi AKP ile yapacağız. Daha modern, daha çağdaş bir Çanakkale istiyoruz. Çanakkaleli hizmete mi prim verecek, ideolojiye mi? Eğer ideolojiye prim vermeye devam ederse, bu Çanakkale daha çok çekecek. Bütün yokluklar burada aynen devam edecek. Ama hizmet siyasetine oy verirse, Çanakkale daha modern ve çağdaş yaşam koşuluna ulaşacak.”
Çanakkale 1915’de düşse, mesela İngiliz işgaline uğrasaydı. Acaba işgal komutanı Çanakkalileri bu kadar ağır tehdit eder miydi?

melih asık kösesi


17 Mart 2009 Salı

bekir coskun/ yılmaz özdil yazıları hürriyet

Bekir COŞKUN Beni kovarlar mı?..
BENİ kovacaklar mı, kovmayacaklar mı?..Başbakan "Bunu kovun" der mi?.. Derse kovulur muyum, kovulmaz mıyım?..O yürekli dört kadının programında Çiğdem Anad, Ertuğrul Özkök’e "İktidar diyet isterse Bekir Coşkun’u kovar mısınız?" diye sorunca tartışma sürüyor, yazılar yazılıyor, herkes fikrini söylüyor, okurlarım durmadan görüş bildiriyor..."Seni kovmazlar" diyen de var, "Seni kovacaklar" diyen de.Herkes tartışıyor, ben hariç...Avukatların kavgası bitince, hakkında karar verilecek sanık gibi şaşkın öyle bakıyorum. Bakıyorum; ben ne olacağım?..*En son; Başbakan’ın sözcüsü iken şimdi Radikal’de köşe yazarı olan Akif Beki yazdı. Belki de hálá kendini sözcü görüp her "Akif de ki..." denildiğinde açıklama yapma alışkanlığındandır. Akif Deki’nin yazısı iki bölüm. Birinci bölümde gruba uygulanan vergi cezasından söz edip "Yanlış hesap varsa Bağdat’tan döner" diyor, bu iyi...Sonra sıra geliyor bana ve diyor ki:"Yazılana-çizilene cevap vermekse mesele (başbakan) asla vazgeçmez... Dişe diş, söze söz diyenlerdendir. (...) Hele bir de milletse hakkı gasp edilen, milletse hakarete maruz kalan. (...) Diyet falan istemez... Sadece iftiraya-hakarete izin vermeyin der. (...) Hadi sayın Başbakan’a reva gördünüz, çoluk çocuğuna karışmayın....."*Yani ben millete hakaret ettiğim içinmiş tüm bunlar...Başbakan diyet falan istemezmiş ama; "dişe diş"miş...Ve nihai uyarı:"Çoluk çocuğuna karışmayın"mış...*Birincisi; ben millete hakaret etmedim, etmem de... O benim milletim... Sadece milletin aldanmasına-aldatılmasına katlanamam...İkincisi; Akif Beki’nin yazısında dahi milletin hakkını gasp etmemden söz edip, peşinden "çoluk çocuğuna karışmayın" ne demek?..Hani sorun milletin hakkıydı?..Yani milletin gözünün içine baka baka "çoluk çocuğa" alınan medya grupları, gemicikler, mücevheratçılar vs. milletin hakkını gasp olmuyor, bizim yazmamız gasp oluyor!..*Üç; yine de sorun bensem... "Dişe diş" sıra bana gelmişse...Ben de gidip duvarlara yazarım yazılarımı...
----------------------------
Yılmaz ÖZDİL *hürriyet
Hafta içi mitinge gidenler sigortalı yapılsın, asgari ücret bağlansın...Başbakan salı miting yapıyor.Dolu.Baykal çarşamba miting yapıyor.Dolu.Bahçeli perşembe miting yapıyor.Dolu.*İstatistik enstitüsünün zahmet edip işsiz sayısı açıklamasına gerek yok aslında... Meydanlar işsizliğin kanıtı.*Bakın dün pazartesiydi.İlk iş günü.Mesai saati içinde üç şehirde miting vardı!*"İşsizlik patladı" denilen Fransa’da mesela... Sarkozy, pazartesi günü mesai saati içinde Lyon’da miting yapsa, üç beş hapçıdan başka konuşacak adam bulabilir mi? Almanya’da mesai saati içinde sokağa çıkma yasağı var zannedersin!*Demirel’in en güçlü olduğu dönemi hatırlayın... Ecevit’in yıkıp geçtiği günleri... Hafta içinde miting var mıydı?*Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingi, kanlı 1 Mayıs... Hangi gündü? Pazar... Çünkü, öldük bittik denilen 1977’de bile insanların iyi kötü işi vardı... O sene 1 Mayıs farz edelim çarşambaya denk gelseydi, kaç kişi işinden izin alıp gelebilirdi?*Şimdi çık Taksim’e...Her gün miting!*Veya... Dükkánı kapatıp cuma namazına gidenlerin sayısındaki artış, ahalinin dünyevi maddiyattan uzaklaşması mıdır, yoksa zaten siftah yapamadığı için bari gidip Allah’a yakarma çabası mıdır?*Kalabalıksa maharet...Zuhuratbaba, sanırsın başbakan.*Nimet Abla...Rahmi Koç.*Özetle.İşçisin sen işçi kal derdik. Kızarlardı.Sen bilirsin birader...Büyük düşün, işsiz kal.

3 Mart 2009 Salı

adaylarımız..


......Ama belediye denince, bence en yakışanları şunlar:

Muhsin Korumaz, Oğuz Satıcı, Gülşen Arpalık, Salih Kalender, Osman Aldırmaz, Salim Kaygısız, Emin Halebak!
yılmaz özdilden..

utanırım -bekir coskun

Bekir COŞKUN
Utanırım...

BAŞBAKAN, Deniz Baykal ile televizyona çıkıp yüz yüze, herkesin gözü önünde tartışmak istemiyor.

Ben de olsam televizyona çıkmam...


Sonra Baykal bana, "Şu Deniz Feneri davasının Türkiye’ye uzantılarını Alman Mahkemesi tespit etti, şunu bir konuşalım" dese...

Ne yanıt verebilirim?..

Ya da "Şu damadın şirketine iki kamu bankasından alınan para ile gazete-televizyon aldındı mı?" diye sorsa...

Ne diyebilirim...

Sesim çıkmaz...

Utanırım...

Diyelim ki "Üniversiteyi bitirmiş gençlerin tümü işsiz. Babalarının-annelerinin sorgulayan bakışlarından kaçmak için akşamları sofralara oturmuyor çocuklar... Sizin ise daha kolejde okuyan çocuklarınız bile şirket-mirket kurup zengin oluverdiler... Nedir bunun sırrı?" diye sorsalar bana...

Sıkılırım...

Elim-ayağım titrer...

Yüzüm kızarır...

Ter boşalır yanaklarımdan...

*

Soruldu diyelim:

"Nedir bu gemicik hikáyesi?.."

".........?"

"Nedir bu altın-mücevherat işi?.."

".........?"

"Nedir şu anda ailenin mal varlığı?.."

".........?"

"Cumhuriyetçiler evlerinden toparlanırken ’yargıya güvenin" diyorsun da, sıra dokunulmazlıkların kaldırılmasına gelince niye ’yargıya güvenmiyorum’ diyorsun?.. Niçin kaldırmıyorsun şu dokunulmazlıkları?.."

".........?"

"İnsanların yatak odalarını dinletiyorsun da, kendi yolsuzluk dosyalarınıza bakılmasına niye izin vermiyorsun?.."

".........?"

*

Denilse...

Ne yaparım ben?..

Kanım çekilir, kanım...

Bir daha meydanlara çıkıp bakamam insanların yüzüne...

Utanırım...



3 Mart 2009

1 Mart 2009 Pazar

Eşeklik..

Bekir COŞKUN

Eşeklik...


BİR şeffaf káğıdın (sanırım aydınger káğıdı) üzerindeki dünya haritasında en çok hırsızlığın olduğu ülkeleri taradılar.

Arkasından bir başka şeffaf haritada en çok ırza geçilen ülkeleri, bir başka şeffaf haritada en çok cinayet işlenen ülkeleri, bir başka haritada en çok dolandırıcılığı, bir başkasında yoksulluğu, bir başkasında açlığı...

Bir başka şeffaf harita üzerinde de hayvanlara en çok eziyet eden ülkeleri taradılar...

Tüm haritaları üst üste koyup ışığa tuttular.

Hepsi tamı tamına çakışıyordu...

Bu ülkelerin hangi bölge ülkeleri olduğunu tahmin edersiniz, utanıyorum, dilim varmıyor...

*

Televizyonda doğa-belgesel yayını yapan kanallar (örneğin; National Geographic) hayvansever örgütlerin Ortadoğu’ya gidip eşekleri korumaya çalıştıklarını görüntülerle veriyorlardı.

Bir eşeğin üzerine İsrail bayrağı çizmişler, eşek kızgın kalabalığın ortasında ve insanlar ona el-kol hareketleriyle küfrediyorlar, yumrukluyorlardı.

Sonra korkunç bir şey başlıyor.

Taşlıyorlar eşeği...

Eşek şaşkın...

Kaçmak istiyor, çevresini sarmış kara sakallı insanlar öyle kalabalık ki, gözlerini kapatıyor eşek.

Ve eşeği linç ediyorlar, hayvan kanlar içinde can veriyor.

*

"İsrail’i telin"
meydanına giderken mutlu mutlu kuyruğunu sallayan eşek (O sanıyor ki iyi bir yere gidiyor) sadece bir-iki-üç değil.

Ya da sadece İsrail’e kızmış insanların yaptığı bir tek olay değil bu.

Dün akıl almaz hayvan düşmanlığı öyküleri geliyordu bilgisayarıma; bizim Marmaris’ten, Tuzla’dan, İstanbul’dan, Van’dan...

*

Eşeğin üzerine İsrail bayrağı çizip onu linç etmekle, 7 milyonluk İsrail’in önünden kaçan 200 milyonun öyküsü birbirini tamamlar ve birbirinin ayrılmaz parçasıdır aslında...


Bu uygarlaşan dünyada ilkellik asıl düşmanımızdır.

İlkel kalıp kazanamayız...

Marmaris’te, İstanbul’da, Van’da... Ya da Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde...

O harita gözümün önüne geliyor...

Kapatıyorum gözlerimi...



1 Mart 2009

1 mart yazıları

Melih AşıkAçık Pencere

pandikyan Efendi
Ülkeler silahlı ya da silahsız işgal altına düştüğünde geçim yolu olarak işbirlikçiliği seçen kansızlar çıkar otaya... Bunlar güvenlik görevlisi de olabilir, siyasetçi de, gazeteci de... Bunların işgalci efendilerine yaranmak ve iyi yaşamak için satmayacakları inanç, harcamayacakları değer yoktur... İşbirlikçinin milliyeti de yoktur...
İlhami Soysal, Bengi Yayınevi’nce yeni baskısı yapılan “Kurtuluş Savaşında İŞBİRLİKÇİLER” adlı kitabında anlatıyor...
İstanbul’da Tahsin, Müdür Muavini Kemal, Hafız Sait, Sakallı Cemil, Yolgeçenli Yusuf gibi polis şefleri, Osmanlı Devleti adına elde ettikleri istihbaratı işgalcilere aktararak, onlarla işbirliği yaparlar...
Dahası... Düpedüz İngiliz istihbaratında görev alan polisler de vardır...
Polis Cemal ile kardeşi Polis Nedim... Telgrafçı Yakup, Telgrafçı Basri, Haydar, Haçaturyan, Onnik, bunlardan bazılarıdır.
Bu kişiler doğrudan İngiliz polisi olarak çalışmaktadır...
Başlarındaki amir de Ermeni asıllı bir Osmanlı’dır; Pandikyan Efendi...
Gerisini kitabın 157. sayfasından aktaralım:
“Ve bu Pandikyan Efendi, İngiliz memuru olmasına, İngiliz deniz istihbaratı kısmının amiri olmasına rağmen emrindeki Türk asıllı İngiliz ajanlarının melanetini Türk İstihbarat servislerine haber vermekte, Kuvayı Milliyecilerin İstanbul’dan kaçırdıkları cephanenin Anadolu’ya ulaşması için yardımcı olmaktadır.”
Osmanlı Bankası Müdürü Keresteciyan da Anadolu’ya silah kaçıran gruplara, yaptıkları işi bile bile, banka hizmeti sunar, kredi sağlar.
Benliyan adlı İngiliz üniforması giyen bir Ermeni polis vardır ki, İngiliz istihbaratını Türk istihbaratçılara aktararak vatanına hizmet eder.
Tahsin, Yusuf, Cemal, Nedim işbirlikçi... Pandikyan, Keresteciyan, Benliyan yurtseverdir.
Çünkü işbirlikçilik milliyetle değil, cibilliyetle ilgilidir...
(Konuyla doğrudan ilgisi yok ama... Ermenilerin yukarıda anlatılan yurtsever davranışlarının 1918 yılına rasladığına, 1915’in üzerinden sadece üç yıl geçmiş olduğuna da dikkati çekelim...)



-------------------

Süleyman Nazif öldükten bir süre sonra gazetelerde bir haber çıkıyor, mezar taşını Belediye yaptıracak.
Buna çok üzülen Ömer Ferid Kam şu dörtlüğü yazıyor:
“Sağlığında nice ehl-i hünerin
Bir tutam tuz bile yokdur aşına
Öldürüp evvel onu açlıkdan
Sonra bir türbe yaparlar başına.’’

Kaynak: Mahir İz’in anıları/Yılların İzi, sayfa 15, İrfan Yayınları-1975

-
Neyzen Tevfik, bir siyasetçiyi arıyor:
“Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler...
Künyeni almak için, partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!.. “
* * *
BU dörtlük ise o tarihte memleket görüntüsü:
“Çürüdü memleketin iç yüzü çöktükçe temel,
Şimdilik harice karşı yerimiz olsa dahi,
Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdadımızın
Tükürür zannederim yüzümüze tarihi...”
Neyzen Tevfik bunları 1940’larda yazmış...
Ya bugün yaşasaydı?



********************

22 Şubat 2009 Pazar

BAŞBAKAN’IN OĞLU BURAK’IN VİLLA OFİSİNİ KİM, KAÇA ALDI?

BAŞBAKAN’IN OĞLU BURAK’IN VİLLA OFİSİNİ KİM, KAÇA ALDI?

kaynak:odatv

İstanbul’un güzide semti Emirgan sırtlarında Reşit Paşa adında bir muhit var.

Muhitte, Aykan Sokak 10 numarada da güzel bir villa vardır.

Bir genç adam, bir gün Aykan 10 numaradaki villayı gezer ve pek beğenir.

Kısa süre sonra bir başka adam gelir ve villa sahibine “Kaça satarsınız” diye sorar.

Villanın sahibi bir Avusturyalıdır. Avusturyalı, mülkünü satmak niyetinde olmadığını için uçuk bir fiyat söyler: “Bir milyon yedi yüz bin dolara satarım.”

Alıcı, hiç üstelemez ve pazarlık yapmaz, “tamam” der.

Avusturyalı mülk sahibine 500 bin dolar nakit ön ödeme yapar. Villanın içinde kiracı vardır, çıkması beklenir ve nihayetinde tapu devri de yapılır. Devir esnasında bedelin bakiyesi, yani bir milyon 200 bin dolar ödenir.

Dikkat edin, paralar hep nakit ödeniyor.

Genç adam çok mutlu olur ve ortağı olduğu şirket villaya taşınır.

Bu genç adam Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük oğlu Ahmet Burak’tır.

Villanın satın alınma hikayesini muhatabından yani Ahmet Burak Erdoğan’dan teyit etme imkanımız olmadı ancak bilginin geldiği kaynaklarımız güvenilirdir.

Ahmet Burak Erdoğan’ın ortağı olduğu hangi şirket

Aykan 10 numaraya taşınır?

Şirketin adı: Bumerz Denizcilik ve Ticaret Anonim Şirketi.

İyi güzel de, bir milyon 700 bin dolarlık bu şirketin sermayesi ne kadardır dersiniz?

Şirket sermayesi, Aykan 10 numaraya taşınırken 1 milyon liradır. Yani villanın fiyatı, şirket sermayesini aşıyor. Peki, paraları nakit ödeyen kim? Burak Erdoğan mı yoksa bir büyüğü mü?

Şöyle bir itiraz gelebilir. Şirket belki de çok iyi kazanıyordur ve villayı kendi parasıyla satın almıştır. Bu da mümkün ancak bunun için şirket tarihçesini incelemekte fayda var.

Bumerz şirketinin ilk adı Turkuaz’dır. Aralarında Burak Erdoğan’ın bulunduğu beş ortak, 10 Nisan 2006’da bir milyon lira sermaye ile Turkuaz’ı kurar. İlk adres Üsküdar İmrahor mahallesindedir. Ortaklar arasında Başbakan’ın ağabeyi Mustafa Erdoğan, eniştesi Ziya İlgen ile 2001 yılında Burak Erdoğan’ın kayınpederi olan Osman Ketenci yer alır.

Burak Erdoğan, 250 bin liralık sermaye ile şirketin yüzde 25’ine sahiptir. Yüzde 25’er pay sahibi diğer iki isim ise büyük enişte İlgen ile amca Erdoğan’dır.

Aradan 5 ay geçer, olağanüstü genel kurul toplanır.

Genel kurul, plakçılar çarşısı olarak bilinen Unkapanı’ndaki IMÇ 2’inci blokta gerçekleştirilir. Şirketin yeni unvanının Bumerz’e dönüştürülmesi ve şirketin bir milyon 750 bin dolara satın alınan Aykan 10 numaradaki yeni mekanına taşınması kararı alınır. Resmi kayıtlara göre bu tarihte şirket sermayesi halen bir milyon liradır.

Aradan 6 ay geçer, ortaklar yeniden bir araya gelir.

Bumerz’in 2006 yılı olağan genel kurulunu 7 Şubat 2007 tarihinde toplar. Şirket sermayesi bir milyon liradan iki milyon liraya yükseltilir. Burak Erdoğan’ın sermaye taahhüdü de 250 bin liradan 500 bin liraya yükseltilir.

Ne tempo değil mi?

Nisan 2006’da bir milyon lira sermaye ile şirketi kur. Beşinci ayın sonunda bir milyon 750 bin dolara villa ofis al. Altı ay sonra da sermayeni 2 milyon liraya çıkar.

İlginç olan ise, Şubat 2007 tarihinden sonra sermaye artırımı filan olmaması. Oysa işe son derece hızlı başlamışlardı. Acaba işler mi pek iyi değil?

Unutmadan küçük bir not daha aktaralım. Burak Erdoğan’ın villa komşuları arasında Remzi Gür ile Sudan ve İran’da petrol ve gaz kuyuları alan çok zengin bir başka aile dostu daha bulunuyor.

Odatv.com

RHAN GÖKSEL'DEN BAŞBAKAN'A TAVSİYE

ERHAN GÖKSEL'in “MERKEZ BANKASININ, DÖVİZ İHALELERİ ve FAİZ İNDİRİMİ ÜZERİNE” 20 Şubat 2009'de ODA TV’ye de YAPTIĞI AÇIKLAMAAnlaşılan o ki, hükümet ekonomiden anlamıyor. Aynı şekilde Merkez Bankası’nın da olupbitenlerden zerre kadar haberi yok.
Dün akşam Merkez Bankası Financial Times’a haber olacak kadar dünyayı şaşırtacak, doların hızla yükseldiği bir ülkede birden bire faizleri bir buçuk puan düşürdü.
Gerekçe ne olursa olsun böyle bir dönemde bu kadar radikal bir önlem alınmamalıydı. Çünkü faizin düşmesi Türkiye’deki sıcak paranın karı düşeceği için, sıcak paranın yurtdışına çıkmasının önünü açacak bir olaydır.
2002’de Kemal Derviş’in ilk yaptığı iş olan “döviz depo ihaleleri”ni yasaklamak olmuştu.
Döviz alım ihalelerini altı ay önce başlatmış olan ve bir hafta vade ile sürdüren Merkez Bankası, bundan 3 ay önce de bir haftalık vadeyi bir aya çıkarmak gibi bir beceri göstermişti.
Merkez Bankası bu sabah inanılmaz bir şekilde ikinci büyük becerisini gösterdi. Yani, bugünkü kurdan aldığınız dövizi, bankalar olarak üç ay sonra ödeyeceksiniz. Bu durum; yurt dışına gidecek olan Türkiye’deki sıcak paranın kolayca finanse edilmesini, yani bugünkü fiyatı 3 ay sonra ödeyecek bir mekanizma ile ve faizin düşmesi de eklendiğinde, tamamen yabancılara hizmet edecek bir karar halini almıştır.

Bu kararla artık Türkiye’de doların yükselişinin durdurulabilmesi mümkün değildir. Benim sayın Tayip Erdoğan’a acilen bir önerim var. Derhal büyük bir Nuh’un Gemisi yaptırsın. Ve hepimiz içine doluşup, oturup bekleyelim.
Ekonominin gelecek tufanı beklemekten başka çaresi kalmamıştır.”


Devamını Okumak İçin Tıklayınız...

karşılıksız çek, protestolu senet, ödenemeyen kredi kartı borcu

PROTESTOLU SENET SAYISI 2001 KRIZI SONRASINDAN DA FAZLA.

Küresel krizin Türkiye'ye yansımaları, Merkez Bankası'nı telefon santralinde değişiklik yapmaya itti. Sayısı günden güne artan karşılıksız, protestolu çek ve senetler, ödenmeyen kredi kartları için kendisine gelen telefonları dikkate alan Merkez Bankası, arayanları doğru yere yönlendirebilmek için telefon santralinde yeni düzenleme yaptı. Artık Merkez Bankası'nı, karşılıksız çek, protestolu senet, ödenemeyen kredi kartı borcu gibi nedenlerle arayanlar, doğrudan santral aracılığı ile gerekli birime yönlendiriliyor.
Merkez Bankası'nın telefonu arandığında ilk olarak, "Karşılıksız çeklere ilişkin sorunlarınız için 81'i, protestolu senetlere ilişkin sorunlarınız için 82'yi, kredi kartları ve tüketici kredilerine ilişkin sorunlarınız için 83'ü, kredi limit ve risk durumuna ilişkin sorunlarınız için 84'ü tuşlayın" anonsu veren bir telesekreter çıkıyor. Yetkililer, uyglamanın, kaşılıksız çek senet, protestolu senetler hakkında yoğun bilgi almak isteyenlerin sayısındaki artıştan dolayı başladığını belirtiyor.
Risk birimi yoğun
Merkez Bankası bünyesinde bir birim olan Risk Merkezi Müdürlüğü'nün kurumların ve müşterilerin çok fazla aramasından dolayı, bu aralar çok yoğun çalıştığı belirtiliyor. Bundan dolayı Merkez Bankası'nın telefonu arandığında ilk olarak bu servislerin anonsunun duyulduğunu ifade eden yetkililer, "Bu kayıtların bankalara geri bildirimleri yapılıyor. Böylece bütün bankalar, kredi müşterileri hakkındaki istihbaratla ilgili bilgi edinmiş oluyorlar. Buna hem çekler, hem senetler, hem de kredi kartları ve krediler dahil. Risk Merkezi Müdürlüğü çok eski bir müdürlüktür. Uzun süreden beri faaliyetlerine devam ediyor. Ancak bu aralar çok yoğun" diye konuştu.
Sorunlu krediler arttı
Merkez Bankası'nın verilerine göre, ekonomik krizin hane halkı ve şirketler üzerindeki etkisinin en iyi ölçüldüğü, protestolu çek ve senetlerle negatif ferdi krediler son bir yılda büyük artış gösterdi. Bireysel kredi ve kredi kartlarını ödememiş kişi sayısı 2007 yılında 217 bin 576 iken bu rakam 2008 yılında yüzde 192 artarak 635 bin 523' ulaştı. Karşılıksız çek sayısı da 2007 yılında 1 milyon 324 bin 664'den, 2008 yılında 1 milyon 537 bin 194'e çıktı. Protestolu senet sayılarında ise 2007 yılında 1 milyon 470 bin 758 olan sayı 2008 yılında Aralık ayı verileri eksik haliyle 1 milyon 417 bin 423 olarak gerçekleşti.
2006
2007
2008
Protesto edilen senet sayısı*
1.470.758
1.417.423
1.177.910
Kredi ve kart borcunu ödememiş kişi sayısı
145.751
217.576
635.523
Karşılıksız çek sayısı
1.144.740
1.324.664
1.537.194
2006
2007
2008
Protesto edilen senet sayısı*
1.470.758
1.417.423
1.177.910
Kredi ve kart borcunu ödememiş kişi sayısı
145.751
217.576
635.523
Karşılıksız çek sayısı
1.144.740
1.324.664
1.537.194
----------------------

2007’ye ait ekonomik göstergelerde birbiriyle çelişen iki farklı Türkiye manzarası göze çarpıyor. Bazı istatistiklerde, enflasyonu düşen, hızla büyüyen, istikrarı yakalayan Türkiye varken, bazılarında ise katlanarak artan borçlarını artık ödeyemez hale gelen vatandaşlar, işsiz gençler, kepenk kapatan esnaf var.

Türkiye’de istatistiğin babası sayılan Ömer Celal Sarc, yalanı derecesine göre üçe ayırır: yalan, kuyruklu yalan, istatistiki yalan… Gerçekten de rakamlarla biraz cebelleşmeyi göze aldığımızda işimize gelen sonuçları bulmamız çok da zor olmaz… Böylece ortada tek bir gerçek olduğu halde, herkes o gerçeği kendi işine geldiği gibi saptırabilir…
Hükümet yetkililerine sorarsanız, ülkemizdeki her şey güllük gülistanlık… İşsizlik azalıyor, ortalama gelir seviyemiz artıyor, gayri safi milli hasılamız artıyor, faizler düşüyor, ihracatımız artıyor… Muhalefete bakarsanız, ülke büyürken vatandaşın cebindeki delik git gide büyüyor, ihracat artıyor ama ithalat daha hızlı artıyor, milli gelir artıyor ama dış borç çığ etkisiyle artıyor, faiz düşüyor ama cari açık hiç olmadığı kadar büyüyor…
Biz de bazı rakamlara sığınarak halimiz pür mealimiz nedir görelim…



AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI, SINIRA DAYANDI


Sendikalar yılın belli dönemlerinde açlık ve yoksulluk sınırına ilişkin son değerlendirmeleri kamuoyuna duyururlar. Bu hesap, dört kişilik bir ailenin bir ay boyunca tüketmesi gereken temel besin maddelerinin fiyatı baz alınarak yapılır. Memur-Sen'in yaptığı araştırmada, Kasım ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını yaklaşık 659 YTL olarak hesapladı.
Gıda, giyim, sağlık, barınma ve eğitim başta olmak üzere, ''vazgeçilmesi mümkün olmayan'' 14 zorunlu harcama kalıbı esas alınarak belirlenen 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 1785 YTL 19 YKr olarak belirlendi.
Şimdi bu rakamları dikkate aldığımızda, Türkiye gerçeğini de göz önünde bulundurarak, açlık ve yoksulluk sınırı artık sınıra dayanmış diyebilir miyiz?



DÜNYANIN EN BORÇLU DEVLETLERİNDEN BİRİYİZ


2001 yılı krizinde kamu sektörü ağır bir borçlanma yaşayarak bir yılda 17 milyar dolar borçlanmak zorunda kalmıştı. Bu sayede 2001'de 47,1 milyar dolar olan dış borç stoku 2002 yılında 64,5 milyar dolara çıktı.
AKP hükümetinin işbaşına geldiği 2002 yılında ise Türkiye'nin toplam dış borç stoku 129,7 milyar dolar seviyesindeydi. Bu borcun 64,5 milyar doları kamuya, 22 milyar doları Merkez Bankası'na, 43,2 milyar doları da özel sektöre aitti. Bu yılın haziran sonu itibariyle ise Türkiye'nin dış borç stoku beş yıl öncesine göre yüzde 75 oranında artarak 226,4 milyar dolara yükseldi Türkiye bu rakamlarla dünyanın en borçlu ülkeleri arasında yer alıyor.



ÖZELLEŞTİRMELER VE YABANCI
SERMAYE GİRİŞİ NE İŞE YARADI?


Ülkemizin demirbaşları sayılan, Türk Telekom, Tüpraş, İgsaş, Ereğli, Etibank, Et ve Balık, Tekel gibi hem istihdam sağlayan hem de bütçeye gelir getiren kurumlarımız özelleştirme adı altında haraç mezat satıldı. Elde edilen gelirle tek bir çivi çakılmadı. Üstelik, borsamızın %72’si, Bankalarımızın %40 ı, Sigorta şirketlerimizin %80 ni de yabancıların eline geçti. Temmuz-2006 dan itibaren yabancı para %15 stopaj vergisi ödemekten muaf kılındı.
Bazı çevreler, faiz haram mıdır, değil midir, diye tartışadursunlar; AKP döneminde Türkiye dünyanın en yüksek faiz veren ülkesi oldu. Prof.Dr.Şükrü Kızılot’un hesabına göre; 31 Temmuz 2006 da dolar kuru 1,566 YTL idi. Bu kurdan dolar bozduran yabancılar %22 faizli hazine bonosu aldılar. Bu bonoları 31 Temmuz 2007 de yani tam bir yıl sonra hiçbir vergi ödemeden sattılar. Dolar kuru bu kez 1,280 YTL idi. Böylece bir yıl önce Türkiye’ye yatırdıkları 1.000.000 doları, 1.504.000 dolar olarak geri aldılar. Bir yılda kazançları dolar bazında %50 olmuştur. Bu getiri, dünyada başka hiçbir ülkede yoktur. Şimdi ülkemize yabancı sermaye girmiş mi oldu, yoksa ülkemizin sermayesi dışarıya çıkmış mı oldu?



KREDİ KARTI ÇILGINLIĞI DEVAM EDİYOR


Kredi kartı, taksitli alışveriş imkanından sonra kapitalizmin en büyük icatlarından bir tanesi… Cüzdanımızda hiç para taşımadan istediğimiz gibi alışveriş yapabiliyoruz kredi kartları sayesinde. Ancak ülkemizde kredi kartı kullanımında bir takım yanlışlar gözleniyor. Bu yanlışların başında neredeyse her bankanın cazip avantajlarla sunduğu kredi kartlarından alma sevdası ve ayağımızı yorganımıza göre uzatmamız, yani harcamalarımızın gelirimizden fazla olması geliyor. Kazancımızdan çok harcıyor, sonra da beni bu dertten kim kurtaracak, nerede devlet, nerede millet diye isyan ediyoruz.
Türkiye'de 22 milyon kredi kartı var.Bu furya öyle bir hal aldı ki; sokakta, köşe başlarında bir tezgâh üzerinde form doldurup kredi kartı alabiliyorsunuz. Merkez Bankası'nın verilerine göre borcunu ödeyemeyenlerin sayısı geçen yılın ilk üç ayına göre yüzde 43 oranında yükseldi. Rakamlara göre kart kullanımı ve kart sahibi olmada İngiltere ve Almanya'nın ardından Avrupa üçüncüsüyüz.



PROSTE EDİLEN SENETLER,
KARŞILIKSIZ ÇEKLER REKOR DÜZEYE ULAŞTI


Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası verilerine göre, ülkemizde 2002’de karşılıksız çıkan çek sayısı 742.68 adet. 2003’te bir önceki yıla göre yüzde 11.9 artış ile karşılıksız çıkan çek sayısı 831.302 adete ulaşmış. 2004 yılında da bir önceki yıla göre yüzde 7.5 artış ile 893.939 adet rakamına dayanmış. 2005 yılındaki karşılıksız çek sayısı bir hane daha artarak 1.006.557 adete ulaşmış. 2006 yılındaki sayı ise önceki yıla göre yüzde 13,7 artış ile 1.144.740 adetlik rekor seviyeye ulaşmıştır.
AKP döneminde karşılıksız çıkan çek sayısı yüzde 75 oranında artış göstermiş. AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana karşılıksız çıkan 4.411.648 adet çekin, 2.470.424 adeti sonradan bankalar tarafından ödenmiş geri kalan 1.941.224 karşılıksız çıkan çek ödenmemiş durumda.
Gelelim protesto edilen senetlere, yine Merkez Bankası’nın verilerine göre eylül ayında toplam tutarı da 285 milyon YTL olan 88 bin 467 senet protesto edildi. Bu rakam önceki yıllara göre bir rekoru işaret ediyor.
Ocak-eylül döneminde toplam tutarı 1 milyar 905 milyon YTL olan 634 bin 861 senet protesto edildi. Protesto edilen senet sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 54.2 arttı. Tutar olarak da yüzde 79.7 artış gerçekleşti.



ESNAF KEPENK KAPATIYOR


Ekonomideki bu olumsuz tablo zincirleme olarak toplumun bütün kesimlerini etkiliyor… Bu koşullar altında gün geçtikçe darboğaza giren esnaf, zararın neresinden dönersen kârdır diyerek çareyi kepenk kapatmakta buluyor. AKP döneminde, Kasım 2002-31 Ocak 2007 tarihleri arasında 798 bin 13 esnafın işyerini kapattığını Ticaret ve Sanayi Bakanı’nın kendisi açıklamıştı.
Küçük esnafın yaşama şansının kalmadığı bu dönemde, büyük sermaye yavaş yavaş bütün köşe başlarını tutuyor. Bu değişimi, İzmit’te daha yakından izlemek mümkün. Çok değil, beş sene içerisinde bir çok İzmitli esnaf dükkânını kapatmak zorunda kaldı. Eskiden beri işlerini sürdürenler ise, riske girmek yerine büyük mağazalara dükkânlarını kira vermeyi tercih ediyorlar.
Kentin dört bir yanını kuşatan hiper marketler, büyük mağazalar İzmitli esnafa yaşama şansı tanımıyor. Buna İstanbul’un yanı başımızda olmasını, Ulus Pazarı’nı, artan maliyeti, kızışan rekabeti de ekleyin… Üstelik İzmit esnafının yüzünü güldüren; İgsaş, Seka ve diğer kamu kurumlarının çalışanları da yok artık…

Tuncay Bilecen

GANDHI’nin 7 ölümcül günah listesi

Başbakan’a bir şeyler oluyor: Eşek ölür kalır eseri



Günah listesi

GANDHI’nin 7 ölümcül günah listesi şöyle:

İlkesiz siyaset

Emeksiz zenginlik

Vicdansız haz

Niteliksiz bilgi

Ahlaksız ticaret

İnsaniyetsiz bilim

Özverisiz ibadet






Sınav

"ALTIN ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir." Amerikan Atasözü


Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional