28 Aralık 2008 Pazar

Enerjimizi “Ruslar’a” teslim ediyorlar...yigit bulut analiz


Enerjimizi “Ruslar’a” teslim ediyorlar...Yazının detaylarına geçmeden bir hatırlatma yapmak istiyorum; bu sayfada daha önce “Türk-Rus İmparatorluğu” başlıklı yazılar okudunuz. O yazıların ana tezi yeni dünya düzeninde esir olduğumuz Avrupa Birliği senaryosu yanında, alternatifleri de sorgulamamızın gerekliliğiydi...Türk-Rus İmparatorluğu başlığı ile konuyu “en noktasına” taşıdığımda dahi asla “tek taraflı” bir bağımlılığı “düşünmedim”. Ülkesini seven biri için “bugün Rusya” karşısında düştüğümüz durum asla kabul edilemez... Gerek AB ile gerek Rusya ile geliştirdiğimiz bütün projeler ve birliktelikler “karşılıklı ve eşit şartlarda” oluşmalı... Rusya’ya “teslim edilmemiz” gerçeğine gelince... Son iki gün içinde belki de fazla dikkatinizi çekmeyen bir haber ile başlamak istiyor ve aynen aktarıyorum; “...Türkiye’nin ilk nükleer santral projesinde sona gelindi. Atom Enerjisi Kurumu, Eylül’deki ihaleye tek teklifi veren AtomstroyExport-Inter Rao-Park Teknik Konsorsiyumu (Rusya-Türkiye) ile ilgili incelemesini tamamladı... Enerji Bakanlığı çevreleri, fiyat ve teknik açıdan yeterli bulunan şirkete hükümetin de olur vereceği görüşünde. Mersin-Akkuyu’da kurulması planlanan Türkiye’nin ilk nükleer santral inşaatı ve işletimi için 24 Eylül’de ihale yapılmıştı. 13 firmanın şartname aldığı ihaleye, sadece 1 firma teklif vermiş, 5 şirket ise teşekkür mektubu sunmuştu...” Evet, aynen okuduğunuz gibi! Konu hakkında “detayı takip etmeyenler”, “Ne var bunda?” diyebilirler! O zaman “bilgi” olarak bazı detayları arz etmem gerekli: 1- Türkiye’de “doğalgaz vanamızın” neredeyse tamamının kontrolü Ruslar’ın elinde... İran gibi “alternatif projeler” var ama şimdilik “ana arz Rusya kaynaklı”!2- Kullandığımız elektriğin yüzde 40’tan fazlası doğalgazdan üretiliyor. Bu şu demek; sadece “gaz bağımlısı” değiliz, gaz dolayısıyla “yanlış üretimden” dolayı “aynı zamanda” elektrikte de “bağımlıyız”!3- Bu kadar “yetmez” diyorsanız, bir adım daha atayım; bu ihale sonrası “nükleer enerji” vanalarımız da “yani içerideki enerji ihtiyacımızın büyük bir bölümü” ve en önemlisi “alternatif” dediklerimizin de “tamamı” Ruslar’ın eline geçiyor. Bu detaylar sonrası “Ne olacak canım” diyenlere ve Türk kamuoyuna sormak istiyorum; hangi egemen ülke “enerji arz güvenliğini” bu kadar başka bir ülkeye teslim eder? Sonuç: Türkiye “çok tehlikeli” bir yolda ilerliyor! Çocuklarımızın “arz güvenliğini” onları başka bir ülkeye enerji bağımlısı hale getirerek “tehlikeye atıyoruz”! Bu ülkeye kimsenin “bunu yapmaya” hakkı yok! Bütün kamuoyuna, yetkililere, vicdanı olan herkese sesleniyorum; bu ihale “iptal edilmeli”! Son söz: Aynı şekilde “boru hatlarında” da inanılmaz “hatalarımız” var! Nabucco’da “günlerdir yazıyorum”; Türkiye “bütün haklarını”, bilinmeyen bir sebepten, Avusturyalı bir şirkete teslim etmiş! Nedeni ve kazancı bilinmiyor! Doğalgaz ve elektrikte “vana-şalter” verilmiş şimdi de nükleer enerjinin “anahtarları” teslim ediliyor! Uyan ey halkım uyan!

yigit bulut analiz yorum


27.12.2008 Yiğit Bulut
Birçok okuyucumuz soruyor: Borsa 2000 ve 2003 sonrası gibi ralli yapar mı? Ben de soruyorum, o dönemlerde piyasaları yukarı "taşıyan faktörler" nelerdi. Gelin, birlikte hatırlayalım:
1- 1999 yılının sonundan itibaren yeni hükümet, "Avrupa Birliği (AB) senaryosu", "Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yeni anlaşma" gibi başlıkları algılamaya başlayan piyasa, 10.000 puan altından başladığı hareketi, 2000 yılı 17 Ocak sabahına kadar devam ettiriyor. 2000 yılı ocak ayında ulaşılan zirve TL bazında 20.700.
2- Bu hareket olurken yani dolar bazında 0.42-0.66 cent tabanından başlayan dinamik, 3.7 cent zirvesine gidip yeniden 2001 Şubatı'na kadar "1 cent" altına inerken Merkez Bankası baskısı altında kur, "kontrollü" şekilde yoluna devam ediyor. Daha açıkçası kur, 2000 Ocak tarihinden yani zirveden itibaren 2001 Şubat dibine gidene kadar Merkez Bankası "kura basmaya" devam ediyor.

Ana motor petrol

Bu noktada duralım ve ekleyelim. 2003-2007 Kasım arasında "38-40 dolar bandını" aşan petrol 150 dolara kadar gitti! Bu "çıkış" dünya piyasalarında inanılmaz bir fazla para yarattı ve içeride bizim borsamızı yukarı iten ana motor oldu. Bu noktada 2000 ve 2003 sonrası grafiklere dolar bazında bakalım.

2000 grafiği aylık dolar bazında



2003 sonrası grafiği Aylık dolar bazında



Peki çıkışı sorguladık, borsalar nasıl çöktü?
3- Ocak 2000 tarihinde 15 milyar dolar üzerinde olan yabancı takası 4 milyar doların altına düşüyor.
4- 2000 Ocak-2001 Şubat döneminde Türkiye 10 milyar dolar üzerinde cari açık veriyor ve Türkiye'den sıcak paranın çıktığı veya "kârını realize ettiği" dönemde anlaşma yaptığımız IMF'den veya Dünya Bankası'ndan en küçük bir "Kuru serbest bırakın" talebi gelmiyor.

Para ve beklenti yok

Burada duralım. 2003-2007 Kasım arasında "tepe" yapan endeksler, petrol fiyatından oluşan artının "marjinal etkisinin" düşmesi ile yataylaşmaya ve sonrasında çökmeye başladılar.
Sonuçlar:
1- 2001'den farklı bir yapı içindeyiz, kısa vadede o ralliyi yapacak beklenti yok.
2- 2003 sonrasında farklıyız, kısa vadede o ralliyi yapacak para yok.
Uzun lafın kısası; biri "beklenti" diğeri "sıcak para" çıkışıydı ama bugün kısa vadede tekrar ediyorum kısa vadede bu iki durumdan da uzağız!




Türkiye'nin "enerji vanası" Rusya'nın eline geçiyor

Son 2 gün içinde belki de fazla dikkatinizi çekmeyen bir haber: "Türkiye'nin ilk nükleer santral projesinde sona gelindi. Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), eylüldeki ihaleye tek teklifi veren AtomstroyExport-Inter Rao-Park Teknik Konsorsiyumu (Rusya-Türkiye) ile ilgili incelemesini tamamladı. Enerji Bakanlığı çevreleri, fiyat ve teknik açıdan yeterli bulunan şirkete hükümetin de olur vereceği görüşünde. Mersin-Akkuyu'da kurulması planlanan Türkiye'nin ilk nükleer santral inşaatı ve işletimi için 24 Eylül'de ihale yapılmıştı. 13 firmanın şartname aldığı ihaleye, sadece 1 firma teklif vermiş, 5 şirket ise teşekkür mektubu sunmuştu."

Şalter Ruslara geçiyor

Evet, aynen okuduğunuz gibi. Bazı okuyucularımız "ne var bunda" diyebilirler. O zaman şu ek bilgileri de arz etmek istiyorum. Türkiye'de "doğal gaz vanamızın" neredeyse tamamının kontrolü Rusların elinde. Ve yine bu güzel ülkede elektriğin yüzde 40'tan fazlası doğal gazdan üretiliyor yani elektrik şalterimizi de Rusların elinde. Sıkı durun, bu ihale sonrası "nükleer enerji" vanalarımız da "yani içerideki enerji ihtiyacımızın büyük bir bölümü de" Rusların eline geçiyor. Şimdi soruyorum, hangi egemen ülke enerji arz güvenliğini bu kadar başka bir ülkeye teslim eder!
Sonuç: Nabuco'da günlerdir yazıyorum; Türkiye "bütün haklarını" nedense Avusturyalı bir şirkete teslim etmiş. Nedeni ve kazancı bilinmiyor. Doğal gaz ve elektrikte "vana-şalter" verilmiş şimdi de nükleer enerjinin "anahtarları" teslim ediliyor. Ya Allah Aşkına bu ülkede herke uyuyor mu! Neler oluyor!
Birçok okuyucumuz soruyor: Borsa 2000 ve 2003 sonrası gibi ralli yapar mı? Ben de soruyorum, o dönemlerde piyasaları yukarı "taşıyan faktörler" nelerd...

Ekmek fiyatları düşürülmeli.halil recber teknikanaliz yorum

Ekmek fiyatları düşürülmeli
Piyasalara damga vuran ekonomik kriz, bugün her ortamda konuşuluyor.
: 28 Aralık 2008 Ancak siz değerli BUGÜN okurları hatırlayacaksınız ki, bundan 71 hafta önce (16 Temmuz 2007) köşemde şöyle yazmıştım: “Dünya piyasaları doyuma yaklaştı. 2008 çok sıkıntılı geçecek.” Bu yazıyı yazdığımı dönemde, çılgınca para arzı nedeni ile borsalar hızla yükseliyor, emtia fiyatları sınır tanımıyordu. Oysa biz, o ve sonraki birçok yazıda bu olumlu sürecin sonuna çok yakın olduğunu her fırsat dile getirdik ve halkı çıktık. BUĞDAY FİYATI DÜŞÜYOR Yine o emtia fiyatları artış döneminde, başta buğday olmak üzere birçok tarımsal ürünün fiyatı spekülatif şekilde arttı. Buğday fiyatında artış 2005-2008 yılları boyunca yüzde 366’ya ulaştı ve bu ekmek fiyatlarına zam olarak yansıdı. Bugüne geldiğimizde ise son 40 haftada buğday fiyatlarının yüzde 65 gerilediğini ve tam 2 yıl önceye dönüldüğünü görüyoruz. Buna karşın ekmek fiyatlarında aşağı bir hareket görmüyoruz. Zaten ben, 40 yaşında olmama rağmen neredeyse bu ülkede ekmeğin fiyatının hiç indirildiğini görmedim. Bugün bu indirimi zamanı geldi... Ekmek fiyatları düşmeli çünkü aynen doğalgazın, petrolün fiyatları düştüğü gibi buğdayın da fiyatı düşüyor. Ayrıca buğday fiyatlarında, önümüzdeki 1 ile 1.5 yıllık süreç boyunca belli bir dar bölgede dip seviyelerde artış beklemiyoruz. Ekmekte olacak bir fiyat indirimi, şu kötümser yorumların yapıldığı krizde günlerinde vatandaşa çok iyi gelecektir, diye düşünüyorum. Krizde hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız. Petrolün düştüğü ortamda maliyetlerde azaldığı veya azalacağı için indirimler önümüzdeki dönemde vatandaşa olumlu yansıyacaktır. TEMEL GIDADA KDV DÜŞMELİ Bu nedenle bir kez daha vurgulamak gerekirse, vatandaşın ekmeğinde yapılacak yüzde 10-20’lik bir indirim ekonominin ciddi olarak bir hareketlilik kazanması anlamına gelecektir. Tabi devletin de, temel gıda ürünlerinde, kriz boyunca da bir KDV indirimine gitmesi piyasaları rahatlatacaktır.TOBB üyelerine destek olmalıYine şu günlerde, özellikle Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ve bağlı örgütler üyelerine yardım yapmalılar. Bugün hepimiz, medya aracılığıyla bilmekteyiz ki, ABD’nin yeni Başkanı Barack Obama, 700 milyar dolarlık yardım paketini, 1 trilyon dolara yükseltmeyi planlıyor. Çünkü özellikle otomotiv sektörünün sorunlarından etkilenecek 4 milyon kişiyi rahatlatmak istiyor. Krize karşı ekonomik paket hazırlayan hükümetler, bu kaynaktan en önemli payı düşük gelirli ve işini kaybetmiş veya kaybetme tehlikesi olan insanlara vermeye hazırlanıyor. Bizde de, hem devlet hem özel sektör el ele vererek, dünyadaki kadar etkilenmesek de krizin etkilerini en aza indirmek için çalışmalıyız.

9 Aralık 2008 Salı

charlize Theron, yeni filmi “The Burning Plain”de soyundu

charlize Theron, yeni filmi “The Burning Plain”de soyundu...





26 Kasım 2008 Çarşamba

‘Harry Potter ve Melez Prens’den yeni fragman

‘Harry Potter ve Melez Prens’den yeni fragman
Gösterimi 17 Temmuz’a ertelenen ‘Harry Potter ve Melez Prens’in yeni fragmanı yayınlandı.
İSTANBUL - Daha önce gösterim tarihi ertelenen Harry Potter serisinin altıncı bölümü ‘Harry Potter ve Melez Prens/ Harry Potter and the Half-Blood Prince’ın yeni fragmanı yayınlandı.


bb

Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN26.11.2008 -

Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN26.11.2008 -
Küresel düzeyde yaşanan daralma tüm ekonomik değişkenleri olumsuz yönde etkileyerek

geleceğe yönelik istikrarsızlık potansiyelini olağandışı seviyelere yükseltmeye devam ediyor. Bu durum tüm ekonomileri de, az veya çok aynı yönde etkiliyor. Ticaret hacmi ile birlikte sermaye hareketleri daralıyor, alacakların tahsili büyür iken borçların ödemesi zorlaşıyor ve kredi hacmi ile vadeli alışverişler azalıyor. Ekonomi daralır iken işsizlik artıyor ve istikrarsız fiyat hareketleri yüksek düzeyli belirsizliğin simgesi haline geliyor. Toplam talep daraldıkça, toplam arz da buna uyum sağlamaya çalışıyor; oluşan dengesizlik daha düşük gelir ve istihdam düzeylerini zorunlu kılıyor. Zaman içinde, sorunun hangi ekonomilerden veya hangi sektörden başladığı konusu ise önemini kaybediyor, gelir dağılımı ve rekabet koşullarının bozulması yolu ile tüm ekonomi olumsuz baskıların altında bunalıyor. İçine düşülen kısır döngüden çıkmak kolay olmuyor.
Yaklaşık bir yılı aşkın süredir etkileri giderek yoğunlaşan küresel kriz, özetle söylemek gerekir ise üretim ve tüketim ilişkilerinde ciddi bir tıkanıklık yaratarak geleceğe ipotek koyuyor. Şu ana kadar uygulamaya konan önlemler ise sorunun büyümesini önleyememiş görünüyor. Vergi ve faiz indirimleri, özkaynak destekleri ve likidite enjeksiyonları yanı sıra kamusal garantilere rağmen yaşanan daralmanın tersine çevirilememiş olması güvensizlik algılamasını büyüterek daralmayı şiddetlendiriyor. ABD'de konut sektöründeki aşırılığın tetikleyerek başlattığı daralma devam ediyor: Son açıklanan ikinci el ev satışlarının iyice azalması ve fiyatların düşmeye devam etmesi bugüne kadarki önlemlerin yetersiz kaldığı anlamına geliyor. Bu mesajı alan yetkililer yeni kurtarma paketlerinin kapsamını genişletmek adına zamana karşı yarışıyor ve toplumsal maliyet kademeli olarak yükseliyor; çözüm yönündeki çabaların başarısızlığı ekonomik daralma tehdidini daha yüksek düzeylere sıçratıyor. Gerçekçi olamamanın, yetersiz teşhis ve tedavi girişiminin bedeli çok ağır oluyor; zira hem kaynaklar israf edilmiş hem de sorunlar daha da ağırlaşmış ve çözümü zorlaşmış hale geliyor. Bu durum menkul ve gayrimenkul değerlerinin daha da gerilemiş, bilançoların yıpranması ile kredi itibarı azalmış, güvensizlik ve kırılganlık algılaması güçlenmiş bir görüntü şeklinde karşımıza çıkıyor.
Ülkemizde de ekonomik paket yolu ile yaşanan olumsuzluklara müdahale hazırlığı yapılıyor; gerçekçi olunmaz ve sonuçta çabalar yetersiz kalır ise mevcut sorunlar katlanarak büyüyecek ve iyice ağırlaşmış maliyetler ciddi bir istikrarsızlık yaratacak. Bir yandan ekonomideki daralmayı durdurmak, fakat diğer yandan enflasyon ve mali disiplin konularındaki hassasiyetten vazgeçmemek paketin yetersiz kalması ve başarısızlığa mahkum olması ihtimalini artırıyor. Başka bir deyişle ekonomik daralmanın şiddetlenmesi ve işsizliğin daha tempolu bir şekilde artması olasılıkları güçleniyor. Yabancı sermaye çıktıkça para politikası daha sıkı hale geliyor, borç-alacak zinciri kırılıyor; başka bir deyişle para arzı daralırken, paranın devir hızı düşüyor ve ekonomi durgunlaşıyor. bir anlamda ekonomide boğulmaya sebep olan koşulların acilen ortadan kaldırılması için çok seri ve kararlı olunması, piyasaya ne kadar gerekiyor ise o kadar gelir transferi ve likidite enjeksiyonu gerekiyor. Seçme lüksü ise bulunmuyor, ince ayar yeterli olmuyor ve işe yaramıyor.
Ülkemizde güvensizlik yaygınlamış tüm sektörler üzerindeki etkisi ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır. Üretim ve tüketim ilişkilerindeki daralma ortadan kalkmadan bir normalleşme yaşanması, mümkün olmaktan çıkmıştır. Mevcut küresel koşullarda IMF ile yapılacak anlaşmanın, özel sermaye ile desteklenmesi ve para politikasının gevşemesi, ekonomideki çarkları yeniden döndürmeye başlaması olası değildir. Para politikası gevşese bile, olumsuz rekabet koşulları ve gelir dağılımındaki bozukluk daralmanın aşılmasını engelleyebilecek boyuttadır. Koşullar, enflasyon ve mali disiplin ısrarı nedeniyle başarı şansını sınırlamakta, sıkıntının büyüme olasılığını yükseltmektedir. Tehlikenin büyüklüğü hesaba katılmalı gerçekçi bir şekilde gereken riskler alınmalı, hiçbir şey değişmeden yola devam edilemeyeceği unutulmamalıdır!.. İnce ayarla sıkıntının aşılabileceğini öngörmek basiretsizliktir, gerçekçi olamamaktır, kararsızlıktır.

yigit bulut analiz ve yorum

yigit bulut
Uçurtmalar “rüzgara karşı” yükselirler...Gani Müjde’nin “Osmanlı Cumhuriyeti” filmine gittiniz mi?Gitmediyseniz, lütfen hem kendiniz gidin, hem de mümkünse çocuklarınızı da götürün. “Mustafa” adıyla belgeseller yapılıp, Atatürk’ün karalandığı bir ortamda çocuklara “Atatürk olmasaydı neler olurdu” gerçeğini anlatan “mükemmel bir eser”. Pahalı bir “prodüksiyon” değil ama “ana fikir çok net ve vurucu”.Filmde geçen bir cümle var uçurtmalar “rüzgarla” uçmazlar, rüzgara karşı durdukları için yükselirler. Bu cümle “toplumsal olaylarda” liderlerin nasıl “ortaya çıktığını” anlattığı gibi “krizlerde kendini olumsuz algılamaya kaptırmayıp” gerektiğinde ters hareket edebilenlerin başarılarını da çok güzel özetliyor... Örnek mi? Hemen arz edeyim...Sevgili dostlarım, hatırlarsanız geçtiğimiz hafta bir yazımda çok net bir iddiada bulundum...O yazıdan kısa bir alıntı yapmak istiyorum “...kısa vadeli olumsuzluğun sonuna geldik, kendinizi bu havaya kaptırmayın... “Kriz çıkacak, dünya çok hızlı bir büzüşme dönemine girecek“ derken nelere bakıyorsam, bugün bu cümleyi ederken de baktığım bazı “kriterler” ve en önemlisi “genel kurallar” var... O günlerde “aşırı genleşmeye sevinmek ve kendinden menkul sayıp” havalarda uçmak ne kadar abes ise, bugün “genleşmenin doğal sonucu olan” büzüşmeye aynı şekilde aşırı şekilde kendini kaptırmak o kadar abes! Bu doğal bir çevrim ve “hiçbir durum” kalıcı değil! Bırakın ekonomiyi “evrende tepede kalabilen bir dinamik” yok! Başlangıcı olan her şeyin bir zirvesi ve bir sonu var. Bu kuralları ekonomiye uygularsak, yaratılan ve anlatılan felaket senaryoları gerçekçi mi?... Soruya dünya “geneli” için cevap ararsak ben büzüşmenin yataylaşarak devam edebileceğini ama “daha da derine doğru” fazla yol alamayacağını düşünüyorum... Kesintisiz “genleşme” nasıl olmadıysa, kesintisiz “büzüşme” de olmayacak!... “İyi ile kötü” daha doğrusu “olumlu ile olumsuz” çok sık yer değiştirecek ve “kısa süreli olumlu tepkiler” göreceğiz... Son olarak asla ama asla “ümidinizi kaybetmeyin!“ Gecenin en karanlık anı, sabaha en yakın andır!” Ben bu yazıyı yazdığım gün, birçok gazete köşesinde “felaket yazıları” vardı. Bazı arkadaşlara göre her şey çok kötüydü, daha da kötü olacaktı. Dolar kuru 2 YTL’yi geçecekti, faiz piyasamız çökecekti...Peki ne oldu? Rüzgara “karşı duramayıp” kendini kaptıranlar, o gün 1,70 üstünde dolar aldılar, felaket bekleyen firma sahipleri 1,70 üstünde dolar kredilerini kapattılar, birçok yatırımcı “daha da dibe gidecek” diyerek hisselerini “yok pahasına 20,000’li endekste” devrettiler...Kısacası rüzgarla hareket edenler “ciddi zarar” gördüler. Peki “rüzgara karşı” duranlar?Onlar farklı davrandılar. Son dalgada “algılamaya” kendilerini kaptırmayıp “objektif” bakabilenler 1,70 üstünde dolar almak yerine sattılar. Diğerleri hisselerini satarken 20,000’li seviyelerden “bu şirketler” bu fiyatlarda “kalamaz” diyerek maliyet yaptılar... Rüzgara “karşı durarak” yükseldiler... Kâr rekoru kıran bankalar adam “çıkarırken” işçilerine sahip çıktılar! Sonuç: “Asla karamsar olmayın” yazımdan üstünden daha birkaç gün geçti...Bu sabah dolar 1,56, borsamız 25,000 sınırında, Amerika’da “yeni paket” konuşuluyor...O gün “bittik” diyenler, bugün “ne oldu” diyorlar... Şimdi bütün iş dünyasına, bireysel olarak “yatırımlarını” yönlendirmeye çalışanlara, kazanma ümidi taşımak isteyenlere, işsizlere, gençlere sesleniyorum “olumsuz algılamanın” sizi esir almasına ve kararlarınızı etkilemesine izin vermeyin. Algılamanız ile “gerçekler” arasına mesafe sokmayın ve asla ama asla “karamsar” olmayın! Güneşli günler “kamuoyunda iddia edilen karamsarlığa” rağmen çok ama çok yakın!

23 Kasım 2008 Pazar

borsalarda bu hafta halil recber.teknikanalizim

Borsalarda ciddi yükselişler yaşanabilir
Perşembe günü tüm dünyada son haftaların en büyük aşağı yönlü dalgalanmalarını gördük.
Bu gerilemede İMKB 100 endeksi 20.600 seviyesine kadar gerilerken, haftanın son işlem gününde yüzde 4 seviyesinde yükseldi.

Yine perşembe günü ABD DJI endeksinde ise 18 yıldır devam eden yükselen trendin altında bir günlük gerileme yaşandı ve aynen İMKB 100 endeksinde olduğu gibi endeksler tüm ABD borsalarında ortalama yüzde 7’ye yakın yükseldi DJI endeksinin perşembe günkü kapanışının 7.500 seviyesinde olması, bu bölgenin geçmişini detaylandırdığımızda, 1998 Uzakdoğu krizinin ve 11 Eylül 2001 saldırılarının dip bölgesi olması yanında son 11 yılın dip bölgesi olarak da gelişti.

Ve şimdilik bu önemli seviyeden çok ciddi olduğunu düşündüğümüz tepki geldi. Dünya borsalarının son 1 yılda ortalama yüzde 55 gerilemesine karşılık son üç haftada ortalama yüzde 24 düştüğünü düşündüğümüzde ve borsa endekslerini karşılaştırdığımızda artık tüm borsaların dip sürecine girdiğine yönelik işaretlerin kuvvetlendiğini söyleyebiliriz. Buradan yola çıkarak, yeni haftada borsalarda yükselişler tepkiler ciddi boyuta ulaşabilir.

İMKB 100 endeksi için ise 22.500 seviyesi, son 12 günde yaşadığımız yüzde 29’luk kaybın kapatılması açısından önemli ve geçilmesi şart olan bir seviye olarak izlenecektir. Bu noktanın geçilmesi halinde, endeksin 23.500 ve 25.000 aralığına kadar yükseliş yapması beklenebilir.

Destekler: 21.500- 21.000-20.600 Dirençler: 22.500-23.500-25.000

1,62 YTL geçiş seviyesi olacak

1.74-1.75 YTL son 1 ayda ikinci defa denendi ve şimdilik bu kuvvetli ve önemli direnç seviyesinden satışlar geldi. Normal diyebileceğimiz bir satış süreci gibi gözükse de, 1.62 YTL ilk grafikte doların tansiyonunun ve iştahının düşmesi açısından bir geçiş seviyesi. Bu noktanın altındaki gerilemeler ateşi düşüreceği gibi, 1.57 seviyesine kadar gerilemenin de önünü açacaktır. Dolar iştahındaki düşüş aynı zamanda kısa ve orta vadede hızlı bir dolar arzını da peşinden getirecektir

Gerileme hızlanabilir

Kısa vadede zirve tekrar denendi ve içeride dövize gelen satışlarla gerileme tekrar hızlanabilir. 2.050 YTL kritik destek seviyesi. Bu noktanın kırılması ile beraber yeni haftada hedef 2 YTL seviyesinin de altı olabilir. Burada hedef 1.970 YTL.

Aynı zamanda euro-dolar paritesinde kısa vadeden orta vadeye yönelik euronun yükselişi ciddi anlamda hızlanabilir. Bu nedenle euronun içerde düşüşü, dolara göre daha sınırlı olabilir. Dolar yüzde 3 düşerken, euronun yüzde 1.5-2 gerilemesi paritedeki güçlü euro sebebiyle gerçekleşebilir.

1.36’ya kadar tepki olası
Paritede artık kısa vadede 1.2500 kuvvetli destek olmuş durumda. Burada da euronun güçlenmesi ve doların iştahının azalması için yeni haftanın ilk gününde 1.2630 son dalga geri çekilmenin kırılması gerekir. Bu seviye yeni haftanın ilk gününde geçilebilecek güce sahip ve euronun kısa vadede 1.3100-1.3300 ve 1.3600 seviyesine kadar bir tepki sürecine girmesi beklenebilir

14 Kasım 2008 Cuma

25.300 geçiş noktası

http://rapidshare.com/files/5746862/U2.by.Kawa.for.postaw.net.part2.rar

25.300 geçiş noktası
İMKB-100, güne beklentiler doğrultusunda satıcılı başladı ve ilk önemli destek noktası 24.500’ü denendi.
: 14 Kasım 2008Buradaki destek çalıştı. Son 7 gündür endeksin yüzde 17 gerilemesi, bu önemli ara destekte tutunmasında etken. 24.500’den gelen tepkiler, endeksi son 6 iş gününde adeta bir alçalan trend çizgisi gibi 5 günlük hareketli ortalamanın oluşturduğu satış baskısına 1-2 seans içinde son verebilecek bir tepki oluşturabilir. 5 günlük hareketli ortalamanın geçtiği 25.700’e endeksin ulaşması ve üzerindeki satış baskısını tamamlaması için, ilerleyen 1-2 seans içinde 25.300’ün geçilmesi önemli. 25.000’den uzaklaşmak istemeyen endeksin şimdilik bu seviyeye geçme isteğinin olduğunu söyleyebiliriz. Destek: 24.850 - 24.700 -24.500. Direnç: 25.300- 25.700-26.300.
halil recber

İMKB 3,7 cent seviyesinden 0,42'ye nasıl geldi, hatırlıyor musunuz?

14.11.2008 Yiğit Bulut Yorum
Daha doğrusu, 13 ayda "çöken finansal kule"nin 57. hükümetin başına nasıl yıkıldığını sorguluyor muyuz? Peki bunu neden sorgulamalıyız? Cevap çok zor değil, finansal trend devam ederse bu hükümetin başına neler gelebileceğini, daha doğrusu vatandaş olarak nelere maruz kalabileceğimizi görmek için. Bu noktada biraz geri gidelim ve tarihi hatırlayalım. Olayları 2001 krizinden başlayarak arz edeyim.

1- 1999 yılının sonundan itibaren yeni hükümet, "Avrupa Birliği (AB) senaryosu", "Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yeni anlaşma" gibi başlıkları algılamaya başlayan piyasa, 10.000 puan altından başladığı hareketi, 2000 yılı 17 Ocak sabahına kadar devam ettiriyor. 2000 yılı ocak ayında ulaşılan zirve TL bazında 20.700.

Merkez kura bastı
2- Bu hareket olurken yani dolar bazında 0.42-0.66 cent tabanından başlayan dinamik, 3.7 cent zirvesine gidip yeniden 2001 Şubatı'na kadar "1 cent" altına inerken Merkez Bankası baskısı altında kur, "kontrollü" şekilde yoluna devam ediyor. Daha açıkçası kur, 2000 Ocak tarihinden yani zirveden itibaren 2001 Şubat dibine gidene kadar Merkez Bankası "kura basmaya" devam ediyor.
3- Ocak 2000 tarihinde 15 milyar dolar üzerinde olan yabancı takası 4 milyar doların altına düşüyor.
4- 2000 Ocak-2001 Şubat döneminde Türkiye 10 milyar dolar üzerinde cari açık veriyor ve Türkiye'den sıcak paranın çıktığı veya "kârını realize ettiği" dönemde anlaşma yaptığımız IMF'den veya Dünya Bankası'ndan en küçük bir "Kuru serbest bırakın" talebi gelmiyor.
5- Bu süre içinde sıcak para, kârını dolar kurunu patlamadan, realize edip Türkiye'yi terk ederken Dünya Bankası görevlisi Kemal Derviş ve IMF Başkan Yardımcısı Fischer, Türkiye'ye geliyorlar ama hâlâ içeride düşük kur ile çıkmak isteyen yabancı parası olduğu için kur ile ilgili en küçük bir uyarı yapmıyorlar.

Çıkış önlenebilirdi
Değerli dostlar, bu tespitler sonrası soralım: 2000 Ocak ayında yani İMKB 3.7 cent zirvesinde ve yabancı bono takası tam "tepedeyken" kur, Merkez Bankası tarafından baskı altında tutulup, yabancı çıkışına servis edilmek yerine serbest bırakılsaydı ne olurdu? Cevap çok açık: Türkiye, 2001 döngüsüne girmez, serbest bırakılınca "talep sonucu yükselen" kur, yabancıların kârını "yok eder" ve Türkiye'den büyük çıkışlar önlenirdi. Yükselen kur süratle cari açığı "normal sınırlar" içine çeker ve "sallanan ama devrilmeyen" bir yapıda yolumuza devam ederdik. Bu dediklerim olduğunda "kaybeden" Türk halkı değil "düşük kurdan" dolara dönme garantisini kaybeden yabancı para sahipleri olurdu.

AKP'nin de farkı yok
Sonuç: Deniz dalgalı, Türkiye de bu dalgada yol alan bir gemi. Hava sakin iken 2003-2007 Kasım arasında "dümen boş bile olsa" anlayamazdık. Şimdi durum farklı ve herkes birbirine aynı soruyu soruyor: Dümende biri var mı? Varsa "Ben buradayım" demesi için tam zamanı.

Son söz: AKP hükümeti "Ben farklıyım" iddiası ile geldi ve 2003-2007 Kasım arasında yurtdışındaki genleşme ile Türkiye'de "siyasi rant"ı maksimize etti. Şimdi "yurtdışı çalmıyor, Türk ekonomisi de oynayamıyor". Burada tek bir gerçek ortaya çıkıyor: Bunların da diğerlerinden farkı yokmuş! Hele bir de IMF'ye diğerleri gibi teslim olursa; işte size en büyük hayal kırıklığı!

Diklenme dik dur...

14 Kasım 2008 Yılmaz ÖZDİL
Diklenme dik dur...Basbkon Erdıgan. ABR Beskanı Tarak Obümaye diklanmeden dek dur dadi...(Kusura bakmayın, gülmekten yazamıyorum, yanlış tuşlara basıyorum... Az bekleyin lütfen, bi elimi yüzümü yıkayayım, kendimi toparlayabilirsem, bitirmeye gayret edeceğim.)....*Evet...Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama’ya diklenmeden dik dur dedi.*Zannedersin, Barack Obama, zavallı hato mutu kabilesine başkan seçildi...Biz de süper gücüz.Nasihat veriyoruz!*(Bu arada... İşine gelmeyen gazetecileri Başbakanlık binasına bile sokmayan Başbakan, bu röportajı New York Times’ın İstanbul büro şefi olan Amerikalı kadın gazeteci arkadaşa verdi... Bu arkadaş, AKP’nin New York belediye başkan adayı olsa, yeridir... Olmadı, TRT genel müdürü olmalı... Çünkü, AKP’lilerle birlikte baklava-çikolata dağıtılan ev gezmelerine filan çıkar. Laiklere gıcıktır. Türban borazanıdır. Başı açık kızların dünyadan bihaber olduğunu; Marx dendiğinde, Marks&Spencer zannettiklerini yazar. Fethullah Gülen’e bayılır. Öve öve bitiremez. Atatürk için "eski general" sıfatını kullanır. İnkárcı olduğumuzu, soykırımı tanımadığımızı anlatır. Bizim yalakalar, bu arkadaşın eline su bile dökemez yani... Neyse.)*Hazır, nasihat veriyoruz...Diklenmeden dik durması yetmez.Şunlara da dikkat etmeli Obama...*Sakın ata binme.Bagajda balyoz bulundur.Kömür dağıt.Generallere yüz verme...General Motors’u sat.Şiir okuma.Şarkı söyle.(We walked together filan...)Oyuncak dağıt.Çocukları Türkiye’de okut!(Burs ayarlarız...)Oğlana gemicik al.Damada televizyon ayarla."Ben zenciyim" de.Hakan Şükür’ü Lakers’a transfer et.Emir ver, dolar yükselmesin artık.

Anayasa nerelerine battı...

14 Kasım 2008 Bekir COŞKUN
Anayasa nerelerine battı...ANAYASA’nın "değiştirilemez" hükümleri bu arkadaşları niye rahatsız etti, anlamıyorum:"Madde 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyet’tir.Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.Madde 3: Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.Bayrağı, kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır.Milli marşı ’İstiklal Marşı’dır.Başkenti Ankara’dır.Madde 4: Anayasa’nın (1’inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri) değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."(.........)Bu maddeler niye batıyor bunlara?..Hangisine karşılar; devletin şekli Cumhuriyet’e mi, Atatürk milliyetçiliğine mi, laik ve sosyal devlet oluşuna mı, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne mi, al bayrağına mı?..Nedir dertleri?..Niçin?..*AKP’nin Anayasa tasarısını Türk milletinden önce gidip ABD’ye anlatan Bilkent Üniversitesi’nin Prof. Ergun Özbudun’u... Anayasa Mahkemesi’nin "iktisatçı" Başkanı Haşim Kılıç ve diğerleri... Bilkent Üniversitesi’nde "Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerini" bir sempozyumla tartışmaya açtılar...Durup dururken niye?...Tabii ki biz anlıyoruz; amaç AKP’nin yolunu açmak...Karşı devrimin önündeki engelleri kaldırmak...Cumhuriyet’i tepeden tırnağa kuşattılar, ama kimi sorunlar çıkıyor, kimi engeller var...O engelleri temizlemek amaç...Bu kadar...*Ama Cumhuriyet’in sahipleri buna izin vermezler...29 Ekim’de, 10 Kasım’da, Cumhuriyet ve Atatürk adının geçtiği her Allah’ın gününde; meydanlara, caddelere, Anıtkabir’e, televizyonların ekranlarına, gazetelerin sayfalarına sığmayan milyonlar var, milyonlar...Onlar çağdaşlık-aydınlık umutlarını geri istiyorlar.Hálá laik Cumhuriyet’i tekmelemek isteyenlerin başına dünyayı yıkarlar...Dünyayı...

13 Kasım 2008 Perşembe

8 Kasım 2008 Cumartesi

Dolarda 'kuantum' sıçrama olabilir mi


yigit bulut yorum-Herşeyden önce kuantumu hangi anlamda kullandım, onu arz edeyim. "Kuantum" terimini "herşey aynı anda mümkün" anlamında kullandım. Peki bilimsel anlamda nasıl açabiliriz? Kuantum terimini açıklayan en iyi örnek Avusturyalı fizikçi Ervin Schrödinger tarafından ortaya atılan "kedi" deneyidir ve -teknik detayları vermeden- şu mantığa dayanır: Schrödinger'in kedisi için, bütün ihtimaller aynı anda var olur. Kedi ya ölü ya diri ya da hem ölü hem diridir. Buna rağmen gözlemi yaptığımız an, kediyi ya ölü ya da canlı görürürüz. Aynı anda var olan birçok gerçekliği-ihtimali, algılama anında tek seçeneğe indirger ve durumu öyle algılarız. Gerçekliği belirleyen veya değiştiren bizim gözlemimizdir. Yaptığımız gözlem sırasında çok boyutlu ihtimallerin var olması hatta aynı anda var olması gerçekliğini, gördüğümüz gerçeğe indirgeyerek, yaptığımız gözlemin bir parçası oluruz. Kediyi öldürürüz veya yaşatırız. Kısacası, her şey aynı anda mümkündür.
Kaos istikrarlıdır
Peki "her şeyin aynı anda gerçek olması" tezini finans piyasalarında nasıl kullanabiliriz? Birkaç yaklaşım ile dinamik bir sistem olan finans piyasalarını sorgulayabiliriz:
Klasik yaklaşım: Bu metot olayları lineer denklemler şeklinde algılar. Doğru veya yanlış, iyi veya kötü vardır. Zıtların varlığı, nötr durum, harici olasılıklar veya olasılıkların birlikte anlayamadığımız kaotik bir denklemle birbirine bağlanması dikkate alınmaz. Bu yaklaşıma göre kur, TEFE-TÜFE hesaplarına göre zaten çok ucuzdur. Aynen geçmişte 1 milyon 700 bin seviyelerinde olduğu gibi. Beklenen sonuç; doların, doğrusal algılayanların hesapladığı seviyeye kadar yükselmesidir.
Kaotik yaklaşım: Lineer yaklaşımcılar ve algılamalarının yetersiz kaldığı sistemleri çözemeyenler, her yapıyı "kaos" olarak adlandırır. Kaosun tamamını anlamak mümkün değildir, yapılması gereken tanımlanmış aralıkları anlamaya çalışmaktır. Kaos her zaman, her yerde hazırdır ve kendi kurallarına göre kendi içinde istikrarlıdır. Sistemler düzenden kaosa doğru eğilim gösterir. Bizim algılama kapasitemiz ile kaos olarak görünen yapılar, bir üst algılama ve zekâ seviyesi için "kozmos" olabilir. Bu yaklaşıma göre: Dolar kuru lineer davranış sergilemeyebilir. 1 milyon 700 bin seviyesinden 1 milyon 250 bine kadar geriler ve bu bölgede uzun süre kalabilir. Oluşan hareketler ve çizilen trendler bize tanımlanmış aralıklar oluşturma imkânını verir. Burada yapılacak hata kaotik davranış dinamiğinin uzun süre tanımlanmış aralıkta kalacağını varsaymaktır. Teorinin amacı ne olacağını bilmek değil, tanımlanmış aralıklar elde edildiğinde, eldeki bilgiye dayanan strateji geliştirmektir.
İki yaklaşım bir arada
Kuantum yaklaşım: Özünü yukarıda aktardım. Bu tanıma göre bir çıkarım yapacağım. Piyasalarda yanlış karar verenlerin büyük bir bölümü olayları yanlış algıladığı için hata yaparlar. "Kur ne olur" sorusuna cevap ararken kediciği kapağı kaldırıp gördüğü an gibi, "kur şu olmalı" ifadesine, arayışlarına referans olarak ipotek koyarlar. Kendi algılaması içinde konuya baktıkları için cevabı ararken bağımsız olamazlar.
Sonuç: Finans piyasalarında en doğru seçim "kaotik" ve "kuantum" yaklaşımı birlikte kullanarak ve tanımlanmış aralıklardan yola çıkarak her ihtimalin aynı anda gerçek olduğunu göz ardı etmeden, sonuca varmayı denemektir. Bu sentezi yapabilenler başarıyı yakalayabilirler.

Hisse mi alalım emlak mı

yiğit Bulut-

Borsanın "en" noktasını zorladığı şu günlerde kavramlar arasında kalan yatırımcıların en çok sorduğu soruyu biraz daha açalım. İleriye dönük 10 yılı sorguladığımızda "bir şirketin hissesini alıp, ortak olmak mı" yoksa "aynı değeri ödeyerek emlak almak mı" daha kârlı olabilir? Soruya cevap aramaya geçmeden bir noktanın altını çizmek gerekli. Hisse ve emlak kıyaslanması çok zor dinamikler olsa bile, ikisinin de temettü ve kira adı altında getiri sağlaması, bazı noktaları yok sayarak ortak bir payda üstünde analiz etmemizi sağlayabilir.
Erdemir'in 10 yılı
Daha açıkçası, sistemi kurarken, ev, dükkân ve arsanın, şirket kadar yıllık getiri sağladığını daha açık ifadesiyle, yıllık kira getiri, temettü, bedelli bölünme gibi kavramların birbirine eşit olduğunu varsayacağız. Cevabı ararken, son yılların üzerinde en çok tartışılan şirketi olan Ereğli'nin geçmiş 10 yıllık grafiğini ele almak ve dolara çevirerek sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu noktada bazı tespitler yapalım:
Grafik üzerinde 10 yıl geriye gidip özellikle 1998 öncesine de bakarsak, dolar bazında 1 birim altına indiğini ve sonrasında ortalama da 4 birim hatta uç noktalarda 8 birim üstüne çıktığını görebiliriz.
1'e 8 kazandırmış
Çıkarım 1: 100 dolarlık şirket ortaklığınızın değeri bugün diğer getiriler hariç tutulduğunda 800 dolara yükseldiği dönemler olmuş, bugün hala 200 dolar üzerinde.
Soru 1: 1995 sonrası 100 dolara aldığınız, daha açık olsun diye şöyle ifade edelim; 100 bin dolara aldığınız bir evi, son 10 yılda 800 bin dolara satabildiniz mi?
Değerli dostlar, ilk sonuçlar sonrası analizi ileriye doğru taşıyalım ve bugünden itibaren önümüzdeki 10 yılı sorgulayalım. Acaba borsa endeksinin tarihi zirvelerinde olduğu bir dönemde hisse alıp ortak olmak mı yoksa emlak almak mı daha kârlı?
Çıkarım 2: Bu analizden kesin bir sonuç çıkarıp, "doğrusu budur" demek mümkün değil. Zaten analizin amacı da bu değil. Amaç, "emlak almak her şeyden daha kârlıdır" yargısının daha doğrusu sorgulamadan kabul gören bu çıkarımın her zaman doğru olamayacağını örnekler ile analitik düşünen yatırımcılara kanıtlamak.
Doğru yerde satan kazanır
Sonuç 2: Bir şirketin değerinden yola çıkarak dolar bazında 100 birimin ortalama 400 birime geldiğini gördük. Aynı sorgulamayı son krize taşıyıp yapsaydık, 1999-2005 arasını (hazine bonosu açısından ele alsaydık, şu sonuca varacaktık; hiç kıpırdamadan TL bazında bile olsa hazine bonosunda kalanlar ne emlak, ne de borsada aynı risk seviyesine göre elde edilemeyecek getiriler elde ettiler.
Soru 2: Bu veriler sonrası geleceğe dair ne diyebiliriz?

Son söz: Beklemeyi bilen ve doğru yerde satabilen için emlak iyi yatırımdır ama sermaye piyasalarındaki kâr kolay elde edilemez!

4 Kasım 2008 Salı

bugun ne yazdılar

“İki şey üzerlerinde ne kadar sık durup düşünsem gönlümü hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve saygıyla dolduruyor. Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası” Immanuel Kant’ın mezar taşından..

Leman 887

İngiliz yargıç
İngiliz yargıç, gece yarısı parktan gecen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:
“Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de, adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?”
Yargıcın yanıtı şu olmuş:
“Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.” (İnternetten)



Ne oldu “Türk” atayamadınız mı!
Dünden beri mesaj geliyor Godiva yönetim kuruluna 3 yeni atama yapıldı! İsimler birbirinden ilginç! Neresi mi ilginç?

Türk şirketi oldu diye “bas bas bağrılan”, “işte küreselleşme, bizimde dünya şirketimiz var” diye reklam yapılan Godiva’ya, bir de bakıyorsunuz ki “atanan 3 isim de yabancı”!

Sakın yanlış anlamayın satın alınan şirket “telekom, bankacılık, petrol” gibi stratejik bir “şirket” değil!

“Keyfe keder” alınıp yenen, iki saat sonrada “toprağa” dönen bir ürün şirketi... Bir çikolata şirketi... Yiyorsun, iki saat sonra da sindirip, atıyorsun!

Peki bizde durum nasıl? Satılan şirketlere yabancı atanıyor mu?

Hem de nasıl... Türkiye’de faaliyet gösteren “en stratejik” şirketlerimize bakalım...

Bir cep telefonu şirketinin “genel müdürü” Macar asıllı İngiliz, en son o gidip yerine başkası geliyordu, ne oldu bilmiyorum!

En stratejik “haberleşme” şirketimizin yönetim kurulu başkanı ve Genel Müdürü “yabancı”!

Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı bir bankanın “en tepe ismi” Hollanda-Belçikalı!

Rafineri, haberleşme, bankacılık ve daha birçok sektörümüzde “danışman” ve “genel müdür yardımcısı” sıfatıyla çalışan “onlarca” isim, “yine” yabancı “pasaportlar” taşıyorlar...

Ha sakın yanlış anlamayın “bunların varlığını” eleştirmiyorum, içlerinde çok “iyi insanlar” tanıdım!

Ama bir de gerçek var elin oğlunun sattığı “yağlı kakao” şirketine atama yapmaya gelince “onların bizde yaptığı” gibi kolayca “kendi vatandaşlarımızı” oraya koyamıyoruz, koydurmuyorlar!

Şimdi sormak istiyorum Türkiye’de “Godiva’nın yönetim kuruluna girecek” seviyede “değerli” adam mı yoktu! Veya daha vahim bir soru Türkler’in yönetime girmesine “izin mi vermediler”! Yabancıların kanunları mı buna müsait değil!

Sevgili dostlar, bizim gibi “her şeyini, herkese” açmış, “buyur kardeşim, gel içimize gir, içimizi rahat rahat oy” diyebilmiş bir delikanlı ülke daha yoktur! Bırakın “en stratejik şirketlerinize” yabancı “yöneticiler” atamayı, Avrupa’da ve/veya Amerika’da, elli yerden izin almadan bir yabancıyı önemli bir şirkette stajyer bile yapamazsınız!

Uzun lafın kısası Godiva’nın yönetimi ile ilgili “atama” mesajlarını dün çok üzülerek ve nasıl yanlışlar yaptığımızı bir kere daha düşünerek okudum... Vücudumuzda “2 saat” kalan mamayı üreten bir şirketimize, biz kendi vatandaşlarımızı “yönetici” yapamıyoruz, elin oğlu Cumhuriyetin birikimleri ile kurduğumuz, herşeyimizi “emanet” ettiğimiz en stratejik şirketlerimize “Ortadoğu’dan, Avrupa’dan, Amerika’dan hatta Afrika’dan” kimi bulursa getirtip oturtuyor!

Bu “vazgeçmişlik”, bu vurdumduymazlık ancak bizim gibi “psikolojik savaş ile uyuşturulmuş” toplumlarda olur! “BİZİM OLDU” denen Godiva’nın “bizden olmasına izin verilmeyen” yeni yönetimi hayırlı olsun!





14 Ekim 2008 Salı

halil recber -yigit bulut yazı yorumları

DAĞARCIĞIN,KESENİN DEĞERİ ALTINDANDIR; ALTINSIZ DAĞARCIĞIN,KESENİN HİÇ BİR DEĞERİ YOKTUR.MEVLANA
30.000-30.500 direnç bölgesiEndeks haftaya güçlü alıcılıbaşladı. halilrecber-teknikanalizim
Tarihi: 14 Ekim 2008Ancak ilerleyen dakikalarda, Türkiye’de yatırımları bulunan ‘hedge’ fonların satışlarının etkili olduğu söylentisiyle İMKB dünya borsalarındaki ortalama yüzde 6- 7’lik yükselişlere karşın sadece yüzde 1.64 arttı. Ancak endeksin önümüzdeki 1- 2 gün içinde 30.000-30.500 direnç bölgesini geçmesi önemli olacaktır. En azından tepkinin devam etmesi veya tepkinin bu önemli geçiş seviyesi; 31.000 ve üzerinde hareketinin güçlenerek devam etmesi açısından bu süreç çok önemli. Aynı zamanda ABD’de dip seviyenin gröülmesi ile beraber endekslerin topladığını ve ilerleyen günlerde dip ve krizin yumuşaması açısından iyi bir işaret olabileceğini söyleyebiliriz. Destek: 28.900 - 28.500 -28.000. Direnç: 29.500 -30.000 -30.
500.
----------
Babacan’ı ayakta alkışlıyorum..yigit bulut...Dışişleri Bakanı Babacan gerçekten müthiş bir “adam!” İngiliz Konsolosluğu yemek veriyor, Avrupa Birliği temsilcisi ile İngiliz Konsolosluğu’nun yemeğine katılıyor. Hem de “Ankara’da falan da” değil, İstanbul’da! Ayrıca dediğim gibi yalnız da değil, yanında “abisi” Avrupa Birliği temsilcisi de var! Diplomatik olarak kendisinden “çok düşük” olsa da olsun “koskoca Avrupa temsilcisi!”
Düşünsenize “Türk Konsolosluğu” Fransa’da veya İngiltere’de yemek veriyor, o ülkenin dışişleri bakanı o yemeğe “konsolosluğa” geliyor! Ne görülmüş, ne de duyulmuş bir olay!
Ama Türkiye’nin “Dışişleri Bakanı” kendi ülkesinde “ev sahipliği” sıfatını bırakıp, onların yemeğinde “sıraya” giriyor!
Büyük skandal! “Ne var” demeyin! Aynı seviyede biri Türkiye adına oraya gidebilir, ama kendi ülkesinde “ev sahibi olduğu topraklarda” ancak ve ancak konsoloslar “dışişleri bakanının” verdiği yemeğe katılır! Bu noktada sizlere başımdan geçen ve bu köşede aktardığım olayı “yazımdan alıntı” ile aktaracağım. Ben “taşıdığım sıfatlar ile oraya gitmeyi evsahipliğini bırakarak kendime yakıştırmadım. Ben neyim ki dışişleri bakanının yanında gariban bir gazeteci...” Alıntıya gelince
“...İspanya’nın Türkiye Büyükelçisi, İstanbul’daki Tarabya rezidansında “aklınca” önemli bulduğu “gazetecilere” yemek vermeyi düşünmüş ve yaklaşık 10 kişilik bir liste yapmış. Beni de “acil” olarak CNNTURK’ten aramışlar ve asistanıma not bırakmışlar. ABD Büyükelçisi “milletvekillerini” toplayıp, onlara yemek verir de Avrupa’nın bir büyükelçisi “gazetecilere” evinde yemek vermez mi!
Katılımcıların listesini istedim, tam tahmin ettiğim gibi “Türkiye’de olmayan Avrupa tezini” pazarlayan ne kadar adam varsa, hepsi orada! Ha bir de öne çıkmış “İkinci Cumhuriyetçi” kardeşler! Davet sahibine “bir büyükelçinin Türkiye’de kamuoyu oluşturan gazetecileri ayağına çağıramayacağını, isterse kendisine Tarabya’da balık ısmarlayabileceğimi, ayrıca o listedeki isimler ile asla bir araya gelmeyeceğimi” asistanım vasıtasıyla ilettim. Kısacası ben “gitmedim” ama “bu ülkede gazeteci sıfatı taşıyan” birçok isim gitti.
Geldiğimiz noktaya bakın, sanki “sömürge” ülkesi. Büyükelçiler “milletvekillerini ve gazetecileri” özel yemeklerde bir araya getirip, ülkenin durumunu ve geleceğini sorguluyorlar! Halk da “sadece faiz” ödemek için çalışıp, dursun...”
Sevgili dostlar, güzel ülkem ne halde! Talabani ile New York’ta “terörist saldırıdan” günler önce görüşen Babacan’a tavsiyem isterse bir de Türkiye’deki Barzani’nin temsilciliğine yemeğe gitsin! Onun da Boğaz’da manzarası fena değil! Boşuna dememişler
“Ankara’nın taşına bak! Gözlerimin yaşına bak! Uyan Uyan Gazi Kemal memleketin haline bak!”
Bence hiç uyanma ATAM, uyu da “bazı şeyleri” görüp kahrolma!!
---------------
Kemal Derviş'in Türkiye'ye geldiği ilk günühatırlıyormusunuz.14.10.2008 Yiğit Bulut Yorum
Neydi ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir borç dinamiği. Türkiye'nin kaderini daha doğrusu "çalışıp didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının hayatının" nedenlerine cevap veren en kısa cümle. Açılımı da çok basit: Ne olursa olsun; çalış, didin, borcunu öde ve asla "bu borcunu ödemek uğruna" varlığını ertelediğin bu yapının dışına çıkmayı düşünme! Sevgili dostlar, bu satırlar sonrası Derviş'in kurduğu sistem içinde sıcak paranın rantının "en noktasını" test etmesi gerçeğine değinmek ve bu yapıyı "ekonomik mucize" diye satanlara, tespitler eşliğinde "bazı sorular" sormak istiyorum. Bütçenin yarısı faizeTespit 1: 2001 Şubat krizi öncesinde Merkez Bankası tarafından kontrol edilen kur, Derviş sistemi içinde sıcak para tarafından kontrol edilir hale geldi. 2000-2001 arasında "kuru, Merkez Bankamıza kontrol ettirerek, kârını çoğaltan sıcak para", 2001-2007 arasında kuru doğrudan etkilemeye başladı. Bu noktada soralım. Dünyada" Pakistan'ın bile "dolar bazında yüzde 6,5 ile borçlandığı bir yapıda hatta iki haneli borçlanmanın kalmadığı son 5 yılda, Türkiye nasıl oluyor da YTL bazında yüzde 16'nın üstünde, düşen kuru da dikkate alırsak, dolar bazında yıllık yüzde 30'un üzerinde borçlandı? Bu gerçekten ekonomik mucize mi? Tespit 2: Sürdürülebilir borç dinamiği Türkiye'nin "başına geçirilmiş" bir çuval ve içinde bulunduğumuz durum, daha doğrusu sürdürme adı altında ödediğimiz faiz, dünyada eşi benzeri olmayan ve ne ülke riski, ne de başka bir finansal gerçekle açıklanabilecek bir durum! Bu noktada soralım: Bu döngüyü Türk Halkı ne uğruna sürdürüyor? 2004 yılında ödediğimiz bir yıllık faiz tam 52 milyar dolar veya 70 katrilyon. Konsolide bütçenin tam yarısı. Bir ülke düşünün insanları çalışıyor, çabalıyor daha yolun başında bütçesinin yarısını dünya genelindeki "5000'den az gerçek-tüzel kişiye" faiz diye aktarıyor. Esarete bakın! Finansal teröre dikkatTespit 3: Bir ülkede yerel para birimi üzerinden dünyanın en yüksek faizi ödeniyorsa ve o ülkede dolar kuru da aynı dönemde aşağı gidiyorsa, orada sadece yerel para birimi cinsinden "yüksek" değil, dolar bazında "katlamalı" bir faiz ödeniyor demektir. Dışarıdan giren para yüzde 16-18 arasında "dünyada matematiksel benzeri" olmayan bir getiri elde ederken, düşen kurun yarattığı "kur farkı" ile bu getiri "inanılmaz" boyutlara ulaşır. İşte bu mekanizmanın adı "finansal terördür" ve "dağlardan" değil sizin "kurumlarınız" aracılığıyla "sıcak para diyarından" gelir. Bu noktada soralım; "sıcak paranın" kendi kârını katlamak adına yarattığı "bu dalgasızlık" durumu "ekonomik istikrar mıdır?" Sonuç: Neresinden başlasam, nereye kadar yazsam bilemiyorum. Bir ekonomik "tetikçinin" Türkiye'ye gönderilmesi ile başlayan "döngü" içinde Türkiye, son 6 yıl içinde, tarihinde görmediği bir "finansal sömürüye" maruz kaldı. Bu sömürünün gerektirdiği kaynağı bulmak için bu ülke "Cumhuriyet tarihinin yarattığı bütün kamu değerlerini" satmak zorunda kaldı. İnsanlarımız yıllarca çalışıp ürettikleri katma değerin her sene yarısını daha yolun başında "bu tuzağı" kuranlara "faiz" adı altında aktardılar. Son söz: "Sürdürülebilir borç dinamiği" ülkelerin başına geçirilmiş çuvaldır. Ülke halkları "çalışır, didinir" ve kendine harcaması gereken kaynakları bu sistemin kurucularına aktarır. Sürdürülebilir borç dinamiği içinde kalmak varlığı ertelemek ve sadece aman sistem patlamasın kaygısı içinde "sadece sahiplere hizmet" etmektir. Türkiye'nin bir an önce bu oyuna "dur" demesi ve geleceğini eline alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Neydi ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir borç dinamiği. Türkiye'nin kaderini daha doğrusu "çalışıp didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının... ( KB)

12 Ekim 2008 Pazar

marx bize gülümsüyor

ANLAYANA EZOP TAN BİR HİSSE

POLİTİKACILAR genellikle sadece kürsüye çıktıklarında vatan milleti düşünürler. Kürsüde onları tutamazsınız. Coşarlar da coşarlar!Kürsüye çıktıkları vakit ülkeye hizmet ettiklerini sanırlar!Bir kısırdöngüdür bu... Bağırırlar da bağırırlar... Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir.* * *Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen bir öyküsü var.

Hikáye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.Eşek keyifli bir şekilde anlatır:"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim...""Eee, sonra ne oldu?""Ne olacak beni başkan seçtiler!""Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?""Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!""Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?""Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"

************************
Soner YALÇIN .. Marx kendini hangi edebi kahramana benzetiyordu
Küresel kriz Karl Marx’ı yine dünyanın gündemine taşıdı. Bırakınız dünyaca ünlü ekonomistleri, Türkiye’de bazı muhafazakár isimler bile Marx’ın haklılığını öven yazılar kaleme almaya başladılar.Görünen o ki önümüzdeki dönem Marx yeniden okunup tartışılacak. İlginçtir Marx, Kapital’i yazdığında sanki bu durumu önceden tespit etmişti! Dava arkadaşı F. Engels’e gönderdiği mektupta kendisini bir hikáye kahramanına benzettiğini yazdı. Marx, hangi ünlü yazarın, hangi eserinin kahramanıyla özdeşleşmişti? Neden kendini ona benzetmişti? Gelin 1867 yılının 16 Ağustos gününe gidelim...TARİH 16 Ağustos 1867, Londra.Saat 02.00.Karl Marx geceleri çalışıyordu hep.Sadece araştırma yapıp kitap yazmıyordu; 1864’te kurulan "Enternasyonal İşçi Birliği"nin faaliyetleri de zamanını alıyordu. Bu nedenle yazmaya ancak geceleri fırsat buluyordu.Uzun dönemdir üzerinde çalıştığı yapıtını yeni bitirmişti. Heyecanla, 25 yıldır her fırsatta yanında olan, maddi-manevi katkılarda bulunan dava arkadaşı Friedrich Engels’e mektup yazdı:"Sevgili Fred...Kitabımın adını ’Kapital: Politik Ekonominin Eleştirisi’ koydum..."Dört yıldır üzerinde çalıştığı ve yılbaşından beri temize çektiği Kapital’in birinci cildine son noktayı az önce koymuştu:"Böylece bu bölüm bitmiş oluyor. Bunun olabilmesi senin sayendedir. Benim için yaptığın fedakárlıklar olmasaydı, bu korkunç işi yapamazdım."Hastaydı; karaciğerinden rahatsızdı. Bazen iki ay yataktan çıkmadığı oluyordu.Ama çalışmayı bırakmıyordu. Çok titizdi; her kitaba ulaşmak, okumak, üzerinde çalışmak istiyordu. Bazen kütüphanelerde bulamadığı kaynaklar için Engels’ten yardım istiyordu:Engels araştırıp Marx’ın istediği eserleri mutlaka buluyordu: Bu bazen James Edwin Th. Rogers’in "İngiltere’de Tarımın ve Fiyatlarının Tarihi" ya da John Watts’ın, "Sendikalar, Grevler, Makineler, Kooperatif Toplulukları" gibi kitaplar oluyor; kimi zaman da İngiltere parlamento tutanakları ya da İngiliz sanayiinde kadınların ve çocukların durumlarıyla ilgili raporlar olabiliyordu.Evet, aslında 20 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı, para-sermaye ilişkisi, emeğin sermayeye bağlılığı, malların dolaşımı, işbölümü, makinelerin kullanımı gibi politik-ekonominin eleştirisini ele aldığı yorucu çalışmasını bitirmişti sonunda.Sağlığını, ailesini, mutluluğunu feda ettiği; uğruna yoksulluk çekip paltosunu, saatini tefeciye verdiği kitabı çıkıyordu işte.Ama Karl Marx’ın kafasında bir korku vardı...Balzac’a hayrandıKarl Marx, Fransız yazar Honore de Balzac’a hayrandı. Onun kentsoylu düzene yukarıdan bakan, para-zevk ve iktidarın temel amaca dönüştüğü bir dünyayı anlatan eserlerini çok beğeniyor, "İşte gerçekçi yazar" diyordu.Balzac, 1845 yılında "Gizli Başyapıt" adlı eserini çıkardı. (Bu eser Türkçe’ye tam 100 yıl sonra 1945’te "Bilinmeyen Şaheser" adıyla Nahit Sırrı Örik tarafından çevrildi.)"Gizli Başyapıt" yazıldığı dönemden başlayarak özellikle sanat dünyasını çok ilgilendirdi. Cezanne, Picasso gibi büyük ressamları derinden etkiledi; üzerinde sanat tarihçileri tarafından çalışmalar yapılan bir yapıt oldu.Balzac’ın eserinin kahramanı Frenhofer, ressamdı.Tuvalinde yaratmaya çalıştığı eserinin kusursuz olmasını istiyor; onunla tutkuyla bir aşk ilişkisi yaşıyordu sanki. 10 yıldır atölyesine kapanmış, çileli bir hayatla arayış içindeydi. Resimlerine bağlıydı, sergilemek bile istemiyordu.Ama bir gün gizli başyapıtını, resimlerine hayran genç bir ressam ile sanatsal bilgilerine güvendiği bir başka ressama gösterdi. İkilinin resmi hakkında söyledikleri Frenhofer’i çıldırttı. Her iki ressam da uzun uzun tuvale bakıp hiçbir şey anlamadıklarını itiraf etmişlerdi.Ressam Frenhofer kızgındı; hayal kırıklığına uğramıştı. Anlaşılamamıştı işte. O gece geçirdiği büyük bunalım sonucu intihar etti.Ve Balzac hikáyesini böylece bitirdi.Aslında ressam Frenhofer’in yaratımı, "soyut resim" idi; bu nedenle hem de meslektaşları tarafından bile anlaşılamamıştı! Araya girip bir not aktarmalıyım: Balzac’ın "Gizli Başyapıt"ı yazdığı 1845’te "soyut resim" nedir bilinmiyordu! İşte "Gizli Başyapıt"ı sanat tarihi açısından önemli kılan da bu özelliğiydi aslında! Peki, Balzac bunu nasıl keşfetmişti, bilinmiyor. Eserini yazarken resim teknikleri konusunda bilgi aldığı ressam G. Boulanger idi ve onun da "soyut resim" ile ilgisi filan yoktu.Bu arada ekleyeyim Boulanger, bizim Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyid, Osman Hamdi gibi ressamlarımızın da Paris’te hocalığını yapmıştır. Neyse, yok "soyut resim" yok bizim ressamlar diyerek kafanızı karıştırmayalım. Gelelim Karl Marx’ın, çağının çok ötesinde olan ressam Frenhofer’den nasıl etkilendiğine...Marx’ın kafasındaki korkuKarl Marx, gerek gündelik gerekse yazı çalışmalarından yorulduğunda evindeki sedire uzanıp beğendiği, hep keyif aldığı Cervantes, Shakespeare gibi ustaların ölümsüz eserlerini okurdu. Yaşamı boyunca edebi yapıtlarla hep yakından ilgilendi, sürekli okudu."Gizli Başyapıt" yazıldığı dönemde Karl Marx’ı da şaşırttı, düşündürdü, heyecanlandırdı. Balzac’ın bilgece, içten, ironik bu eserini büyülenmiş gibi elinden düşürmeden bir çırpıda okudu. Ve dáhi ressam Frenhofer’ın karmaşık ve sürekli arayış içinde olan ruhuyla kendisi arasında benzerlikler buldu.Marx da yıllardır kütüphanelere, müzelere, kitaplığına kapanarak Kapital’i kaleme almıştı. Yorulmadan yazılarına eklemeler, çıkarmalar yaparak sürekli değişiklikler yapmıştı.Yazdıklarının düşüncelerini tam olarak ifade edip etmediğinden emin olamıyor, tekrar tekrar çalışıyordu.Örneğin: İngiliz çalışma mevzuatına ilişkin yirmi sayfa yazmak için, İngiliz ve İskoç tahkikat komisyonları ve fabrika müfettişlerinin raporlarını bile günlerce arayıp bulmuş ve okumuştu.Sonuçta çileli, yorucu çalışması sonucu yıllardır çalıştığı kitabı çıkıyordu. Dáhi ressam Frenhofer gibi devrimci bir arayış içinde olan Marx, yeni sözler söylüyordu; bunlar anlaşılacak mıydı?Kapitalizmdeki egemen üretim ilişkisini, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesini, sermayenin dolaşımını, sermaye-kár ilişkisini vb. insanlar doğru anlayabilecekler miydi?İçinde kuşku vardı; anlaşılamama kuşkusu. Tıpkı çağdaşları; Goethe, Schiller, Beethoven, Stendal, Gogol, Puşkin, Goya vd. olduğu gibi...’Balzac’ı okumalısınKarl Marx, Engels’le her sırrını, duygusunu paylaşıyordu.Mektubunda Balzac’ın "Gizli Başyapıt" kitabını mutlaka okumasını önerdi. Çünkü ruh halini ressam Frenhofer’e benzetiyordu!Frenhofer ile yaşamında benzerlikler olsa da Marx bilim adamıydı ve bu nedenle daha gerçekçiydi. Marx, Engels’e yazdığı mektupta şöyle diyordu:"Zavallı ressam. Mükemmelliği ararken, kendi sanatını öldürdü. İnsan gerektiği yerde durmasını ve noktayı koymasını bilmeli, değil mi? Mükemmel, iyinin düşmanıdır. Balzac’ın, yaptıklarıyla hiçbir zaman yetinmeyen kahramanının ruhunu anlıyorum ben."Engels, "Gizli Başyapıt"ı okudu mu; üzerinde bir daha konuştular mı bilinmiyor. "Seçme Yazılar" adlı eserde bu konuyla ilgili sadece Marx’ın mektubu var.Ama Marx’ın Kapital’i bitirdiğinde başta Engels olmak üzere yakın dostlarına okuttuğu bilgisi var. Genç ressam Porbus, ustası Frenhofer’in tablosundan hiçbir şey anlamamıştı. Oysa Engels, ustası Marx’ın yazdığından çok etkilendi.Frenhofer’in başına gelen Marx’ın başına gelmedi.Ancak Marx bilim adamıydı; akademik formasyonu vardı; doçentti. Bu nedenle felsefi ve ekonomik terimleri sık kullanan Marx’ın dili ağırdı; düşünceleri insanlara karmaşık geldi ve bu nedenle Kapital zor okundu. Diğer yandan Kapital, içerik, ansiklopedik zenginlik, bütünlük, mantık ve vuruculuk bakımından övgüyü hak etmişti.Gerçekçi Marx ile öykü kahramanı Frenhofer’in yazgısı ayrıydı artık. Bismarck’ın teklifiKapital’inin ilk cildi 14 Eylül 1867’de Almanya’da çıktı. Marx, kuşkusuz Kapital ile dünya devrimini amaçladı.Ama o da insandı; babaydı; telif haklarının mali sorunlarını çözmek, eski borçlarını ödemek ve eve bir şeyler almak için kendisine faydası dokunacağını sanıyordu. Ama eline geçen o kadar azdı ki kendisinin de alayla belirttiği gibi kitabı yazarken içtiği tütün parasını karşılamaya bile yetmiyordu!Bugün dünyada hálá, İncil’den sonra en çok satan kitap olarak gösterilen Kapital, ilk baskısında 1000 adet basılmıştı. Ve ilk baskısı dört yılda bitti.Marx’ın, "Proletaryanın öncü savaşçısı, cesur, dürüst, mert, unutulmaz dostum Wilhelm Wolff’a" diyerek adadığı Kapital’i medya görmezlikten geldi. Hakkında uzun süre hiçbir yazı çıkmadı.Kapital, Almanya, İngiltere, Fransa yerine bir başka ülkede çok fazla ilgiyle karşılandı: Rusya!Lenin’in 1917’de Rusya Devrimi, Marx’ın çalışmalarının dünya çapında duyulmasına, okunmasına ve tartışılmasına neden oldu. Ve 20. yüzyıldaki her toplumsal değişim Marx’ın etkisini taşıdı.Bu arada ileride Almanya’yı birleştirecek olan "demir yumruk" Lauenburg Dükü Otto Von Bismarck, Marx’a haber gönderdi; büyük yeteneklerini Alman halkı yararına kullanmasını istedi. Marx kendisine zenginlik, itibar ve en önemlisi anayurduna dönmesini sağlayacak teklifi reddetti; yerinin proletaryanın yanı olduğunu söyledi.Bu şekilde zenginleşmeyi reddeden Marx, gazetelere yazdığı yazılar ve Engels gibi dostlarının yardımlarıyla geçindiriyordu ailesini. Mektubunda Engels’e şöyle diyordu:"Gönderdiğin 15 sterlini aldım, çok teşekkür ederim benim sevgili, dürüst dostum..."Marx, zamanının ve enerjisinin büyük bölümünü sosyalist I. Enternasyonal’e ayırdığı için Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yetiştirmeye ömrü yetmedi. 1883’te 65 yaşında vefat etti; iki cildi Marx’ın notlarından Engels tamamlayıp yayınladı.Aradan yıllar geçti...Küresel kriz bugün dünya piyasalarını kasıp kavuruyor. Karl Marx şimdi tekrar revaçta. İnsan soramadan edemiyor; Marx’ın aslında yazgısı, geleceğin sanatını yapan Frenhofer’e benzemiyor mu?Devrimcileri, eserlerini anlayabilmek için zaman gerekiyor belki de, kim bilir...DÜZELTME Geçtiğimiz hafta Medici Ailesi’ni anlattığım yazının görsellerinde oluşan bir hata sonucu Davud Heykeli, Michelangelo yerine Donatello’nun eseri olarak yazılmıştır. Düzeltir, özür dilerim.Cezanne’dan Picasso’ya kendini Frenhofer’le özdeşleştiren ressamlarBALZAC’ın "Gizli Başyapıt" eserinin kahramanı Frenhofer’le kendini sadece Karl Marx özdeşleştirmedi.Kusursuz bir yaratıyı arayan ressam Frenhofer, birçok ünlü sanatçıyı da etkiledi.Bunların başında modern sanatın öncüsü kabul edilen; empresyonizmle kübizm arasında köprü kurmuş olan ressam Paul Cezanne (1839-1906) geliyordu. O da Frenhofer gibi yaratma sürecine tutkuyla bağlı bir çile adamıydı. Yanında "çıraklık" yapmış Emile Bernard, "Cezanne Üzerine Anılar" kitabında bir hatırasını şöyle anlatıyordu:"Bir akşam ona Balzac’ın Gizli Başyapıt’ından ve hikáyesinin kahramanı Frenhofer’den söz açtım; masadan kalktı, gelip önüme dikildi ve işaret parmağını göğsüne bastırarak -ağzından tek sözcük çıkmadan ve bu hareketi art arda yineleyerek- öyküdeki kişinin kendisi olduğunu belirtti. Öyle heyecanlanmıştı ki, gözleri yaşlarla dolmuştu."Cezanne kara kalem taslaklarında "Gizli Başyapıt"ın sahnelerini resmetti. Bunlardan biri; Frenhofer’in tablosunu gösterdiği, diğeri de resmi yaptığı sahneydi. Bunlar İsviçre Basel Kunstmuseum’da sergilenmektedir.Balzac’ın "Gizli Başyapıt"ına tutkuyla bağlı, kahramanı Frenhofer’le kendini özdeşleştiren bir diğer dünyaca ünlü ressam ise Pablo Picasso (1881-1973) idi.Balzac’ın eserinden o kadar etkilenmişti ki, öyküdeki olayın geçtiği Paris’teki Biere de Bretteville konağını kiralayıp, 1936-1955 yılları arasında burada yaşadı.("Gizli Başyapıt"ı günümüz Türkçesine çeviren ve ne yazık ki kitap çıkmadan kısa bir süre önce vefat eden mimar Samih Rıfat, araştırdığı kaynaklarda Frenhofer’in bu konukta oturduğuna dair bilgi bulamadığını yazıyor kitabın önsözünde.)Cezanne gibi Picasso da, dáhi ressam Frenhofer’in öyküsünü kara kalemle resimleyerek ölümsüzleştirdi. Sanat kitapları yayımcısı Ambroise Vollard’ın yayınladığı "Gizli Başyapıt" baskısını Picasso resimledi. Çok az sayıda basılan bu eser bugün koleksiyonerler için önemli bir parçadır. Frenhofer sadece ressamları etkilemedi.Michel Leiris, Hubert Damisch, Michel Serres, Georges Didi-Huberman gibi yazarlar da ressam Frenhofer ile ilgilendiler; denemeler kaleme aldılar.Bizim yazarlarımız da ilgisiz kalmadı Balzac’ın edebi kahramanı Frenhofer’e. 1997 yılında Enis Batur, "Frenhofer Olmak" adlı kitabını çıkardı.Amerikalı sanat tarihçisi Dore Ashton, bu ilgiyi "Gizli Başyapıt" mitosu üzerine kapsamlı bir incelemeyle kaleme aldı."Gizli Başyapıt"a sinema da ilgisiz kalamadı. Fransız yönetmen Jacques Rivette, Balzac’ın eserini günümüze uyarlayarak çekti. Film 1991 yılında Cannes’da ödül aldı.Siyaset bilimciler, ressamlar, yazarlar, yönetmenler Frenhofer’i ne kadar kendileriyle özdeşleştirseler de, Frenhofer aslında Balzac’ın ta kendisi değil miydi?

*************************


Marx’ın kehaneti...derya sazak\milliyetKarl Marx’ı okuyup anlamaya çalışanların sonu ‘68 kuşağı’nın trajedisinde gizlidir.Oysa devlet, ‘soğuk savaş’ koşullanması ve ‘komünizm’i önleme adına, alternatif siyasi-iktisadi tezlerden ürkmeseydi, bugün bir ‘hayalet’ gibi Türkiye’nin üzerine çöken küresel kapitalizmin kriziyle başa çıkmak herhalde daha kolay olurdu.Leman’ın kapağı ‘sol’u yok sayan anlayışa da yanıt niteliğinde.‘İdeolojiler öldü’, ‘tarihin sonu geldi’ diyen Batılı düşünürler, ‘kapitalizmin çöküşü’ karşısında dehşet içindeler.Marx, daha 1848 ‘Komünist Manifesto’da bu sonucu görmüş.“Ticari bunalımlar dönemsel olarak ortaya çıkıp her seferinde daha tehdit edici bir biçimde tüm burjuva toplumunun varlığını sınava tabi tutarlar. Bu bunalımlarda yalnızca mevcut ürünlerin değil, fakat aynı zamanda daha önceden yaratılmış üretici güçlerin de büyük bölümü periyodik olarak yok edilir. Bu bunalımlarda öyle bir salgın hastalık patlak verir ki, bu aşırı üretim salgınıdır.”Kapitalizmin, sorunu aşmak için iki yolu vardı:“Bir yandan, bir üretici güçler kitlesinin zorunlu tahribi yoluyla, öte yandan yeni pazarlar fethetme ve eski pazarları daha derinden sömürme yoluyla. Yani, daha kapsamlı ve daha yıkıcı bunalımların yolunu açarak ve bunalımları önleme araçlarını azaltarak.”ABD, ‘sistem’i batırma pahasına AB’yi, Rusya’yı, Çin’i batırdıktan sonra ayakta kalırsa ne olacak?!Marx’ı inceleyen Francis Wheen, Versus Yayınları’ndan çıkan ‘Das Kapital’ adlı rehber kitapçıkta şunu yazıyor:“Bu durum, hükümetlerin hep kaçınmaya çalıştıkları ‘canlanma ve iflas’ çevrimidir. Marx’a göre kapitalizm var olduğu sürece hiçbir kaçış mümkün değildi. Genişleme ve resesyon şeklindeki gel-git ritmi, aşırı üretim yönünde doğal bir ritmi olan sistemin bir parçası idi. ‘Kapitalist üretimin gerçek bariyeri’ diye yazdı Das Kapital’in üçüncü cildinde, sermayenin kendisidir.”Sınırsız bir kazanç ve tüketmeye dönük anlayış, sistemin limitlerini zorluyor.Kapitalizm kendi silahlarının ölümcül tehdidi altındaydı Marx’a göre. İktisadi bunalımların ardından devrimler gelecekti. Tarih, Marx’ı haklı çıkarıyor. Kapitalizmin yaklaşan sonuyla ilgili kehaneti doğrulanıyor.
**********

YİGİT BULUT..YORUM ANALİZ

Benim “rüyam” aslında hepimizin “kabusu”Bugün Pazar ağır konulardan bahsetmeyelim. Gelin size akşam gördüğüm rüyayı anlatayım: Bir televizyon kanalının hazırlık odası. Duvardaki takvimi hatırlıyorum Kasım 2007. Sabah saatleri. Herkes yayına çıkmak için hazırlanıyor. Hatırladığım ve rüyadan anladığım kadarıyla burası bir ekonomi televizyonu, benim de rüyamda başka bir yer görmem de mümkün değil zaten! Yalnız bir özelliği var çalışanların tamamı “sarı saçlı kızlar.” Yayına çok az bir süre kalmış ama kimsenin verilere baktığı yok. Sarı saçlarını daha sarı yapma peşindeler. Aralarında geçen konuşmalar da çok ilginç kızın biri, saçının boyasından, diğeri parmak arası terliğinden bahsediyor. Tam bir curcuna. Bir ara biri soruyor “Kızım bugün ne diyeceğiz?” Diğeri cevabı yapıştırıyor “Aman ne olacak canım, birazdan free boylardan biri gelir, o zaten birşeyler söyler. Zaten baksana ‘Semiz Mötçe’ de yazmış ‘Kriz mriz olmazmış, herşey çok iyiymiş.’ Ay bu bankaları satmayalım diyenler ne manyak kız! Allahtan Semiz Abi onların da hakkından gelmiş. Herşeyi satmak çok iyiymiş kızım. Bak buldum bugün ne diyeceğimizi, biz en iyisi ‘Fiyatlar düştükçe alım fırsatıdır’ diyelim. Ay bugün bir geçse de akşam Reina’ya bir atsak kapağı”... Bu konuşma olurken aralarında “free boy” dedikleri “baba pararıyla Florida’da okuyup, bir Amerikan finans kurumunun Türkiye’de trader’ı veya ekonomisti olan” çocuklardan biri de çıkageliyor “Hey millet n’aaber!”...Dünyadan bihaberler...Kızlar cevap veriyor “Senden?” Konuşma böyle devam edip gidiyor, sonrasında ekrana taşınıyor kızlar bir taraftan, free boy bir taraftan Amerikan İngilizcesi’ni andıran Türkçe’leri ile “55.000’den geri çekilen borsada halka düştükçe alın, 2008 iyi geçecek, düşüşler alım fırsatıdır” diye gazı verip duruyorlar! Zaten “Semiz Mötçe” tadındaki bütün “abileri” de öyle yazmamış mı! Sevgili dostlar, rüyamdan hatırladığım birinci bölüm bu. Dünya çok ciddi bir çöküşün eşiğinde ama “bu odadakiler ve okudukları abileri” dünyadar bihaber! İkinci bölüm daha da ilginç... Birinci yayın sonrası yine aynı odadayız. Kızlar gazeteleri okuyup “köşe yazılarını” kesiyorlar. Çok sevdikleri abileri Semiz Mötçe, yine aşırı iyimser ekonomist Darpettin Mürsel ve o dönemin “iyimser bakanı” Sami Mamacan’ın sözlerini, fikirlerini değerlendirip, akıllarına kopyalıyorlar. O ara kızlardan biri dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkarıyor “Bizim patron da ağzına kadar hisse senedi pozisyonu varmış, valla kötü konuşan yanar.” Tam o sırada canlı yayın logoso dönüyor ve iyimser bakan Sami Mamacan ekranda görünüyor. Anlattıkları kızları çok etkiliyor, özellikle ekonomideki “mucizeyle” ilgili söyledikleri anlamayanlara tam bir “elma şekeri!” Sarı kızlar tabi sadece “ekonomi yazarlarını” ve bakanı takip etmiyorlar. Halka önemli fikirlerini aktardıkları “büyük siyaset üstadı” yazarlar da var. Eskiden “Cuma namazı çıkışı” Beyazıtta gösteri yapanların “tadında” kanal 7777’de boy gösteren sonrasında “sınıf atlayıp” elinde şarap kadehi “yeni sınıfına” transfer olan “fikir adamı Samet Sakan da” okudukları yazarlardan. “Daha üstat” yazarlar da var tabi Müzeyt Mülksever de onlardan biri! Samet Sakan “liberallikte” o kadar ileri gitmiş, o kadar büyük “bir fark yaratmış ki” bırakın Cuma namazı çıkışı gösteri yapanların tadında bir “duruşu”, o artık Ramazan günü elinde rakı kadehi “ortalarda” resim bile veriyor. Ha bir de önemli bir detay çalıştığı kanal 7777’nin “hortumlandığı” dönemde orada tam ruh ve bedenle olmasına rağmen, o dönemi unutmuş gibi şimdi bir de onları eleştiriyor...Herşeyi bilen akıllılar!Sevgili dostlar, rüyamın ikinci bölümü de böyle. Derin bilgiye sahip sarı kızlar, “aşırı iyimser yazarlar-semizler” ve atladığı sınıf mesafesi ile başımıza “herşeyi bilen” kesilen “eski cahil” yeni “akıllılar!” Gelelim rüyamın son bölümüne... Siyasetçileri, entellektüel takımı, yazarları ve bilgi aldıkları televizyonları bu tip “arkadaşlardan” oluşan bir ülkede, rüyamın son bölümü halkın arasında geçiyor. Gerçekte 2 bin dolar olan ama kendine 10 bin dolar olduğu iddia edilen geliriyle “gün geçirmeye” çalışan, yılda 52 milyar doları “çocuklarını şehit eden örgtütü besleyen ülkelerin para sahiplerine” faiz diye ödeyen ve her krizde “soyulan” halkın durumu, inanın rüyamda bile göremediğim kadar kötü! Tam bu rüyayı görüyordum ki kapı çaldı gazeteler geldi. Aldım elime “pırıl pırıl yazarlar.” Açtım televizyonları “pırıl pırıl insanlar.” Neyse derin bir nefes aldım, Allahtan gördüğüm rüya benim ülkemde değil! Neyse bugün Pazar, sizi sıkmak istemedim, bazı yerleri eğlenceli rüyamı sizlere aktardım. Gülebildiyseniz buyrun gülün !

************

6 Ekim 2008 Pazartesi


Başak Burcuİkizler BurcuYay Burcu

Türkiye'nin kaybı ABD'den fazla
ABD gazetesiden kahreden tablo.. Türkiye'nin asker kaybı, Irak'taki ABD kuvvetlerinden fazla.

ANKA


Terör örgütü PKK’nın Aktütün saldırısı ve Türk kamuoyunun buna gösterdiği tepkiler, yabancı basının gündeminde bulunuyor.

Washington Post gazetesi, kamuoyunun, sivil liderlerin PKK’nın saldırılarını durduramamasına öfkesinin arttığını belirtirken, “Türkiye’nin bu yıl PKK saldırılarında verdiği asker kaybı, komşu Irak’taki şiddet sonucunda ABD askerlerinin uğradıklarından fazla diye yazdı. Financial Times ise, Türkiye’de sivil ve askeri liderlerin çok yoğun bir baskı altına gireceğini savunurken “Olayın, hükümetin, PKK sorununa kalıcı çözüm bulmasını zorlaştıracağı" görüşünü dile getirdi.


WP: “PKK SALDIRILARI ÖZELLİKLE AKP İÇİN SORUN YARATIYOR"

Washington Post gazetesi, İstanbul kaynaklı Ellen Knickmeyer imzalı uzun haberinde “Türkiye’de kamuoyunun, sivil liderlerin PKK’nın saldırılarını durduramamasına öfkesinin giderek arttığıönı belirtti. Öldürülen askerler için düzenlenen cenaze törenlerine katılanların Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a tepki gösterdiğini kaydeden gazete, şunları yazdı:
“Öldürücü saldırılar, özellikle Erdoğan’ın başında bulunduğu ve İslamcı kökleri nedeniyle çok laik olan askerlerin güvensizlik duyduğu iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi için sorun yaratıyor.
“Hükümet, asilerle mücadele konusunda kendisini askerler kadar kararlı göstermeye çalışıyor."

Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadeledeki “şiddetöin 40 binden fazla kişinin öldüğü 1980 ve 1990 yıllarına göre azaldığını belirten gazete, “Türkiye’nin bu yıl PKK saldırılarında verdiği asker kaybı, komşu Irak’taki şiddet sonucunda ABD kuvvetlerinin uğradıklarından fazla" diye yazdı.
Washington Post, Türkiye’nin öfkesinin Irak merkezi hükümeti için bir “diplomatik sorunö yarattığını da belirtti.

FT: “YENİ SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR ABD’YLE İLİŞKİYİ GERGİNLEŞTİREBİLİR"


İngiliz Financial Times gazetesi de, Ankara kaynaklı haberinde saldırıda öldürülen askerler için yas tutmak için binlerce kişinin sokaklara döküldüğüne dikkat çekerken, “Türkiye’nin askeri ve sivil liderleri, Kürt ayrılıkçılarının aylardan sonra gerçekleştirdiği en kanlı saldırıya cevap vermeleri konusunda yoğun bir baskının altına girecekö görüşünü dile getirdi.

Türkiye’nin de Irak yetkililerine baskı yapmasının beklendiğini kaydeden gazete şunları yazdı:
“Ancak, hükümet, Irak’taki kırılgan güvenlik durumunun istikrarsızlaştırılmasından korkan ABD ve AB müttefikleriyle ilişkileri gerginleştirebilecek yeni sınır ötesi operasyon çağrıları ile karşı karşıya kalacak. Duygular o kadar yoğun iken olay, hükümetin, PKK ile yaşanan soruna kalıcı çözüm bulmasını zorlaştıracak."

Financial Times, PKK saldırısının Anayasa Mahkemesi’nin DTP hakkındaki kapatma talebini incelediği bir döneme denk düştüğüne dikkat çekti.

‘Tanrı gökyüzünde hükümrandır, para da yeryüzünde’

Bayramda bir avuç da, kızlı-erkekli 6-7 yaş çocuğu geldi kapıya, bayramlaşmak için.
Henüz “riya” tozlarına bulanmamış masum bakışlarıyla, ne kadar da sevimliydiler.
* * *
Bayramın sonuncu günü ikindiüstü, kapı adeta ürkekimsi bir titreşimle çalındı.
Açtığımda, yine sevimli bir ufaklık duruyordu karşımda ve utangaç bir sesle:
- Bayramınızı kutlarım, diyordu.
- Ben nerde oturuyorsun bakayım, diye sordum.
- İki sokak yukarda, dedi; sonra da kendisince önemli olan bir ailenin adını söyleyerek:
- Onların komşusuyuz, diye ekledi.
* * *
Karşımda duran 6-7 yaşlarındaki yavru da; sanırım, bayramı kutlamak için kapıyı çalan minisküller tayfasından birçoğu gibi, bir kapıcı ailesinin çocuğuydu; ama dili varmıyordu, babasının kapıcı olduğunu söylemeye. Onun için de, önemli saydığı birilerinin adını veriyor ve:
- Onların komşusuyuz, diyordu.
* * *
ABD’de patlayan ekonomik krizin, dünya ülkelerinde yarattığı kaygılarla; karşımda duran iki karışlık insan yavrusunun, aile kimliğini söylemekte yüreğini sıkıştıran gizli kerpeten arasında, bir köprü kurmak zor.
* * *
Acaba gerçekten o kadar zor mu?
Şimdiye dek “para”nın, dünya kamuoyunun bilincinde de kristalleşen bir tanımlaması yapılmadı.
Neden okullarda, üniversitelerde, akademilerde, bilimsel konferanslarda, panellerde, açık oturumlarda “para”nın tanımlaması yapılmıyordu?
* * *
“Meslek”le “para”nın tanımlamaları yapılsa; Hollywood’un Güney Amerika’yı, Afrika’yı, Yakın ve Ortadoğu ile uzak Asya ve Okyanus adalarını konu alan “Üçüncü Dünya” ile ilgili filmleri de; ola ki bambaşka bir “gerçek”in tahtına otururdu.
* * *
“Meslek”, insanoğlunun gövdesel, yahut beyinsel enerjisini; “belirli bir donanım sonucu”, somuta dönüştürmesi demekti.
Marangoz, belirli bir donanım sonucunda enerjisini somutlaştırıyor; masaya, kapıya, merdivene dönüştürüyordu.
* * *
Aşçı, yemeklere dönüştürüyordu.
* * *
Doktor, hastalığın verdiği sıkıntıyı, iyileşmenin rahatlığına dönüştürüyordu.
* * *
Kaptan, su üstünden tekneyle gidilen bir yolculuğa dönüştürüyordu.
* * *
Arkeolog, topraklar altında kalmış eski uygarlık kalıntılarını, gözler önüne sermeye dönüştürüyordu.
* * *
Ressam, tablolara; yazar, kitaplara dönüştürüyordu.
* * *
“Para”nın tanımlamasına gelince; “para”, “dondurulmuş enerji” demekti.
Marangoza, harcadığı enerji ve her biri “somuta dönüşmüş enerji” olan malzeme karşılığında; harcanmış enerjisi, “para” olarak geri veriliyordu.
Ve marangoz aldığı parayı, yani “dondurulmuş enerji”yi hareketlendirerek, fırından ekmek alıyordu.
Böylece marangozun enerjisi, fırıncının enerjisiyle; “paranın aracılığı sayesinde” değiş-tokuş oluyordu.
* * *
Her “meslekte”, gerek donanım sahibi olmak, gerek üretim yapmak için harcanan enerjinin değeri değişikti.
Elektrik mühendisinin harcadığı beyinsel enerjiyle, ayakkabı boyacısının harcadığı gövdesel enerji, eşdeğerde değildi.
* * *
Ve insanların zaafı, daha az enerji harcayarak; daha çok “dondurulmuş enerji, yani para” sahibi olma üstüne odaklanmıştı.
O zaman da, tüm ülkelerde yaşayanların “enerji değiş-tokuşu” terazisinde aşırı bir dengesizlik oluşuyordu ve ekonomik krizler patlıyordu.
* * *
Karşımda duran ufacık yavru, babasının yaptığı işi söylemekten utanıyordu. Kazara Hazine’den geçinmeli mesleksiz bir “mevki sahibi”nin oğlu olsa, utanmayacaktı.
* * *
Adına “Üçüncü Dünya” denilen ve bir türlü “gelişmiş” olamayan tüm ülkelerde durum aynıydı.
O nedenle de oralarda çıkan hırgürler, daha kanlı; sinsi yolsuzluklar daha rezilane oluyordu.
* * *
“Meslek”in tanımlamasıyla, “para”nın tanımlamasını da, dünya kamuoyunun bilincinde kristalleştirmek gerekir ama; gerek parasal, gerek siyasal güç sahipleri, böylesi bir berraklığa yanaşmıyorlar.
* * *
“5 parmak bir değil, kazanan kazanır, kazanamayan kazanamaz” diyerek; ne Kozmos’ta, ne öteki canlılar arasında mevcut olmayan “yoksul-zengin” uçurumlarını ve nedenlerini sisleyip pusluyorlar.
* * *
Roman edebiyatında da, hiç paradan söz edilmeyen “romantik” dönemden sonra; “para”dan da söz edilmeye başlanan “realist” döneme, Balzac’ın ve Dickens’in kalemleriyle geçildi.
* * *
Para ve zenginlik üstüne söylenmiş atasözleri de, az değildir hani:
- Kefenin cebi yoktur.
- ...
- Dostuna muhtaç olacağına, düşmanına mal bırak.
- ...
- Para parayı çeker...
* * *
Hadi sonunu da biz getirelim:
- Parası olmayanlar da, önce içini çeker, sonra “ya sabır” çeker, sonra da çoğaldıkça çoğalıp yaşadığı ortamlarda korkuyu çeker.
-------


Amerikalı iktisatçı


Kriz
Amerika'da hesabını bilen kesim, yani ömür boyu harcamalarını titiz biçimde yapan, tasarruflarını en dikkatli şekilde değerlendiren kesim, kara düşünceler içinde... Bir Amerikalı ekonomistin aşağıdaki hesabını okuduktan sonra, bu kesimin hayal kırıklığını daha iyi anlayacağınızı sanıyoruz... Diyor ki Amerikalı iktisatçı:
"Kişisel ekonominize çekidüzen verebilmek için danışmanınızın aklına uyup bir yıl önce:
- Delta Havayolları’ndan 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 49 dolar olacaktı;
- AIG sigorta şirketinden 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 33 dolar olacaktı;
- Lehman Brothers bankasından 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 0 (sıfır) olacaktı.
IMF yerine New York sokaklarını dolduran evsiz barksız ayyaşlardan birine danışıp 1.000 dolarlık bira almış olsaydınız ve biraları karşılıklı oturup içtikten sonra alüminyum kutularını hurdacıya satmış olsaydınız, hem hayır yapmış olacaktınız hem de elinize 214 dolar geçecekti."
-------

Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional