31 Temmuz 2008 Perşembe

borsa ve piyasalarda bugun

44.000’i geçmek zor gözüküyor..halil rencber/teknikanaliz
Tam iki hafta önce endeksin tekrar 44.000-38.000 aralığında oluşan akümilasyon bant aralığına döneceği beklentimizin dün itibariyle gerçekleştiğini görmekteyiz
.

Endeks AK Parti kapatılmamasının ardından son iki haftadır devam ettirdiği olumlu sürecinin zirve noktasını gördü en yüksek 43.285 ile en düşük 41.345 bant aralığında olumlu bir gün geçirdi. Son geldiğimiz noktada endeksin 1 haftalık vade içinde 40.700- 43.000 bant aralığında son yaşadığımız yükselişin bir soluklanması şeklinde bir süreç görebiliriz. Bu süreç içinde endeksin kritik geçiş noktalarını dikkate aldığımızda ve son 6.5 ayın bantlarını detaylandırdığımızda önümüzdeki dönemdede bu bantlar aralığında bir süreç yaşayabiliriz. 42.500 seviyesi üzerinde kaldığımız müddetçe endeksin 44.000 denemeleri beklenmeli şimdilik 44.000 seviyesinin önümüzdeki 1 hafta içinde geçilmesi zor gözükmekte. Destekler 42.000 -41.750 - 41.500 Dirençler 42.500 -42.750- 43.200



----------------

DOLARIN TEPKİSİ NEREYE KADAR..h.rencber

DOLARIN TEPKİSİ KADERİNİ BELİRLEYECEKTİR.
1 AY ÖNCE HEDEF OLARAK VERDİĞİMİZ 1.1500 DİP SEVİYEMİZE ULAŞTI . 1.1550 SEVİYESİNDEN GELEN VE
ŞİMDİLİK İLK OLMASI NEDENİYLE NORMAL BİR TEPKİ OLARAK GELİŞECEKTİR SÜREÇ, ARDINDAN İLK ETAPTA 5 GUNLUK HAREKETLİ
ORTALAMA İLE 1.1750-.1.1700 ARALIĞINDA BULUŞMASINI BEKLEMEKTEYİZ

JP Morgan: Yabancı yatırımları devam eder


Uluslararası yatırım bankası JP Morgan'ın iki gün önce piyasaya düşen ve AKP'nin kapatılmayacağını öngören raporu çok konuşuldu. Anayasa Mahkemesi'nden yüzde 80 ihtimalle 'piyasa dostu' bir karar çıkacağını öngören ve yatırımcılarına 'hisse alın' diyen JP Morgan haklı çıktı.

Piyasada önemli bir dalgalanmaya yol açan raporu hazırlayan JP Morgan Başekonomisti Yarkın Cebeci, iyimser düşüncelerinin yeni dönemde de devam ettiğini söyledi.

Borsa coştu dolar dibe gidiyor

"Anayasa Mahkemesi'nin AKP hakkındaki kararını kararını Cnbc-E'ye değerlendiren Cebeci, şu ifadeleri kulandı:

Biz politik belirsizliğin azalacağı ve AKP'nin kapatılmayacağı beklentisi ile hem hisse senedinde hem bonoda olumlu raporlar yazdık. Bundan sonra piyasaların biraz daha normalleşmesini ve dalgalanmanın azalmasını bekliyoruz. Artık piyasalar yurtdışı ve yurtiçindeki ekonomik gelişmelere bakacak. Meclis de tatile girerse politik gürültü azalacak. Ekonomik taraftan enflasyon ve cari açık, politik taraftan da AB ile olan müzakereler önümüzdeki dönemde etkili olabilir.

FAİZ ARTIRIMI BEKLEMEYİN

Merkez Bankası eğer faiz artışı yapacak olursa bunu yıl sonuna doğru yapabilir. Ancak ben artık Merkez'den bir faiz artışı beklemiyorum. Eğer Ak Parti kapatılsaydı ve TL üzerinde baskı olsaydı ağustosta faiz artışı gelirdi. Ancak hem güçlü TL, hem düşük iç talep ve hem de enerji fiyatlarındaki gerileme ile faiz artışı gündemden düşürmüş durumda. Hatta önümüzdeki senenin ilk çeyreğinden itibaren faiz indirimleri başlar.

RİSK İŞTAHI ARTARSA TÜRKİYE OLUMLU ETKİLENİR

IMF ile anlaşma yapılma ihtimali arttı. Bu anlaşma piyasalara güven verecektir. Risk iştahında ise en önemli belirleyici yurtdışı piyasalar olacak. İştah artarsa Türkiye çok iyi etkilenecek.

Yabancılar yatırım yapmaya eğilimli. Eğer yurtdışı da destek verirse bono ve borsaya yabancı yatırımları devam eder.

Son raporumuzun ardından yeni bir değerlendirme yazmayı düşünmüyoruz. Çünkü zaten bizim değerlendirmemiz bu beklenti ile olmuştu ve beklediğimiz gerçekleşti.

Tavsiye değişikliği düşünmmüyoruz, çünkü fiyatlar halen elverişli. Belki bu hızlı yükseliş devam ederse tavsiye değişikliği gündeme gelebilir ama şu an fiyatlar elverişli gözüküyor. Bundan sonra daha yumuşak daha inişli çıkışlı seyir olur ama yukarı yönde önemli bir potansiyel olduğunu düşünüyoruz."

--------------

JP Morgan'dan 'hisse alın' tavsiyesi



hurriyet.com.tr

JP Morgan'dan 'hisse alın' tavsiyesi
http://kelepirx.net.tc
JP Morgan, AKP davasından en olumsuz karar çıksa dahi piyasaların etkilenmeyeceğini belirterek Türkiye hisse senetleri için tavsiyesini piyasa ağırlığının üzerine çıkarttı. Yeni

Borsanın rakiplerine göre Eylül 2007'den bu yana yüzde 17 daha fazla düştüğüne işaret eden kurum, bu durumun piyasayı ucuz hale getirdiğini açıkladı. JP Morgan, buradaki tek riskin ise Türkiye'nin Avrupa'da yaşanabilecek yavaşlamadan etkilenme ihtimali olduğunu belirtti.

JP Morgan, hisse senedi tavsiyesine artırmasına neden olarak dört sebep gösterdi:

- Türkiye'deki politik belirsizliğin Anayasa Mahkemesi'nin kararı ile birlikte azalacağını düşünüyoruz. Bizim İstanbul'daki ekibimiz davadan piyasa dostu bir sonuç çıkma ihtimalini yüzde 80 olarak görüyor. Ancak beklediğimizin olmaması, hatta en kötü senaryoda bile (AKP'nin kapatılması ve Başbakan Erdoğan'ın siyasi faaliyetlerinin yasaklanması) AKP TBMM'deki çoğunluğunu koruyacak veya yeni bir parti kurulacak. Sonuçta hükümetin devamlılığı sürecek.

- Türkiye'de enflasyon Temmuz ayında zirve yapacak, ancak ondan sonra durulacak. Merkez Bankası'nın faiz artırım sürecinin sonuna geldiğini düşünüyoruz.

- Düşen enerji maliyetleri Türkiye'nin cari açığına olumlu yansıyabilir.

- İMKB, 6.9 fiyat kazanç oranı ile gelişmekte olan ülkeler arasında en avantajlı ve ucuz durumda olanı.


* "AKP kapatılmayacak"



Dünyanın en büyük yatırım bankalarından biri olan Lehman Brothers, müthiş bir açıklama yaptı.

Lehman, genel beklentinin aksine AKP'nin kapatılmayacağına inandıklarını, kapatılması halinde ise uzun süren bir politik belirsizliğe girilebileceğini ve piyasalarda büyük dalgalanmalar yaşanabileceğini iddia etti.

LEHMAN'DAN ÇARPICI RAPOR

Lehman Brothers tarafından AKP'nin kapatılma davası ile olarak ilgili yayınlanan 25 Temmuz 2008 tarihli ve 'Gri bir alan yok' isimli raporda, iki senaryo üzerinde duruldu. Birinci ve daha çok inandıkları senaryoya AKP'nin kapatılmayacağını yerleştiren Lehman, bu iddiasıyla ilgili olarak şu başlıkları öne çıkardı:

- Türban kararı parti kapatmayı gerektirmeyebilir

- AKP'nin aksiyonları ile ilgili sıkı bir baskı var: Anayasa Mahkemesi'nin türban kararı Türkiye demokrasisi için çok önemliydi. Bu karar Meclis'in Anayasa'yı değiştirme özgürlüğünü ve AKP tarafından gelecekte yapılabilecek olası benzer atakları engelledi. Böylece artık parti kapatmaya yönelik gereklilik de azaldı.

- Dava amacına ulaştı: En azından bu dava AKP ve bakanlar için önemli bir şoktu. Bize göre türban davası ve partiyi kapatmaya yönelik tehdit AKP için en büyük uyarı oldu. AKP de daha ılımlı davranmaya ve ses tonunu yumuşatmaya başladı.

- Demokrasi konusu: Son dönemdeki anketler AKP'nin popülaritesinin düştüğünü gösteriyor. Bizce partinin kapatılması, AKP'ye doğru olan akımı güçlendirirse yargının üzerine bir bumerang gibi gelebilir.

- AKP'nin Güneydoğu'a önemli bir rolü var

- Parti kapatmanın ekonomik maliyeti var.

YA KAPATILIRSA...

Lehman raporunda dikkat çeken diğer bir nokta ise AKP'nin kapatılması halinde yaşanacaklar. Diğer kurumlara göre daha sert bir dil kullanılan raporda, AKP kapatılırsa yeni bir seçim yapılacağı, Başbakan Erdoğan'ın da dışarıdan bu partinin başına gelerek başbakan olarak kalmaya devam edeceği yönündeki görüşlere itibar edilmedi.

Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararı alması halinde özellikle Başbakan Erdoğan ile ilgili tartışmalı bir sürecin başlayacağına işaret eden Lehman, politik belirsizliğin uzun süreceği ve piyasalarda önemli dalgalanmaların yaşanacağı uyarısında bulundu. Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminden kalma suçlamalara maruz kalabileceğinin altını çizen kurum, Erdoğan için yolun sonuna geldiği şeklinde yorumların yapılabileceğini belirtti.

ANLAŞMA SAĞLANACAK

Raporun sonuç bölümünde dikkat çeken ifadeler ise şöyle:

"Biz yaşanan bu sürecin AKP ve laik kesim arasında daha yapıcı bir diyalogla sonuçlanacağı yönünde iyimseriz. Türkiye'deki sosyal gruplardan yaşanan bu tartışmanın sonuçlanması yönünde yeterli bir baskı oluşmaya başladı. Ayrıca Türkiye'nin sorumlu bir bölgesel güç gibi davranması yönünde de önemli bir uluslararası baskı var. Bizce Türkiye demokrasisini güçlendirirse bu görevini daha etkili bir şekilde gerçekleştirebilir. Gerçekten de eğer Türkiye'nin daha kuvvetli bir AB çıpası olsaydı bu tartışma daha kolay çözülebilirdi."

*

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Bu ülkeyi biz bu hale getirdik! yigit bulut

Bugün “milyonlar” bir tarafta, milyonlar “diğer tarafta” ise parti kapatmayı, “merkezin kaymasını”, başka bir Türkiye’nin oluşmasını konuşuyorsak, şunu çok iyi bilelim bu ülkeyi bizler bu hale getirdik, hep birlikte! Öyle bir ekonomik-sosyal yapı kurduk ve “bundan o kadar uzun süre” memnun olduk ki sistemin “dışladıklarının” nelere yol açabileceğini asla düşünmedik!

Peki sistem nasıl çalıştı ve kimleri dışladı? Detaya geçmeden gözlemlerimden birkaç tespit:

* Son 50 yılda özellikle 1980 sonrası “var olmayı diğerlerinden ayrı” olmak sananlar ülkeye hâkim oldu. Elde edilen yüksek faiz geliri ve krizlerin de etkisiyle ortaya “tepe” dedikleri bir zümre çıktı.

* Bunlar her alana girdiler. Haklarında “efendi” olduklarına kadar giden birçok teori üretildi. Siyasi partilerde, sanat, fikir, spor, eğlence dünyamızda hep onlar vardı. Onlar yönettiler, onlar algılattılar, diğerleri baktı.

* Bir kısmının hayatı magazin programlarına yansıdı. Özellikle dejenere olanların yaptıkları “renkli dergiler” haline getirilip, “70 milyonun özlediği” ve/veya “nefret ettiği” hayatlar olarak pazarlandı. “Taksim’e, Bağdat Caddesi’ne, Nişantaşı’na” yatırım yapılırken, varoşlar ihmal edildi. ‘En’lerin peşinde koşulurken “aşağıda” olanlar unutuldu. Birileri “merkez” oldu, diğerleri “dışlandı.” Dışlananlar “sisteme karşı” ideoloji geliştirenlerin eline düştü. Eğitildi, devşirildi, en önemlisi özledikleri “ait olma” duygusu verildi.

Sevgili dostlar, yukarıdaki tespitler sonrası şu soruyu soralım 1950’ler sonrası başlayan, 1980 sonrası özellikle ekonomik modelin değişmesi ile şiddetlenen ve 1994-2000 gibi algılamayı değiştiren finansal krizler ile doruğa çıkan süreç sonunda Türkiye’de ne oldu?

Hemen arz edeyim son dönemde gazetelere yansıyan ve her defasında “Aaa” dediğimiz olaylar yaşanmaya başlandı. Kimilerine göre Türkiye’nin merkezi kaydı, kimilerine göre irtica hortladı, kimilerine göre “zenci Türkler” iktidara geldi.

Sonuç 1: Yarattığımız “ekonomik-siyasi-sosyolojik” yapının ürettiği sonuç ortada. Bu noktada özellikle ekonomik ayağı sorgulamamız açısından şu soruya cevap aramamız gerekli AB modeli Türkiye için bir amaç, bir hedef ama acaba gerçek bir çıkış mı? Yukarıda tarif ettiğim “dışlanan-dışlayan” dinamiğini değiştirebilir mi?

Sonuç 2: Türkiye’deki siyasi ve ekonomik örgütlenme 1946 sonrası “merkez olanlar” ve “çevre halkalar” şeklinde oluşmaya başladı. 1980 sonrası “seçkinler” sınıfının yaratılması ile tepe noktasına ulaştı, 2000 sonrası ayrım derinleşti. Kimilerine göre bunun adı “burjuva devrimiydi”. İşte burjuva devrimi! İşte gelinen sonuç.

Sonuç 3: Bugün hâlâ Gümrük Birliği dahi “seçkinler” sınıfının imzası ile “büyük olanı koruyup”, “orta ve küçük olana” yaşam şansı tanımayacak şekilde işliyor. Ülkede yüzde 3’lük kesimin varlığı ile yüzde 97’ninki birbirine eşit ve gelir dağılımı G.Amerika’dan bile daha bozuk. “Elitler” ve “halk” diye sınıflar oluştu, en kötüsü birilerinin hayatı, diğerlerinin özlemi.

Son söz: Yukarıda tarif ettiğimiz yapı içinde Türkiye’de çok ciddi bir “irtica” tehlikesi oluştu ve yapı “sistem dışına itilenleri” avlayarak büyümeye devam ediyor. Bu noktada gerçek irtica tehlikesini tespit etmemiz açısından yapmamız gereken bir ayrım var Türkiye’nin belli bir bölümü aileden gelenek olarak başını örtüyor ve büyük bir bölümü MB Başkanı ataması sonrası “resim konularak” eleştirilmek istenen şekilde ayakkabılarını kapıda bırakıyor. Bazılarına göre “Bu kesim dahi tehlikeli”... Bu noktada bir tespit gözlerimizi daha iyi açarsak “Türkiye’nin tablosunu” daha net görebilir ve “kendi ortalama” vatandaşımızı daha iyi tanıyabiliriz.

Not: İçinde yaşadığımız “finansal tabanlı” genleşip küçülen, üretimin dışarı itildiği model, sağlıklı bir siyasal yapı ve sağlıklı bir sosyolojik dinamik üretemiyor. Bu noktada “Türkiye nereye gidiyor” diye sorgulayanlara tavsiyem ekonomik dengeleri ve bu yapı içinde sistem dışına itilip “zenci” olanları üreten çarkları analiz ederek işe başlayın..

*Can Ataklı


AKP�nin yolu açık olsun 31.07.2008

*
Süheyl Batum

Başsavcı�nın bir görevi var 31.07.2008

29 Temmuz 2008 Salı

Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN,

1){clearTimeout(v_TIM);v_cl=1}" onmouseout='if(v_canPause&&v_count>1&&v_cl)v_TIM=setTimeout("v_canPause=0;v_slide();v_cl=0",2500)'> IMKB 100 Endeksi 39,153.74 1,032.80 (0.00%) IMKB 30 Endeksi 48,537.69 1,547.42 (0.00%)
yılmaz özdil/alıntı 29/07/08
Tarikatlar cirit atıyor, din bezirgánları demokrasi kahramanı olmuş, Atatürk Hitler’e benzetiliyor, Humeyni’yle kıyaslanıyor, hapiste yatan kadını çıkarıp Meclis’e sokuyorlar, Genelkurmay Başkanı’nı içeri tıkmaya çalışıyorlar, PKK’nın katlettiği insanlarımız Karacaahmet’e sığmıyor, Avrupa hafriyatçıları almış balyozu kolonlarımıza kolonlarımıza vuruyor; bırak kıçımızdaki donu, faiz marifetiyle kanımızı emiyorlar, kanımızı... Ve her şey, alenen, kabak gibi, gözümüzün önünde oluyor.

Millet hálá, gizli güçleri arıyor!
-------------------------
IMKB YE ILISKIN GUNLUK YORUM VE BEKLENTILER - (TURKISH YATIRIM)
IMKB YE ILISKIN GUNLUK YORUM VE BEKLENTILER - (TURKISH YATIRIM) TURKISH YATIRIM GUNLUK BULTENINDE YER ALAN YORUM ASAGIDAKI GIBIDIR: BILESIK ENDEKS, KISA VADEDE YUKSELEN TREND ICERISINDE HAREKET ETMEKTEDIR. ORTA VADELI DUSEN KANAL KIRILMISTIR VE ORTA VADELI TABAN OLUSUMU TAMAMLAMISTIR. 38.500 ORTA VADELI TABAN DESTEGI VEKISA VADELI YUKSELEN KANAL DESTEGIDIR. KISA VADELI DIRENCLER 40.700 VE 41.500’DEDIR.ORTA VADELI BAND 38.500-42.500 ARASINDA OLUSABILIR. PIYASALARDA ORTA VADELI DUSEN TRENDIN YUKARI YONDE KIRILACAGININ MUJDESINI GECEN HAFTA CUMA GUNU VERMIS, 37.500’E GERI CEKILMELERIN ALIM FIRSATI YARATACAGINI VE PIYASADA GENEL BIR DUZELTME OLMADAN YUKSELISIN OLMAMASI GEREKEN NOKTALARA KADAR SUREBILECEGINI BELIRTMISTIK. BEKLENTIMIZ DUN ITIBARIYLE GERCEKLESTI VE SIMDI DERIN BIR NEFES ALINABILIR. ONUMUZDEKI 3 ILA 6 AYLIK VADE ICIN IMKB’DE RAHATLAMA GOREBILIRIZ. IMKB BIR ONCEKI TABANINA GERIDONUS YAPTI VE BANT DEGISTIRDI. BU TREND DEGISIMI, BAKIS ACISININ DEGISMESINE VE GELECEK DONEMLERDE YENI BIR ORTA VADELI YUKSELIS DALGASINA ISARET EDECEK. TREND DEGISIMINI,IMKB’NIN AGIR YARALAR SONRASINDA YOGUN BAKIMDAN CIKMASI VETABURCU OLMASI SEKLINDE YORUMLAYABILIRIZ. IMKB’NIN ESKI GUNLERINE, SEVIYELERINE DONMESI VE ORTA VADELI YENI YUKSELISE BASLAMASI ICIN BELLI BIR DONEM GEREKECEK. BU 3 ILA 6 AYLIK DONEM OLABILIR. IMKB KISA VADEDE DUZELTME GERCEKLESTIRMEDEN YASADIGI YUKSELIS, PIYASANIN GUCUNU VE OLMAMASI GEREKEN NOKTALARA YUKSELEBILECEGINI GOSTERIYOR. OLMAMASI GEREKEN NOKTALARA YUKSELMEK, PIYASADA BU YASANAN YUKSELIS SONBULDUKTAN SONRA OLMASI GEREKEN NOKTALARA GERI CEKILME ANLAMINI TASIMAKTADIR. AKP’NIN KAPATMA ISTEMIYLE DAVASI ONCESINDE IMKB 42.500 SEVIYESINDE OLDUGUNA GORE, IMKB ICIN 42.500- 44.000 OLMAMASI GEREKEN NOKTALAR OLABILIR. 38.500 YENITABAN OLUSUMUNUN ANA DESTEK NOKTASIDIR. BU ANA DESTEK NOKTASI UZERINDE KALDIGIMIZ SURECE PIYASALAR ORTA VADE ICIN GUC TOPLAYACAKTIR. OLAGAN KISAVADELI KAR REALIZASYONLARI ISE 40.700-41.500 DIRENCINDEN GELEBILIR. YURTDISI PIYASALARDA PETROL 122$ SEVIYESINE GERILEDI VE ABD BORSALARI %2-2,5 ARASINDA YUKSELIS ILE KAPANDI. DUSMEZ DENEN PETROL FIYATLARI, ONUMUZDEKI GUNLERDE 120$ SEVIYESININ DE ALTINA GERILEME OLASILIGI YUKSELMISTIR. PETROL ILE YURTDISI BORSALAR ARASINDA YASANAN KORELASYON ESKISI GIBI YASANACAKSA, YURTDISI PIYASALARDA YASANACAK YUKSELISLER IMKB’DE DIRENCLERE ULASMASINI KOLAYLASTIRACAKTIR. ***** BURADA YER ALAN YATIRIM BILGI, YORUM VE TAVSIYELERI YATIRIM DANISMANLIGI KAPSAMINDA DEGILDIR.YATIRIM DANISMANLIGI HIZMETI, ARACI KURUMLAR, PORTFOY YONETIM SIRKETLERI, MEVDUAT KABULETMEYEN BANKALAR ILE MUSTERI ARASINDA IMZALANACAK YATIRIMDANISMANLIGI SOZLESMESI CERCEVESINDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSIYELER, YORUM VE TAVSIYEDE BULUNANLARIN KISISEL GORUSLERINE DAYANMAKTADIR. BU GORUSLER MALI DURUMUNUZ ILE RISK VE GETIRI TERCIHLERINIZE UYGUN OLMAYABILIR. BU NEDENLE, SADECE BURADAYER ALAN BILGILERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERILMESI BEKLENTILERINIZE UYGUN SONUCLAR DOGURMAYABILIR.

ciziyorum:ercan akyol
Özü tükenmiş, şekli kalmış kavramlar...

Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN 30.07.2008 - 08:50

Teorik olarak serbest piyasa anlayışının dinamik bir yapıya sahip olduğu, kıt kaynakları etkin bir şekilde dağıttığı ve demokrasi anlayışına uyumlu ve bağımlı olduğu iddia edilir. Tanım böyle olunca insan merak ediyor. Küreselleşme anlayışı yaygınlaştıkça, serbest piyasa anlayışı ve demokratik düzey ilkesinin etkili olduğu alan büyüdükçe herşeyin daha iyiye gitmesi geleceğe, umutla bakılması gerekiyordu; neden tam tersi gerçekleşti ve yapısal sorunlar ağırlaşırken dengesizlikler büyüdü ve krizler kader haline geldi? İddia doğru ise sonuç çok daha farklı olmalıydı, nerede hata yapıldı? Evet kıt kaynakları etkin bir şekilde dağıtan serbest piyasa anlayışı demokrasiye bağımlıdır ve ancak bu durumda etkin olabilir. Zira herkesin herşeyi bilmesi başka bir deyişle aldatılmaması, tutarlı davranış ve etkinlik açısından hayati önem taşır. Tam rekabet ortamına doğru yol alınması ve tekelleşmeye yol açacak gelişmelerden uzak durulması gereklidir; ve ancak bu sayede faaliyet dışı gelirler asgariye iner, gelir dağılımının bozulması yanı sıra yapısal sorun oluşumu önlenebilir. Kimsenin tek başına veya belli bir kesim ile işbirliği yaparak fiyatları yapay bir şekilde yönlendirememesi bu süreçte ön şart durumundadır. Refah artışı yaratıcılığa, verimliliğe ve daha çok çalışmaya bağımlıdır. Kıt kaynakların paylaşımında uzlaşı mümkün olamıyor ise demokrasiden ve serbest piyasanın varlığından bahsetmek mümkün olamaz. Özetlemeye çalıştığımız temel ilkeler açısından bugünü değerlendirmeye çalışır isek, mevcut uygulamaların şeklen serbest piyasaya benzediği fakat şekil dışında başka ortak bir yönünün kalmadığı söylenebilir.

Zira serbest piyasa ve demokrasi ikilisi sürdürülebilir büyümeye bağımlıdır; tıkandığı yerde ya bunlardan vazgeçmek ve herşeyin değişeceğini kabullenmek, ya da sorunların büyümesine izin vermeden gerekli bedelleri peşinen ödeyerek gerekli ve yeterli koşulları yeniden tesis etmek için seferber olmak gereklidir. 1970'lerin sonunda yaşanan tıkanmada tercih ilk alternatif lehine kullanılmış, güçlüler zorunlu değişimi kendi lehlerine yönlendirmek adına bu gerçeği kamuoyundan gizleme çabasında olmuştur. Zaman içinde gerek demokrasinin gerekse serbest piyasanın temel ilkeleri kademeli olarak tüketilmiş, yapısal sorunların oluşumu rekabet koşullarının bozulması ve gelir dağılımının bozulmasına yol verilmiştir. Küreselleşme olarak tanımlanan bu dönemde söylenenin aksine hedef gösterilen değerlerden sistemli bir şekilde uzaklaşılmıştır. Ortaya güçlülerin haklı ve güçsüzlerin haksız sayıldığı, dünyayı cehenneme çeviren ve anarşiyi yaygınlaştıran bir kaos çıkmıştır. Serbest piyasa anlayışının lanetlediği yapay fiyat oluşturma ve bu amaçla beklentileri ve kitleleri yönlendirme gibi sapıklıklar ekonomi politikası haline dönüşmüş, günü kurtarmak dışında birşey düşünülemez hale gelmiştir. Kıt kaynakların israfı anormal boyutlara ulaşmış, geniş kesimlerin birlikte insanca yaşamalarını mümkün kılacak koşulların yok edilmesi için çaba harcanmıştır, gerek yapının gerekse ilişkilerin olabildiğince karmaşıklaşması geniş kesimlerin olup biteni anlamasını zorlaştırmış ve tepki vermesini engellemiştir. Hatta terörle mücadele adı altında geniş kesimlerin sindirilmesi ve kafasını kaldırmasının değişik yollarla engellenmesi gerekmiştir.

Aklını kullanamayan, dostunu düşmanını birbirinden ayırt edemeyenlerin mevcut koşullarda insanca yaşayacağı bir geleceğe sahip olması mümkün değildir. Kendisini liberal veya küreselci diye tanımlayanlar, serbest piyasa ve demokrasi anlayışlarının havarisi değil tam aksine katilleridir. Güçlüyüm öyleyse haklıyım tavrı içinde olanlar veya onlara yalakalık ederek varlıklarını korumaya çalışanlar önemli bir kısmı yaptıklarının bilincinde olmayabilir; fakat sonuç değişmez; iyi olan herşeyin düşmanı olarak anılmaktan kurtulamayacaklar.

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Atatürk'le konuşma imkanım olsaydı neler derdim?yigit bulut -yorum analiz


Sen rahat uyu Atam, zira biz burada daha rahat uyuyoruz. Sıcak para ekonomik refleksimizi köreltmedi, iç ve dış borç son 5 yılda dolar bazında, çumhuriyet tarihinden fazla artmadı.
..
Ulu önder ile 5 dakika karşılaşma imkanım olsa neler derdim?
Ona sadece ve sadece doğru bulduğum her şeyi ve inandıklarımı söylerdim.
Neler mi derdim?
Aynen şunları:
Atam,
Kurduğun Cumhuriyet, ekonomik anlamda tam bağımsız! Temelini attığın tesisler küresel sermayenin eline geçmedi!
Ne iç, ne de dış borcumuz yok!
Kişi başına düşen gelirimiz, dünya standartlarının bile üstünde!
Cumhuriyet değerleri korundu
Ve en önemlisi; ekonomik dinamiklerin, bağımsızlığımızı garanti altına aldığı bir ortamda; tesis ettiğin cumhuriyet değerleri tam bir koruma altında!
Sermaye piyasamızın yüzde 72'si yabancıların elinde değil!
Bankacılık sektörünün yüzde 51'i yabancı kontrolünde hiç değil!
Düşük kurun nedenleri ile sonuçlarını ayırt edebilecek finansal entelektüel birikimimiz var!
Siyasetçi, finansal entelektüel zümre eksikliğinden faydalanarak; sıcak paranın yarattığı kısa süreli cenneti siyasi rantını maksimize etmek için kullanmıyor!
Üretim refleksi kaybolmadı
Ekonomimizi IMF'ye, dış siyasetimizi Avrupa Birliği ve Amerika'ya endekslemedik!
IMF ile milletimizin menfaatlerini korumak adına pazarlık etmesi gereken bakanımız, aynı zamanda İngiliz vatandaşı değil!
Üretim reflekslerimiz kaybolmadı! Sıcak paranın bastığı kur ile üreten dinamikler kesinlikle ithalatçı olma yoluna girmiş değil. Üretiyoruz!
Dış politikada alınması gereken kararlar, güvenlikte atılması gereken adımlar, devletin en yetkili makamlarında "Aman piyasa bozulmasın" diye geciktirilmiyor. Piyasa devleti olmadık!
Vatandaşların yabancı bankalara borcu 50 milyar doları aşmadı!
Ekonomik refleks çürümedi
İç ve dış borç son 5 yılda dolar bazında, cumhuriyet tarihinden fazla artmadı!
Bir yıllık bütçemizde faiz gideri eğitim ve sağlık harcamalarımızın 10 katı değil!
Sıcak para, ülkenin ekonomik reflekslerini çürütmüyor!
"Avrupa Birliği ne der" kaygısı ile Hava Kuvvetlerimiz'i terörist unsurlara karşı kullanılamıyor değiliz!
Deniz Kuvvetlerimiz'e ait bir muhrip müttefik bir ülke tarafından vurulmadı! İçinde onlarca seçme subayımızı taşıyan uçağımız ilk uçuşunda düşmedi! Ve en önemlisi askerlerimizin başına çuval geçirilmedi!
15 askerimizin şehit olduğu gün en yetkili ağızlarımız; "Sayın Başkan ile 1 ay sonra görüşeceğim, gerekeni yapacağız" açıklaması yapmadı!
Askerlerimizin şehit olduğu dakikalarda el konduğu için devlet kontrolünde olan televizyon kanalımızda dansöz oynatılmadı!
Vatandaşlarımızın bir bölümü seve seve ölüme giderken, bir bölümü malı götürme sevdasına düşerek; hangi toprakta yaşadığını bile umursamadan kendilerine doları efendi edinmediler!
İyi uykular
Askeri personelimizin maaş bilgileri olan bankanın tamamını askerlerimizi şehit eden mayını üretenlere kredi desteği veren yabancı bankalara satmadık!
Merak etme ATAM! Biz bunların hiçbirini yapmadık! Sana ve silah arkadaşlarına sadık kaldık ve en önemlisi kurduğun cumhuriyetin özünden asla ayrılmadık!
Ve son olarak şunu söylerdim; sen rahat uyu Atam, zira biz burada daha rahat uyuyoruz... Hepimize iyi uykular...

27 Temmuz 2008 Pazar

Berlusconi uyanmış ve sormuş, dünyayı kim düdüklüyor,,28.07.2008 | Yiğit Bulut | Yorum


Berlusconi uyanmış ve sormuş, dünyayı kim düdüklüyor

28.07.2008 | Yiğit Bulut | Yorum
Ertuğrul Özkök'e Başbakan Erdoğan'ın verdiği mülakattan bir bölüm, Erdoğan anlatıyor: "Türkiye'nin çok ciddi bir petrol harcaması var. Biz göreve geldiğimizde varilin fiyatı 22 dolardı. Şimdi 150 dolara kadar çıktı. Bu sadece bizim değil, bütün dünyanın sorunu. Son görüşmemizde Berlusconi bana açıkça şunu söyledi. Biz petrol tüketicisi ülkeler artık bir şey yapmalıyız. Böyle her gün istedikleri gibi petrol fiyatına zam yapmaları alenen bir sömürüdür. Yeni bir sömürü düzeni kuruldu. Dünyayı sömürüyorlar. Biz tüketici ülkeler buna karşı birleşip hareket etmeliyiz, dedi. Bütün gençliğim, Berlusconi'nin sözünü ettiği ülkelere "emperyalist", "sömürücü" diyerek geçmişti. Şimdi bu ülkelerin liderlerinin kendilerini "sömürülen" olarak hissetmesi çok ilginç."
Obama Soros'un projesi
Berlusconi'ye "günaydın" demek lazım! Yeni mi uyanmış! Uyandığı falan yok, yeni diyalektik gereği böyle bir yapılanma gerekiyor. Bu sözlerden yola çıkarak "dünya kimler tarafından nasıl soyuluyor" sorusuna cevap aramak istiyorum. Bu arada not düşeyim: Bu gazete çıktığından bugüne, bu köşede 11 Eylül saldırısı sonrası oluşan düzeni aktarmaya çalışıyorum, Berlusconi daha yeni ayılmış. Peki soralım, bizi kimler, nasıl soyuyorlar! Değerli dostlar, ilk etapta dünyaya bakalım:
* Putin Rusya'yı yeniden nükleer tehdit olarak konumladı. Ayağa dikilen bir Rusya var.
* ABD, Irak'tan çekilme sinyali verdi. Obama ayrı bir tez konusu. Soros'un "mega" projesi.
* İran sorunu BM gündemine geldi.
* Bush, son yaptığı konuşmada ABD halkından ve Senato'dan, halkının özgürlüğünü korumak adına, İran'a karşı manevi destek ve en önemlisi ek bütçe istedi.
* Karikatür krizi büyüdü, ilk etapta geri adım atan Avrupa, sonrasında biz bunu ifade özgürlüğü adına yapabiliriz noktasına geldi. Dinlerin arası açılıyor.
* ABD, İran ve Suriye'nin tehdit olduğunu açıklayıp dünyayla işbirliği yapma konusunda uyardı.
* Türk askerlerinin başına çuval geçirildi, ABD, Ortadoğu'da Türkiye'ye meydan okudu.
* ABD, dünya barışını koruma adına Irak'ı işgal etti, nükleer tesislerini saklayan Saddam'ın ülkesi, ABD ordusu tarafından ele geçirildi.
Sıcak paraya rekor getiri
Türkiye'ye dönelim:
* Kurtlar Vadisi bir ilk, yapılan yorumlara göre, Türk milliyetçilerinin yapısı değişti, Amerikan destekli özel harekâtçılar artık Amerikan askerine karşı savaşır hale geldi.
* Türkiye, İran için de ABD'ye destek olmama yoluna girdi.
* Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıktı. Dolar 5 yıldır ortalamada sabit kalırken, borsa tarihi rekorlara imza attı. 2001 sonrası Türkiye'ye giren her 1 dolar 5 ile 55 dolar arasında kâr sağladı.
* Sıcak para tarihi rekor getirilere imza atarken, bazı akademisyen ekonomistler karamsar yorumlar yaptı: Derviş'in "aman dolar satmayın" açıklamasından sonra 3 yıl boyunca kendisini evinde ağırlayanlar TV programlarında "dolar 1 milyon 700 bin TL'de mi durur yoksa 2 milyon TL"de mi durur'u tartıştılar.
* Ekonominin başındaki isim Kemal Derviş "dolar satanın eli yanar" dedi. Doların ilk defa 1 milyon 300 bin TL seviyesini aşağı zorladığı dönemde, Türk halkını dolar satmaması konusunda uyardı.
* Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizine girdi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında Anayasa fırlattı krizi çıktı. Ekonomik ve finansal dinamikler çöktü.
Petrol şirketlerine yaradı
Değerli dostlar, yukarıdaki olaylar yaşadıklarımızın onda birinin, detay vermeden sadece hatırladığımız kısmı. Bunları, ana hatları ile sizler de hatırlayın diye aktardım. Bu noktada başa dönmek ve sistemin özünü anlamak açısından, biz bunları bu şekilde yaşar ve algılarken acaba bu olayların yarattığı dinamiklerin sonuçları ne oldu, sorusunu sormak istiyorum. Gelin, dünya genelinden başlayarak birlikte cevap arayalım. Son 20 yılda zaman zaman savaşa dönen ama son 5 yıl içinde 11 Eylül saldırısı ve Irak işgali ile dünya düzenine hâkim olan gerilim dinamiğinden en çok kim kazandı?
Tek bir kazanan var: Diyalektik yapı içinde yıllarca kızıl tehdit ile varımızı yoğumuzu silaha yatırtan, tez-antitezin çökmesi ile Orta Doğu kökenli tehdit unsuru yaratarak yeni bir diyalektik yapı kuran ve bugün de artık tartışmasız olarak ABD yönetimine hakim olduğu görülen askeri-endüstriyel kompleks. Bu noktada konuyu detaylandırmak isteyenler, petrol şirketlerinin son 5 yıldaki piyasa değeri artışına, kârlarının nasıl katlandığına ve son 5 yılda silah şirketlerine aktarılan trilyon dolarlık bütçeye bakabilirler.
Orta Doğu'da patırtı sürmeli
Peki bu lobi nasıl kazanmaya devam edebilir? Tek bir yol var: Orta Doğu'da patırtı bitmeyecek, petrol 60 doların üstünde kalacak hatta İran ile birlikte zirveyi de kıracak ve bütün dünya özgür olma yolunda savaşıldığını düşünürken yeni diyalektik sistem ayakta tutularak, kaynaklar onlara akacak. Aynen kızıl tehdit adı altında yıllarca paramızı hurdalara yatırmamız gibi.
Bu yapı ne zamandır var? ABD Başkanı Eisenhower'in Ocak 1961'de yaptığı Ulusa Veda konuşmasından birkaç cümle: "(...) muazzam boyutlardaki askeri kurumlaşma, silah endüstrisi ile işbirliği içindedir. Bu Amerika için yeni bir durum. Yarattığı sonuç iktisadi, siyasi hatta manevi olarak her kentte, her eyalette, her hükümet dairesinde hissedilmektedir. Askeri yapı ile endüstrisi arasındaki sıkı ilişkilerin kasıtlı ve kasıtsız olarak yetki dışı kullanımına karşı tetikte olmalıyız. Bu yeni oluşumun ağırlığının haklarımızı veya demokrasimizi tehlikeye atmasına izin veremeyiz."
Sonuç: İçinde yaşadığımız nasıl bir sistem, neyi, nasıl algılıyoruz ve bizim devre dışı kaldığımız ana bölümde kimler, neler kazanıyor?
Son söz: Aynı mantığı, Türkiye-ABD düşmanlığı kimin işine yarar, Türkiye'de kurulan, makro ekonomiyi devre dışı bırakarak sıcak paraya yüksek getiriler sağlayan yapı kimin eseri, Türk halkına dolar sattırmazken yabancılar neden 5 yılda 70 milyardan fazla satış yaptı gibi dinamikler için sorgulayabilirsiniz.
Not: Amerika'nın "has adamı" Berlusconi neden uyanmış ve bizimkileri de uyandırma çabası numarası içinde iyi düşünelim! Akdeniz Birliği kavramını da unutmadan! Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz.




RSS

28.07.2008 | Yiğit Bulut | Yorum

Berlusconi uyanmış ve sormuş, dünyayı kim düdüklüyor


Ertuğrul Özkök'e Başbakan Erdoğan'ın verdiği mülakattan bir bölüm, Erdoğan anlatıyor: "Türkiye'nin çok ciddi bir petrol harcaması var. Biz göreve geldiğimizde varilin fiyatı 22 dolardı. Şimdi 150 dolara kadar çıktı. Bu sadece bizim değil, bütün dünyanın sorunu. Son görüşmemizde Berlusconi bana açıkça şunu söyledi. Biz petrol tüketicisi ülkeler artık bir şey yapmalıyız. Böyle her gün istedikleri gibi petrol fiyatına zam yapmaları alenen bir sömürüdür. Yeni bir sömürü düzeni kuruldu. Dünyayı sömürüyorlar. Biz tüketici ülkeler buna karşı birleşip hareket etmeliyiz, dedi. Bütün gençliğim, Berlusconi'nin sözünü ettiği ülkelere "emperyalist", "sömürücü" diyerek geçmişti. Şimdi bu ülkelerin liderlerinin kendilerini "sömürülen" olarak hissetmesi çok ilginç."
Obama Soros'un projesi
Berlusconi'ye "günaydın" demek lazım! Yeni mi uyanmış! Uyandığı falan yok, yeni diyalektik gereği böyle bir yapılanma gerekiyor. Bu sözlerden yola çıkarak "dünya kimler tarafından nasıl soyuluyor" sorusuna cevap aramak istiyorum. Bu arada not düşeyim: Bu gazete çıktığından bugüne, bu köşede 11 Eylül saldırısı sonrası oluşan düzeni aktarmaya çalışıyorum, Berlusconi daha yeni ayılmış. Peki soralım, bizi kimler, nasıl soyuyorlar! Değerli dostlar, ilk etapta dünyaya bakalım:
* Putin Rusya'yı yeniden nükleer tehdit olarak konumladı. Ayağa dikilen bir Rusya var.
* ABD, Irak'tan çekilme sinyali verdi. Obama ayrı bir tez konusu. Soros'un "mega" projesi.
* İran sorunu BM gündemine geldi.
* Bush, son yaptığı konuşmada ABD halkından ve Senato'dan, halkının özgürlüğünü korumak adına, İran'a karşı manevi destek ve en önemlisi ek bütçe istedi.
* Karikatür krizi büyüdü, ilk etapta geri adım atan Avrupa, sonrasında biz bunu ifade özgürlüğü adına yapabiliriz noktasına geldi. Dinlerin arası açılıyor.
* ABD, İran ve Suriye'nin tehdit olduğunu açıklayıp dünyayla işbirliği yapma konusunda uyardı.
* Türk askerlerinin başına çuval geçirildi, ABD, Ortadoğu'da Türkiye'ye meydan okudu.
* ABD, dünya barışını koruma adına Irak'ı işgal etti, nükleer tesislerini saklayan Saddam'ın ülkesi, ABD ordusu tarafından ele geçirildi.
Sıcak paraya rekor getiri
Türkiye'ye dönelim:
* Kurtlar Vadisi bir ilk, yapılan yorumlara göre, Türk milliyetçilerinin yapısı değişti, Amerikan destekli özel harekâtçılar artık Amerikan askerine karşı savaşır hale geldi.
* Türkiye, İran için de ABD'ye destek olmama yoluna girdi.
* Türkiye, tarihinin en büyük ekonomik krizinden çıktı. Dolar 5 yıldır ortalamada sabit kalırken, borsa tarihi rekorlara imza attı. 2001 sonrası Türkiye'ye giren her 1 dolar 5 ile 55 dolar arasında kâr sağladı.
* Sıcak para tarihi rekor getirilere imza atarken, bazı akademisyen ekonomistler karamsar yorumlar yaptı: Derviş'in "aman dolar satmayın" açıklamasından sonra 3 yıl boyunca kendisini evinde ağırlayanlar TV programlarında "dolar 1 milyon 700 bin TL'de mi durur yoksa 2 milyon TL"de mi durur'u tartıştılar.
* Ekonominin başındaki isim Kemal Derviş "dolar satanın eli yanar" dedi. Doların ilk defa 1 milyon 300 bin TL seviyesini aşağı zorladığı dönemde, Türk halkını dolar satmaması konusunda uyardı.
* Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizine girdi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında Anayasa fırlattı krizi çıktı. Ekonomik ve finansal dinamikler çöktü.
Petrol şirketlerine yaradı
Değerli dostlar, yukarıdaki olaylar yaşadıklarımızın onda birinin, detay vermeden sadece hatırladığımız kısmı. Bunları, ana hatları ile sizler de hatırlayın diye aktardım. Bu noktada başa dönmek ve sistemin özünü anlamak açısından, biz bunları bu şekilde yaşar ve algılarken acaba bu olayların yarattığı dinamiklerin sonuçları ne oldu, sorusunu sormak istiyorum. Gelin, dünya genelinden başlayarak birlikte cevap arayalım. Son 20 yılda zaman zaman savaşa dönen ama son 5 yıl içinde 11 Eylül saldırısı ve Irak işgali ile dünya düzenine hâkim olan gerilim dinamiğinden en çok kim kazandı?
Tek bir kazanan var: Diyalektik yapı içinde yıllarca kızıl tehdit ile varımızı yoğumuzu silaha yatırtan, tez-antitezin çökmesi ile Orta Doğu kökenli tehdit unsuru yaratarak yeni bir diyalektik yapı kuran ve bugün de artık tartışmasız olarak ABD yönetimine hakim olduğu görülen askeri-endüstriyel kompleks. Bu noktada konuyu detaylandırmak isteyenler, petrol şirketlerinin son 5 yıldaki piyasa değeri artışına, kârlarının nasıl katlandığına ve son 5 yılda silah şirketlerine aktarılan trilyon dolarlık bütçeye bakabilirler.
Orta Doğu'da patırtı sürmeli
Peki bu lobi nasıl kazanmaya devam edebilir? Tek bir yol var: Orta Doğu'da patırtı bitmeyecek, petrol 60 doların üstünde kalacak hatta İran ile birlikte zirveyi de kıracak ve bütün dünya özgür olma yolunda savaşıldığını düşünürken yeni diyalektik sistem ayakta tutularak, kaynaklar onlara akacak. Aynen kızıl tehdit adı altında yıllarca paramızı hurdalara yatırmamız gibi.
Bu yapı ne zamandır var? ABD Başkanı Eisenhower'in Ocak 1961'de yaptığı Ulusa Veda konuşmasından birkaç cümle: "(...) muazzam boyutlardaki askeri kurumlaşma, silah endüstrisi ile işbirliği içindedir. Bu Amerika için yeni bir durum. Yarattığı sonuç iktisadi, siyasi hatta manevi olarak her kentte, her eyalette, her hükümet dairesinde hissedilmektedir. Askeri yapı ile endüstrisi arasındaki sıkı ilişkilerin kasıtlı ve kasıtsız olarak yetki dışı kullanımına karşı tetikte olmalıyız. Bu yeni oluşumun ağırlığının haklarımızı veya demokrasimizi tehlikeye atmasına izin veremeyiz."
Sonuç: İçinde yaşadığımız nasıl bir sistem, neyi, nasıl algılıyoruz ve bizim devre dışı kaldığımız ana bölümde kimler, neler kazanıyor?
Son söz: Aynı mantığı, Türkiye-ABD düşmanlığı kimin işine yarar, Türkiye'de kurulan, makro ekonomiyi devre dışı bırakarak sıcak paraya yüksek getiriler sağlayan yapı kimin eseri, Türk halkına dolar sattırmazken yabancılar neden 5 yılda 70 milyardan fazla satış yaptı gibi dinamikler için sorgulayabilirsiniz.
Not: Amerika'nın "has adamı" Berlusconi neden uyanmış ve bizimkileri de uyandırma çabası numarası içinde iyi düşünelim! Akdeniz Birliği kavramını da unutmadan! Yarın kaldığımız yerden devam edeceğiz.


23 Temmuz 2008 Çarşamba

.bekir coskun yazıları

Kaçaklar.....Bekir COŞKUN
ANKARA’da ODTÜ ile Belediye arasındaki "kaçak bina" tartışmalarında sıraladıkça sıraladılar:

Başbakanlık kaçak, bakanlıklar kaçak, kamu binaları kaçak, Hazine kaçak, Planlama kaçak, kaçaklara bakan bilirkişilerin binası kaçak...


Kaçakları kaçırtmaması gereken Belediye’nin kendisi kaçak...

Doğal alanlardaki yapılaşmaların tümü kaçak... Çevre Bakanlığı bunlara bakmalı ama Çevre Bakanlığı kaçak...

Keza bizim kentlerimiz kaçak kentlerdir...

Mahalleler kaçak...

Semtler kaçak...

Apartmanların yüzde 60’ı kaçak...

Su kaçak...

Elektrik kaçak...

Bahçe kaçak, balkon kaçak...

*

Ve bir kaçak ekonominin üzerinde durur Türkiye:

Gelir kaçak.
..

Gider kaçak...

Yüzde 75 vergi kaçak...

Tüketim malları kaçak...

İşçi kaçak...

Arada bir bakarsınız patron tüymüş; kaçak...

*

Başbakan’ın, bakanların, milletvekillerinin dokunulmazlık kalkanları var, haklarında suç iddiaları olduğu halde hesap sorulamıyor.

Kaçak...

Cumhurbaşkanı hakkında "evrakta sahtecilik" iddiası var. Aynı suçtan yargılanan Necmettin Erbakan kaçamadı, ev hapsinde...

Ama Cumhurbaşkanı sorgulanamıyor.

(.......)

Zaten muhalefet de kaçak...

Tepeden tırnağa kaçak memlekettir burası...

Her şey kaçak...

*

Tüm bunlar aziz halkımızı ilgilendirmez gerçi, medyada onların en çok ilgisini çeken şey nedir bilirsiniz:

Kaçak ilişkiler...

Böyle kaçak yaşarız biz:

Tepkiler kaçak, tavırlar kaçak...

Duygular kaçak, aşklar kaçak, sözler kaçak...

Biz kaçak...

22 Temmuz 2008 Salı

Ergenekon ile ilgili ilginç bir kitap...yigit bulut /yorum analiz

ACİL ANAHTARCI KİLİTCİ

7/24 AVRUPA YAKASI ÇİLİNGİR<>05354563007





Kitabın adı Kayıp kitap Barnabas�ın sırrı... Yazarı: Aydoğan Vatandaş...
Kimliği: Zaman Gazetesi eski yazarı ve yanılmıyorsam son 2 yıldır Zaman�a bağlı bir kurumun Amerika temsilcisi...
Kendisi eskiden beri tanıdığım ve �dostum� diyebileceğim bir isim...
Geçtiğimiz yıl Amerika seyahatimde yani bu kitap çıktıktan hemen sonra kendisiyle bir öğle yemeğinde buluşmuştuk...
Kitap gerçekten çok ilginç detaylar içeriyor ve yazım safhası 2004-2006 olan ve 2007 yazında basılan kitabın, adını bile duymadığımız bir �örgütten� bahsetmesi ve bunu Rus bağlantısı içinde ortaya koyması daha da ilginç...
En iyisi ben daha fazla bir şey söylemeden bazı bölümleri sizlere aktarayım �... önceleri örgütün adının Ergenekon olduğunu bilmiyordum. Örgütte gizlilik esastı, beni örgüte sokan İhsan Albay, örgütlenme biçimini Alman Thule örgütüne veya tapınak şövalyelerine benzetmekten büyük haz alırdı. Örgütün büyük çoğunluğu emekli askerlerden oluşuyor. Örgüt tümüyle bir gölge örgüt olmasına rağmen, müthiş bir tedbir ve gizem mevcuttu. Kimse birbirini tanımaz ama tanımasa da, herkes birbirinden haberdardı. Tıpkı masonlar gibi. Bu yüzden Ergenekon bir cemaat gibidir...�
Buraya kadar kitaptan örgütün �tanımlandığı� bazı bölümlerden alıntılar yaptım. Şimdi kitapta �Hurşit Paşa� diye geçen, �Genelkurmay�da görevli istihbarat yöneticisi� subayın, bir emniyet mensubuna anlattıklarını aktarıyorum. �Hurşit Paşa� konuşuyor ve örgütü anlatıyor �...GRU, Rus askeri istihbaratının kısaltımasıdır. Putin de, İçişleri Bakanı İvanov da kariyerlerini bu örgütte yaptılar. Bizim topraklarımız asırlardır büyük devletlerin ve onların istihbarat örgütlerinin savaş alanıdır. Ruslar, sanıldığının aksine sol guruplar içinde değil, milliyetçi guruplar içinde yuvalanmaya çalıştılar yıllarca. Ruslar açısından öncelikli tehdit, Türkiye�nin Orta Asya�daki devletler ile siyasi bir entegrasyona gitme olasılığıdır...�
Kitapta adı �Hurşit Paşa� olarak geçen general, örgütün �amacını� açıklama yolunda Rusların amacından ve onların �ulusalcı-milliyetçi� guruplar içine sızmasından bahsediyor ve geliyor örgütü kuran Alman Baron ve yanındakilere... Aynen aktarmaya devam ediyorum �...Baron, hem Türk hem de Alman vatandaşıydı. Osmanlı son zamanlarda Alman nüfuzu altındaydı ve bunun oluşmasında gizli bir örgütün çok büyük etkisi oldu. O dönemde özgürlükçü fikirleri destekleyen Bektaşi tarikatının da içine sızdılar. 1826�dan beri gizliliğe itildiği için masonlarla da oldukça yakındılar. Baron, hem Bektaşi, hem masondu. Son dönemde hem Osmanlı hem de Alman aristokrasisini esir alan gizli bir örgütün varlığı kesindir. Almanya�da Thule olarak bilinen bu örgütün Türkiye�deki adı Ergenekon�du. Almanya�da Alman milliyetçiliğini yönlendiren örgüt, Türkiye�de de Türk milliyetçiliğini denedi. Almanya�nın pagan kökenlerine inmesini düşünen örgüt, Türkiye�de de şamanizmi canlandırmaya çalıştı. Her iki örgütte �komünizme� karşıydı. Halkın desteğini alamayacak sahte komünist partiler kurmak esastı...�
Sevgili dostlar, burada kesiyorum. Kitapta daha birçok ilginç ayrıntı ve isim var. Kitaba göre Baron Rudolf Von Sobbettondort, örgütün �kurucusu� ve Almanya eksenli görünse bile sonraları �Amerikan destekli� bir �komünizm� mücadelesi de var. Bu noktada bazı sorular aklıma geliyor 2007 yazında bu kitap piyasaya çıktı ama �vatandaş� belki de tamamen tesadüf olarak �bugün konuşulanların� özünü nasıl olmuşsa olmuş ve 2003-2006 arasında kitabı yazarken buraya koymuş. Kitapta adı en çok geçen generalin adının da �Hurşit� olması ayrı bir detay. ..
Ve gözüme çarpan son bir ayrıntı kitaptaki iddiaya göre kurucu Baron Bektaşi ve amacı �sahte komünist partiler� kurmak... Pazar günü yani bu yazıyı yazdığım saatlerde okuduğum Yeni Şafakta�ki haber, aynen aktarıyorum �...çıkış noktası cemevi toplantıları... MİT�in 2005�te Hava Kuvvetleri�nde tespit ettiği illegal yapılanmanın arkasından Ergenekon�da tutuklanan Doğu Perinçek çıktı. Perinçek�in cemevinde ünlü Balaban aşireti ile Alevi toplumunun önde gelen isimleriyle yaptığı toplantıyı takibe alan MİT�in Ergenekon�un �karargah evleri�hücresini deşifre ettiği anlaşıldı...� ...
Sonuç: Kitaptan alıntıları �yorumsuz� aktardım ve yorumları size bırakıyorum! Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az!
Not: Aydoğan Vatandaş, seneler önce bunları nereden �çıkardı� tartışması bir yana, kitap kurgu açısından özellikle �içindekilerin� hayal olduğunu kabul ettiğimizde, roman tekniği açısından �çok güzel� bir eser ve Türkiye�nin Dan Brown�u olma yolunda Vatandaş�a büyük bir adım attıracağı kesin...

ÇiziYORUM - Ercan Akyol


ANAHTARCI fikret

MUL-T-LOCK YETKİLİ SERVİSİ
0212.2871709/0535.4563007
adnansaygun cad.yaprak sok.no:5 2.ulus /besiktaş

20 Temmuz 2008 Pazar

Ulu önder Atatürk’e mektup




Atam, biz sana sonuna kadar layık olduk, sonuna kadar eserine sahip çıktık...

Nasıl mı?

Arz edeyim

Kurduğun cumhuriyet, ekonomik anlamda tam bağımsız! Temelini attığın tesisler “küresel sermayenin” eline geçmedi!

Ne iç, ne de dış borcumuz yok!

Kişi başına düşen gelirimiz, dünya standartlarının bile üstünde!

Ve en önemlisi: Ekonomik dinamiklerin, bağımsızlığımızı garanti altına aldığı bir ortamda tesis ettiğin cumhuriyet değerleri tam bir koruma altında!

Sermaye piyasamızın yüzde 72’si yabancıların elinde değil!

Bankacılık sektörünün yüzde 51’i yabancı kontrolünde hiç değil!

“Düşük kurun” nedenleri ile sonuçlarını ayırt edebilecek “finansal entelektüel” birikimimiz var!

Siyasetçi, “finansal entelektüel” zümre eksikliğinden faydalanarak “sıcak paranın yarattığı” kısa süreli “cenneti” siyasi rantını maksimize etmek için kullanmıyor!

“Ekonomimizi IMF’ye”, “dış siyasetimizi Avrupa Birliği ve Amerika’ya” endekslemedik!

IMF ile milletimizin menfaatlerini korumak adına pazarlık etmesi gereken bakanımız, aynı zamanda İngiliz vatandaşı değil!

Üretim reflekslerimiz kaybolmadı! Sıcak paranın bastığı kur ile “üreten dinamikler” kesinlikle “ithalatçı” olma yoluna girmiş değil. Üretiyoruz!

Dış politikada alınması gereken kararlar, güvenlikte atılması gereken adımlar, devletin en yetkili makamlarında aman “piyasa bozulmasın” diye geciktirilmiyor. Piyasa devleti olmadık!

Vatandaşların yabancı bankalara borcu 50 milyar doları aşmadı!

İç ve dış borç son 5 yılda dolar bazında, Cumhuriyet tarihinden fazla artmadı!

Bir yıllık bütçemizde faiz gideri “eğitim ve sağlık” harcamalarımızın “10 katı” değil!

Sıcak para, ülkenin “ekonomik reflekslerini” çürütmüyor!

“Avrupa Birliği ne der?” kaygısı ile Hava Kuvvetlerimiz’i “terörist unsurlara karşı kullanılamıyor” değiliz!

Deniz Kuvvetlerimiz’e ait bir muhrip “müttefik bir ülke tarafından” vurulmadı! İçinde onlarca seçme subayımızı taşıyan uçağımız “ilk uçuşunda” düşmedi! Ve en önemlisi askerlerimizin başına çuval geçirilmedi!

15 askerimizin şehit olduğu gün en yetkili ağızlarımız “Sayın Başkan ile 1 ay sonra görüşeceğim, gerekeni yapacağız” açıklaması yapmadı!

Askerlerimizin “şehit olduğu” dakikalarda “el konduğu için devlet kontrolünde olan” televizyon kanalımızda “dansöz oynatılmadı!”

Vatandaşlarımızın bir bölümü “seve seve ölüme” giderken, bir bölümü “malı götürme” sevdasına düşerek “hangi toprakta yaşadığını bile umursamadan” kendilerine doları “efendi” edinmediler!

Askeri personelimizin “maaş bilgileri” olan bankanın tamamını askerlerimizi şehit eden “mayını üretenlere” kredi desteği veren “yabancı bankalara” satmadık!

Merak etme ATAM! Biz bunların hiçbirini yapmadık! Sana ve silah arkadaşlarına “sadık kaldık” ve en önemlisi kurduğun cumhuriyetin özünden “asla ayrılmadık!”

Sen rahat uyu, zira biz burada daha rahat “uyuyoruz”...

Hepimize “iyi uykular”...

18 Temmuz 2008 Cuma

Atatürk, savcılara diyor ki

Atatürk, savcılara diyor ki; “Türk Cumhuriyeti, ulusun kaderini yıllarca hastalıklı ve korkunç gelenekleriyle, zulüm ve baskının kan ve yangınları içinde sürükleyen saltanat ve hilâfet tarihini yıktı. Bu mücadelenin asıl amaçlarından biri de, zayıf olanları zorbaların baskısından ve entrikacıların âleti olmaktan kurtarmak ve ulusu kendi kaderine sahip kılmaktır. Çağdaş ve uygar bir ulusuz. Ulusumuz, Batı uygarlığını kayıtsız şartsız kabul etmiştir. Hayatta başarılı olmanın tek yolu budur. Yılmaz ve kesin kararlı devrimlerimiz, Türk ulusunun yaradılıştan gelen büyük yeteneğinin gelişmesi ve artırılması için gereken zemini hazırlayarak hızla ilerlemektedir.

Yüksek amaca yönelik herhangi bir suikast failinin durmaksızın kovuşturulması ve kovuşturmanın, ulusun bütün hakları tatmin ve tazmin edilinceye kadar, hakim önünde de kaygı ve ısrarla sürdürülmesini ve sonuçlandırılmasını isterim. Bütün düşüncelerin üzerinde olan kamu hukuku ve kamu yararının korunmasının, devlet ve hükümet gücünün mutlaka sağlanması ve korunmasıyla mümkün olabileceğini önemle hatırlatırım. Cumhuriyette devlet ve hükümet gücü, ulusal irade ve ulusal egemenliğin en kesin ve en temel ifadesi ve görünümüdür. Türk yasalarına dayanan bu yetki ve güce engel olacak en küçük bir girişimin dahi, ulusun egemenlik hakkına açık bir saldırı olarak değerlendirilerek, buna yeltenenlerin mutlaka mahkeme huzuruna çıkarılmasını talep ederim.

Özgürlüğü ve yasaları bir alet gibi öne sürerek, ulusun en küçük bir yararını bile tehlikeye atmak hakkına hiç kimse sahip değildir. Devlet halinde yaşayan uygar uluslarda, özgürlük ulusun emrindedir; yüksek yararlarının gerektirdiği şekilde genişletilir, sınırlanır ve belirlenir. Yakın tarihimizde ve eski zamanlarda, dinlerin zorba hükümdarların, rahipler ve çıkar sağlayanların elinde bir baskı aracı olması gibi, çağımızda kesinlikle izin verilemez ve hoş görülemez. Devrime karşı koyan muhalefetin özgürlükten ve yasadan yararlanmaya hakkı yoktur...

Bireyin değil, bireylerin tamamını ifade eden toplumun ve devletin yararı her düşünce ve kaygıdan önce gelmelidir. Sınırsız bireysel özgürlük ve kişisel çıkar peşinde olanlar, kendi emellerini, çıkarlarını ulusun yüksek çıkarları ve özgürlüğünden üstün tutanlardır. Sınırsız kişisel özgürlükler, kişisel çıkarlar, uygar ve üzenli toplumları, devletleri yıkarak anarşiyi ve çoğunlukla da zorbalığı yaratır. Anarşi ve zorbalık, doğrunun yanlışa, zayıfın güçlüye yenilmesi sonucunu doğurur...”

Kıskanç ve hassas nöbetçiler Yalçın BAYER

Yalçın BAYER
EMPERYALİZMİ bozguna uğratan, işbirlikçi saltanatın, hilafetin ve Allah ile aldatanların rantını kesip, hukuka, adalete, demokrasiye ve ulusun egemenliğine dayalı çağdaş Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran büyük önder M. Kemal Atatürk 9.10.1925 tarihinde Cumhuriyet Savcıları'na şöyle sesleniyordu:

"Her uygar ve çağdaş devlette olduğu gibi, Türk Cumhuriyeti Adliyesinde de, Cumhuriyet Savcılarını yüksek ve son derece önemli bir görev ve makamın temsilcileri olmak üzere tanırım. Devrim Savcılarının, kendilerine verilen bu büyük görevin önemine uygun olarak gayretli ve çalışkan olmaları konusunu, adliyemizin başarı ve üstünlüğünün en önemli etkenlerinden sayarım. Laik Türk Devrimi, çağımızın uluslara yaşama ve yükselme yeteneğini veren en son ve en uygar ilkelerinin bir ifadesi ve Türk Ulusunun büyük fedakárlıklarıyla sürdürülen ve kazanılan büyük mücadelesinin eseridir. Devrimlerin gerçekleşmesi, kararları ve kanunlarıyla, ulusal irade ve ulusal egemenliğin bir görünümü; bütünü itibariyle de Türk Ulusunun bütün haklarıdır. Devrimlerin her biri, ulusun emeği ve hakkı ile gerçekleşmiştir. Cumhuriyet Savcılarımızın, devrimin gerekleri etrafında, en kıskanç ve uzakları gören hassas nöbetçiler olmalarını, asıl görevlerinden sayarım..."

Türkiye Cumhuriyeti'nde kimsesiz bir birey yoktur. Cumhuriyet, böyle bir kavramı asla kabul edemez. İnsan hakları, yasalarımızın güvencesi altındadır. En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcısı devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyet Savcılarıdır. Kendilerini kimsesiz görenlerin, yanlarında her an haklarını aramakla görevli Cumhuriyet Savcıları bulunduğunu asla unutmamaları ve bundan emin olmaları gerekir. Zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür. Cumhuriyet Adliyesi'nin yükselmesini bir onur meselesi saydıklarından hiç kuşku duymadığım çalışma arkadaşlarıma bu onurlu görev alanında mutlak ve muhakkak olan başarılarını coşkuyla dilerim efendim." Washington-Brüksel hattından beslenen ve denetlenen siyasal İslamcılar demokrasi oyunuyla ele geçirdikleri yasama ve yürütmenin yanı sıra yargıyı da etkileyerek Cumhuriyeti tasfiye etmek ve 'dinci' bir anlayışı yerleştirmek üzere sivil darbe provaları yapmaktadırlar. "Siyasallaşmış bir yargının kimi, nerede, nasıl vuracağı belli olmayacağına ve hukukun üstünlüğüne" inanan, yürekli yargıçlarımız ve savcılarımız hukukun ve adaletin yönlendirilmesine ve kamu vicdanının yara almasına müsaade etmeyeceklerdir. Akiller değil ama hainler ve gafiller hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Burası hukuksuzluğun, çetelerin ve aşiretlerin egemen olduğu 'muz veya şeriat' cumhuriyeti değil, çağdaş, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'dir. En hassas ve kıskanç nöbetçileri ise M. Kemal'in bağımsız savcılarıdır.Uğur SETEN

Aldatılmış hainler Yaşar Nuri Öztürk


Türk halkının en bol ve en kolay harcama yapma sebebi âhiret sebebidir.

Bu alan; Allah’ın, dinin, sevabın devreye sokulduğu alandır. Daha açıkçası, bu alan, Allah ile aldatmanın tüm hararetiyle işletildiği alandır.

Müslüman ülkelerde, özellikle Türkiye’de haram kazanç simsarları bugün en çok bu alanı kullanmaktadır. Bu alan, Türkiye’de çok büyük bir ‘aldatılmış hainler zümresi’ de yaratmıştır. ‘Aldatılmış hainler’ tâbiri, literatüre bizim kazandırdığımız bir tâbirdir. Sözlü olarak ilk kez, Hulki Cevizoğlu’nun sunduğu Cevizkabuğu programında, yazılı olarak da ilk kez ‘Allah ile Aldatmak’ kitabında kullandık ve açıkladık.

Aldatılmış hainler, hainliklerini okşayan söylemlerle aldatılanlardır. Yani onların aldatılması mazlum ve mağdurluklarından değil, hainlik damarlarının okşanması yüzündendir. Bakın nasıl:

Aldatılmış hainler’, paraları şöyle denerek çarpılanlardır:

“Paralarınızı bize verin, biz bu paralarla şirketler kurup servet ve sermayeyi Kemalist dinsizlerin elinden alacak, büyük servetler kazanarak size iki ayrı kazanç kapısı açacağız:

1. Laik Mustafa Kemal devletini yıkıp yerine şeraite dayalı Müslüman bir devlet kurarak size büyük sevaplar kazandıracağız,

2. Kazandığımız kârlardan size pay çıkararak, paralarınıza faizsiz-helal kazanç sağlayacağız. Böylece, bir taşla iki kuş vurmuş olacaksınız: Hem dünyanız ihya olacak hem âhiretiniz.”

İşte, Allah ile aldatmanın hain ve alçak tezgâhı böyle işletildi. Ve ‘aldatılmış hainler’ böyle uyutulup soyuldu. Soygunun sadece Avrupa’daki Müslümanlardan götürdüğü para, elli milyar Avro civarında. Deniz Feneri Soygunu denen ve Alman hükûmeti tarafından takibe alınan vurgun buna dahil değildir ve o vurgunun rakamının da birkaç milyar Avro civarında olduğu söylenmektedir.

Türkiye içi Mercümek, Yimpaş, Kombassan, İhlas gibi ‘Allah ile aldatarak soyan holdingler’in götürdükleri paranın rakamı, yukarıda verdiklerimizin üstünde bir rakamdır.

Bu vurgunlar, elbette ki birçok masum, temiz, gerçek dindar insanı mağdur etmiş, ocağını söndürmüştür ama soyulanların büyük bir kısmının ‘Aldatılmış hain’ sınıfına girdiğini çok iyi bilmekteyiz.

Birçok masumu yaktılar ama birçok hain de cezasını buldu. Başka bir deyişle, aldatan hainlerle aldatılmış hainler belalarını birbirinden buldu.

Türkiye’ye bakın, son yıllarda milyar Avroluk ve Dolarlık vurgun ve soygunların hemen tamamı, Allah ile aldatma tezgâhı işletilerek gerçekleştirilmiştir. Bu alan, riski en az olan alan, bu alan harcaması hiç olmayan alan, ama bu alan en vicdansız ve en zalim alan…

Burada görülmesi ve ibretle değerlendirilmesi gereken gerçek şudur:

Âhiret sebebiyle harcama yapmak veya yaptırmak için nasihat yeterli olmaktadır. Musibete asla gerek yoktur. Tam aksine, Türk halkının musibetle yüz yüze gelmesinin temel sebeplerinden biri de âhiret diye aldatılarak yaptığı harcamalardır. Bu bakımdan, Türk halkını soymanın en rahat, en keyifli ama insanlık için en zararlı, en namer şekli âhiret gerekçesini kullanmaktır. Yani Allah ile aldatmak.

Bu aldatma alanının nasıl işlediğini anlamak için bizim ‘Allah ile Aldatmak’ kitabımızın okunması lazımdır. Bu konuda o kitabın yerine konacak başka bir şey yoktur. Ancak biz, o kitabın iki satırlık bir özetini size verebiliriz. Bu özet, ‘Allah ile aldatılmayın’ emrini veren Kur’an-ı Kerim’in şu ayetidir:

“Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler.” (Tevbe Suresi, 34)

Yani Allah ile aldatarak soyanların başında dini temsil ettiğini söyleyenlerle din söylemi kullananlar vardır. Ve bunlar, “Sizi Allah’a götüreceğiz” diyerek soyarlar ama sonuç Allah’tan uzaklaştırma ve uzaklaşma olur.

Bir uyarı, bundan daha veciz ve etkili biçimde nasıl yapılır!

EMEVÎ OYUNUNA DİKKAT!

Türk halkını aldatan dinci vurguncuların adları bu ayette elbette geçmiyor. Bazıları buna dayanarak, “Bu ayet bizim için değil, Yahudi ve Hıristiyan din adamları için inmiştir; bizi bağlamaz.” diyebilirler. Nitekim, onların fikir ve ruh babası olan Emevî Kralı Muaviye böyle bir iddiada bulunmuştur. Hem de sahabe neslinin karşısında. Bugünkü Allah ile aldatma soyguncuları bu iddiayı haydi haydi ileri süreceklerdir. Nitekim, bu Muaviye hezeyanı iddiayı zaman zaman telaffuz ettiklerini bilmekteyiz.

Evet, ayet onlardan asırlar önce indi ve peygamberlik bittiği için yeni bir ayet de gelmeyecek. Ama ayetin dikkat çekmek istediği hikmet, ruh ortada.

Ayetin iniş sebebinin rahipler ve hahamlar olduğunu ileri sürerek bu ayetin Allah ile aldatma tezgâhına vurduğu darbeden kendilerini korumak istiyorlar. Oysaki bizim için önemli olan, ayetteki temel gerekçedir. Tefsir terimini kullanırsak, bizim için önemli olan ‘illet’dir. İllet, Allah ile aldatarak soymak veya soyulmaktır. Bu nerede varsa ayet orada geçerlidir. Her halde, Cenabı Hak, Kur’an’da, ‘Müslümanım’ diyerek soyanları istisna etmemiştir.

İşin teknik-dinsel yanına gelince, orada söylenecek olan da şudur:

Ayetin hükmü geneldir. Çünkü tefsir ilminin temel kurallarından birine göre, “Bir ayetin iniş sebebinin özel oluşu, ondaki anlam ve mesajın genelliğine engel değildir.”

Özgün ifadesiyle, “Sebebin hususiyeti nassın umûmiyetine mâni değildir.”

O halde, iman edenlere hitapla başlayan bu ayette altı çizilen gerçekten hepimizin ders alması gerekir. “Allah ile aldatarak soyanların Haçlı, zünnarlı olanlarını eleştiririz ama sarıklı-takkeli olanlarına dokunamayız” yolunda bir savunma veya mazereti Kur’an’a dayandırmaya kalkmak ayrı bir imansızlıktır.

Böyle bir gerekçe, İslam ve iman adına ileri sürülemez. Sürülürse buna din değil, ‘din perdesi altında dinsizlik’ denir. Böyle bir iddia sadece şeytanın işine yarar, Müslümanın değil.


dingil..Bekir COŞKUN..Balık hafızası Balık hafızası


BEN sadece "dingil"i yazmıştım:

Genelde kamyonlarda iki tekerleği birleştiren,
borumsu, içi boş demir...


Dingil...

İki türlü dingil vardır:

Tek dingil, çift dingil...

(.........)

Yazımda isim yoktu.

Yani "Dingil" kim, belli değildi.

Ama AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat "Dingil benim" diye beni mahkemeye verdi.

Nerden çıkarttı?..

Nasıl anladı, bilemeyiz...

Hem de iki dava birden; birisi tazminat davası, para talep ediyor... İkincisi ceza davası, yani hapis...

Avukatım Şehnaz Yüzer’in bildirdiğine göre, Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı geçen gün ceza istemi davasında "Kovuşturmaya yer olmadığına" karar verdi.

Kararda, "Basının görevi, toplumu ilgilendiren tüm olaylar hakkında, halkı objektif ve gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak, düşünmeye çağıracak yolda tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek ve uyarmak, bireyleri içinde yaşadığı toplumun ve yaşadığı ülke sorunları yönünden bilinçlendirmek olduğuna göre. (...) Kovuşturmaya yer olmadığına..." deniliyor.

Bence ders niteliğinde bir karar.

*

Dingile
gelince...

Beni, kamu düzenine karşı suç işlemekle suçladığı günlerde, yabancı medyaya Cumhuriyet’in bir "travma" olduğunu söylemesi geliyor aklıma.

Bunun adı nedir bilemem...

Bu Cumhuriyet’in okullarında okuyup diploma alan, şirketler kurup zengin olan, ayda 15 milyar maaşla milletvekili koltuğuna oturan...

O Cumhuriyet’e bağlı kalacağına namusu ve şerefi üzerine yemin eden...

Ama Cumhuriyet’i kuranlara hakaret edip "travma" diyen bir insana ne denir?..

Adı nedir?..

Neye benzer?..

Ne gibidir?..

Artık siz bilirsiniz.

*

Sözlüklerde dingilin bir diğer anlamı; cambazların yürüdükleri telin üzerinden düşmemek için ellerinde tuttukları uzun sırık:

Dingil...
-----------------------------

Yılmaz ÖZDİL


Balık hafızası


"Ecevit kişisel hırsından gitmiyor."

"Mesaisini yerine getirmekten aciz."

"Ülkeyi hastaneye çevirme!"

"Kendine zulmetme, çekil!"

"Millete kıyma, bırak!"

"Ölümün ertelenmesi, ötelenmesi, hayatın yaşandığı anlamına gelmez..."

"Mazereti var... Yaşlılık!"

"Çekilmesini bilmiyor."

"Ecevit görevinin başında olduğunu söylemiş... Ne olur güldürme bizi!"

"Fiziken çökmüş."

"Bitmiş bir insan."

"Topluma yararlı olmaya değil, anca kendini ayakta tutabilmeye çalışıyor."

"Git."

"Çekil."

"Yerinden ve merkezden olmak üzere, iki yönetim şekli vardır... Şimdi, hastaneden ve evden yönetim çıktı!"

"Anlaşılan o ki, insan yaşlanınca gerçekleri daha az görüyor, hırsı artıyor. Hastane raporları bile zoraki veriliyor."

"Her tarafı kırılıp dökülüyor."

"Çelik korselerle duruyorsun."

"Düş milletin yakasından."

*

Kime ait bu laflar?

Tayyip Erdoğan’a.

*

Ne yazıyorlar şimdi?

"Darbeci emekli generaller, Ecevit’e çekil baskısı yaptı."

*

Hep söylerim... Bu yalaka gazetecilerin en güvendiği konu, "balık hafızası..."

Kendi yazdıklarını unuttukları için, okuyanlar da mutlaka unutmuşlardır diye tahmin ediyorlar.

Rusya nereye gidiyor II 18.07.2008 | Yiğit Bulut | Yorum

Türkiye'nin önünü Rusya'ya doğru çevirmesi ile ilgili paranoyanın zirve yaptığı bir dönemde geçtiğimiz hafta içinde Başbakan Putin'in sözcüsü Dmitry Peskov ile aşağıdaki röportajı gerçekleştirdim. Rusya'nın yeni çizgisi hakkında algılamamız ile gerçek arasındaki mesafenin nasıl açıldığımı göstermek açısından röportajın kalan kısmını da yine sizlerle paylaşmak istiyorum.
YB: Başbakan Putin bazı kararlar aldı ekonomiyle ilgili ve stratejik alanları yabancı yatırımlara kapadı. Bu Rusya'nın tekrar içine kapanması olarak mı algılanmalı, yoksa küreselleşme sürecine karşı bir "dur" noktası mı koyulmuş oldu?
Yabancıya limit kondu
DP: Tamamiyle kapatmadı ama bir limit koydu. Bütün gelişmiş ülkeler aynı şeyi yapmaktadır. Mesela ABD'de Arap emirliklerinden bir şirketin limanları satın alması büyük bir skandal yaratmıştı ve bu olaydan sonra ABD'de yabancı yatırımlara sınırlamalar getirildi. Aynı şekilde Avrupa'da, İngiltere'de, Rusya'daki yabancı yatırımlara da sınırlamalar getirildi. Rusya yabancı yatırımı teşvik etmektedir. Rusya'ya bugün yurtdışından gelen doğrudan yatırım yılda 80 milyar dolar düzeyindedir. İngiliz, Amerikan ve Fransız şirketler petrol alanında Rusya'da söz sahibi olan şirketlere sahiptir. Bununla birlikte tabii ki stratejik alanlarda sınırlamalarımız var. Ama Türkiye'yi bu anlamda Rusya ile kıyaslamamız mümkün değildir. Çünkü stratejik alanlarınız kısıtlı. Rusya kadar petrol, yeraltı kaynağınız yok. Böyle bir servete sahip çıkan bir ülke olarak Rusya yabancılara hoş geldiniz diyor ama belli bir noktaya kadar. Özetle söylemek gerekirse yabancı yatırımcılar stratejik alanlarda yüzde 51'lik bir hisseye sahip olamazlar. Nedir bu stratejik alanlar petrol, gaz, televizyon, boru hatları sistemi vs. Kendini bilen her devletin de bu alanlardaki yabancı yatırıma sınırlamalar getirmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Sermaye piyasası büyüyor
YB: Rusya'yı sermaye piyasası açısından nasıl görüyorsunuz?
DP: Şirketlerin halka açılma süreci devam edecektir. Bu sürecin çok pozitif etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Rosneft, Gazprom gibi dev şirketler ile büyük bankalarımızdan birkaçında halka açılım gerçekleştirmiştir. Sermaye piyasasının geleceği oldukça parlaktır. Zaten son iki yılda büyüme tempomuz son derece yüksek oldu. Yıllık büyüme yüzde 80'i buldu. Bu sene bu oranın biraz zayıfladığını görüyoruz. Tabii ki yaşanan krizin etkilerini Rusya'da hissetti. Yine de büyüme devam ediyor. Trend büyüme trendidir.
YB: IMF ve Dünya Bankası'na nasıl bakıyorsunuz?
DP: Çok önemli uluslararası mekanizmalardan bahsediyoruz. Parasal ve finansal siyasetin çok önemli mekanizmaları. Bu kuruluşlarla Rusya'nın bağı çok kuvvetlidir. Fakat Rusya'nın bu kuruluşlarla olan pozisyonu bugün tamamiyle değişmiştir. Eskiden Rusya devamlı para talep eden bir ülke konumdayken bugün eşit konumlu karşılıklı yararı işbirliği içerisinde yürütmek isteyen bir ülke konumuna gelmiştir. Bu kuruluşlara artık çok önemli ortaklar gözüyle bakıyoruz. Ümit ediyoruz ki onların yaklaşımı da bize karşı aynı şekilde değişir.
Söz hakkımızı geri aldık
YB: Eski Devlet Başkanı Putin'in ortaya koyduğu liderlik ile Rusya'nın gelişimi oluşmuş, oturmuştur. Küreselleşme bir lider dayatabiliyor diğer ülkelerde örnekleri mevcut. Böyle bir yapı içinde liderlik mekanizmasından kurumsallaşmış yerleşik demokrasiye Rusya nasıl geçiş yapabilecek?
DP: Her şeyden önce Rusya demokratik bir ülkedir. Rusya'da Devlet Başkanlığı Sistemi vardır. Ana gelişme trendlerini de devlet başkanı çizer. Şu anda Rusya'nın parlamenter sisteme geçişini gelecek gösterecektir. Rusya classes management dönemini atlatan bir ülkedir. Ve Başbakanımız Putin, devlet başkanlığı döneminde bu rejimi sona erdirmiştir. Rusya kendi anayasasına sadık olan, tüm dünya ile aynı değerleri paylaşan ve inanan, dünya ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olan bir ülkedir. Rusya yaşam standartlarını dünya işlerindeki rolünü, söz hakkını geri alan bir ülkedir ve artık önceden tahmin edilebilen, istikrarlı bir gelişim sürecine girmiştir.
YB: Rusya nasıl bir modele doğru gitmek istiyor? Tam liberal bir model mi? Liberal ama kontrol edilebilen bir model mi?
DP: Rusya piyasa ekonomisine, demokrasi ideallerine bağlı, ana amaç olarak halkının refahını düşünen ve komşu ülkelerle sağlam ilişkiler kurmaktan yana olan bir cumhuriyettir. Bununla birlikte küreselleşmenin kurbanları olduğumuz da kaçınılmaz bir gerçektir.
İran'a operasyon intihardır
YB: Olması muhtemel gözüyle bakılan Amerika'nın İran operasyonuna Rusya'nın bakış açısı nedir?
DP: Şimdi her şeyden önce bu bir facia senaryosudur hem bölgemiz hem de tüm dünya için. Bunu düşünmek bile istemiyoruz. Böyle bir adımı hiçbir ülkenin atmak istemeyeceğine inanmak istiyoruz. Rusya yüksek petrol fiyatlarının peşinde koşuyor gözüyle de lütfen bakmayın bize. Çünkü bunun hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır. Ve düşünülenin aksine olumsuz etkileri daha fazla olabilir. Enflasyonla mücadelede büyük bir efor sarfediyoruz. Rusya'nın büyüme cetvelinde petrolün rolü gittikçe azalmaktadır. Mesela 2007 göstergelerine bakarsanız petrol sektörü yüzde 4-6 oranlarında büyüme gösterirken müteahhitlik, otomotiv gibi sektörlerin yüzde 25'i bulan bir büyüme içinde olduğunu söyleyebiliriz. Rusya petrole ve petrol gelirlerine bağlı bir ülke durumdan çıkmak üzeredir artık. Rusya ekonomide transformasyon sağladı. Ve İran'a yapılacak olan muhtemel bir operasyonun bir intihar olacağını düşünüyorum. Rusya kesinlikle böyle bir operasyona karşıdır. Sorun, siyasi ve diplomatik yollarla çözümlenmeye çalışılmalıdır.
YB: Başbakan Putin'in Devlet Başkanlığı döneminde yapmış olduğu bir açıklama var. Önümüzdeki yedi yılda Rusya'nın yapacağı ihale 550 milyar dolar olacak. 17 bin kilometrelik otoyol, 100 yeni hava limanı, nükleer santral, okul vs.. Kısacası hemen hemen her sektörde federal gelişme söz konusu olacak. Türk şirketlerinin bu ihalelerdeki şansını nasıl görüyorsunuz?
DP: Herhangi bir Rus şirketinin şansı neyse Türk şirketlerinin de şansı aynıdır. İhale ihaledir. Eğer yarışa katılabilirseniz ve standartlarınız diğerlerinden daha iyiyse o zaman bu ihale sizindir. Özellikle Rusya'nın güneyinde çok geniş çaplı bir yeniden yapılanma söz konusu. Sochi 2014 yılı olimpiyatları için hazırlıklar sürdürülüyor. Tüm bu ihalelerde Türk firmalarını da görmek istiyoruz. İhalelere katılacak olan firmaların şansları hangi ülkeden katıldığı önemli değil, aynıdır, eşittir.

Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional