14 Ekim 2008 Salı

halil recber -yigit bulut yazı yorumları

DAĞARCIĞIN,KESENİN DEĞERİ ALTINDANDIR; ALTINSIZ DAĞARCIĞIN,KESENİN HİÇ BİR DEĞERİ YOKTUR.MEVLANA
30.000-30.500 direnç bölgesiEndeks haftaya güçlü alıcılıbaşladı. halilrecber-teknikanalizim
Tarihi: 14 Ekim 2008Ancak ilerleyen dakikalarda, Türkiye’de yatırımları bulunan ‘hedge’ fonların satışlarının etkili olduğu söylentisiyle İMKB dünya borsalarındaki ortalama yüzde 6- 7’lik yükselişlere karşın sadece yüzde 1.64 arttı. Ancak endeksin önümüzdeki 1- 2 gün içinde 30.000-30.500 direnç bölgesini geçmesi önemli olacaktır. En azından tepkinin devam etmesi veya tepkinin bu önemli geçiş seviyesi; 31.000 ve üzerinde hareketinin güçlenerek devam etmesi açısından bu süreç çok önemli. Aynı zamanda ABD’de dip seviyenin gröülmesi ile beraber endekslerin topladığını ve ilerleyen günlerde dip ve krizin yumuşaması açısından iyi bir işaret olabileceğini söyleyebiliriz. Destek: 28.900 - 28.500 -28.000. Direnç: 29.500 -30.000 -30.
500.
----------
Babacan’ı ayakta alkışlıyorum..yigit bulut...Dışişleri Bakanı Babacan gerçekten müthiş bir “adam!” İngiliz Konsolosluğu yemek veriyor, Avrupa Birliği temsilcisi ile İngiliz Konsolosluğu’nun yemeğine katılıyor. Hem de “Ankara’da falan da” değil, İstanbul’da! Ayrıca dediğim gibi yalnız da değil, yanında “abisi” Avrupa Birliği temsilcisi de var! Diplomatik olarak kendisinden “çok düşük” olsa da olsun “koskoca Avrupa temsilcisi!”
Düşünsenize “Türk Konsolosluğu” Fransa’da veya İngiltere’de yemek veriyor, o ülkenin dışişleri bakanı o yemeğe “konsolosluğa” geliyor! Ne görülmüş, ne de duyulmuş bir olay!
Ama Türkiye’nin “Dışişleri Bakanı” kendi ülkesinde “ev sahipliği” sıfatını bırakıp, onların yemeğinde “sıraya” giriyor!
Büyük skandal! “Ne var” demeyin! Aynı seviyede biri Türkiye adına oraya gidebilir, ama kendi ülkesinde “ev sahibi olduğu topraklarda” ancak ve ancak konsoloslar “dışişleri bakanının” verdiği yemeğe katılır! Bu noktada sizlere başımdan geçen ve bu köşede aktardığım olayı “yazımdan alıntı” ile aktaracağım. Ben “taşıdığım sıfatlar ile oraya gitmeyi evsahipliğini bırakarak kendime yakıştırmadım. Ben neyim ki dışişleri bakanının yanında gariban bir gazeteci...” Alıntıya gelince
“...İspanya’nın Türkiye Büyükelçisi, İstanbul’daki Tarabya rezidansında “aklınca” önemli bulduğu “gazetecilere” yemek vermeyi düşünmüş ve yaklaşık 10 kişilik bir liste yapmış. Beni de “acil” olarak CNNTURK’ten aramışlar ve asistanıma not bırakmışlar. ABD Büyükelçisi “milletvekillerini” toplayıp, onlara yemek verir de Avrupa’nın bir büyükelçisi “gazetecilere” evinde yemek vermez mi!
Katılımcıların listesini istedim, tam tahmin ettiğim gibi “Türkiye’de olmayan Avrupa tezini” pazarlayan ne kadar adam varsa, hepsi orada! Ha bir de öne çıkmış “İkinci Cumhuriyetçi” kardeşler! Davet sahibine “bir büyükelçinin Türkiye’de kamuoyu oluşturan gazetecileri ayağına çağıramayacağını, isterse kendisine Tarabya’da balık ısmarlayabileceğimi, ayrıca o listedeki isimler ile asla bir araya gelmeyeceğimi” asistanım vasıtasıyla ilettim. Kısacası ben “gitmedim” ama “bu ülkede gazeteci sıfatı taşıyan” birçok isim gitti.
Geldiğimiz noktaya bakın, sanki “sömürge” ülkesi. Büyükelçiler “milletvekillerini ve gazetecileri” özel yemeklerde bir araya getirip, ülkenin durumunu ve geleceğini sorguluyorlar! Halk da “sadece faiz” ödemek için çalışıp, dursun...”
Sevgili dostlar, güzel ülkem ne halde! Talabani ile New York’ta “terörist saldırıdan” günler önce görüşen Babacan’a tavsiyem isterse bir de Türkiye’deki Barzani’nin temsilciliğine yemeğe gitsin! Onun da Boğaz’da manzarası fena değil! Boşuna dememişler
“Ankara’nın taşına bak! Gözlerimin yaşına bak! Uyan Uyan Gazi Kemal memleketin haline bak!”
Bence hiç uyanma ATAM, uyu da “bazı şeyleri” görüp kahrolma!!
---------------
Kemal Derviş'in Türkiye'ye geldiği ilk günühatırlıyormusunuz.14.10.2008 Yiğit Bulut Yorum
Neydi ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir borç dinamiği. Türkiye'nin kaderini daha doğrusu "çalışıp didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının hayatının" nedenlerine cevap veren en kısa cümle. Açılımı da çok basit: Ne olursa olsun; çalış, didin, borcunu öde ve asla "bu borcunu ödemek uğruna" varlığını ertelediğin bu yapının dışına çıkmayı düşünme! Sevgili dostlar, bu satırlar sonrası Derviş'in kurduğu sistem içinde sıcak paranın rantının "en noktasını" test etmesi gerçeğine değinmek ve bu yapıyı "ekonomik mucize" diye satanlara, tespitler eşliğinde "bazı sorular" sormak istiyorum. Bütçenin yarısı faizeTespit 1: 2001 Şubat krizi öncesinde Merkez Bankası tarafından kontrol edilen kur, Derviş sistemi içinde sıcak para tarafından kontrol edilir hale geldi. 2000-2001 arasında "kuru, Merkez Bankamıza kontrol ettirerek, kârını çoğaltan sıcak para", 2001-2007 arasında kuru doğrudan etkilemeye başladı. Bu noktada soralım. Dünyada" Pakistan'ın bile "dolar bazında yüzde 6,5 ile borçlandığı bir yapıda hatta iki haneli borçlanmanın kalmadığı son 5 yılda, Türkiye nasıl oluyor da YTL bazında yüzde 16'nın üstünde, düşen kuru da dikkate alırsak, dolar bazında yıllık yüzde 30'un üzerinde borçlandı? Bu gerçekten ekonomik mucize mi? Tespit 2: Sürdürülebilir borç dinamiği Türkiye'nin "başına geçirilmiş" bir çuval ve içinde bulunduğumuz durum, daha doğrusu sürdürme adı altında ödediğimiz faiz, dünyada eşi benzeri olmayan ve ne ülke riski, ne de başka bir finansal gerçekle açıklanabilecek bir durum! Bu noktada soralım: Bu döngüyü Türk Halkı ne uğruna sürdürüyor? 2004 yılında ödediğimiz bir yıllık faiz tam 52 milyar dolar veya 70 katrilyon. Konsolide bütçenin tam yarısı. Bir ülke düşünün insanları çalışıyor, çabalıyor daha yolun başında bütçesinin yarısını dünya genelindeki "5000'den az gerçek-tüzel kişiye" faiz diye aktarıyor. Esarete bakın! Finansal teröre dikkatTespit 3: Bir ülkede yerel para birimi üzerinden dünyanın en yüksek faizi ödeniyorsa ve o ülkede dolar kuru da aynı dönemde aşağı gidiyorsa, orada sadece yerel para birimi cinsinden "yüksek" değil, dolar bazında "katlamalı" bir faiz ödeniyor demektir. Dışarıdan giren para yüzde 16-18 arasında "dünyada matematiksel benzeri" olmayan bir getiri elde ederken, düşen kurun yarattığı "kur farkı" ile bu getiri "inanılmaz" boyutlara ulaşır. İşte bu mekanizmanın adı "finansal terördür" ve "dağlardan" değil sizin "kurumlarınız" aracılığıyla "sıcak para diyarından" gelir. Bu noktada soralım; "sıcak paranın" kendi kârını katlamak adına yarattığı "bu dalgasızlık" durumu "ekonomik istikrar mıdır?" Sonuç: Neresinden başlasam, nereye kadar yazsam bilemiyorum. Bir ekonomik "tetikçinin" Türkiye'ye gönderilmesi ile başlayan "döngü" içinde Türkiye, son 6 yıl içinde, tarihinde görmediği bir "finansal sömürüye" maruz kaldı. Bu sömürünün gerektirdiği kaynağı bulmak için bu ülke "Cumhuriyet tarihinin yarattığı bütün kamu değerlerini" satmak zorunda kaldı. İnsanlarımız yıllarca çalışıp ürettikleri katma değerin her sene yarısını daha yolun başında "bu tuzağı" kuranlara "faiz" adı altında aktardılar. Son söz: "Sürdürülebilir borç dinamiği" ülkelerin başına geçirilmiş çuvaldır. Ülke halkları "çalışır, didinir" ve kendine harcaması gereken kaynakları bu sistemin kurucularına aktarır. Sürdürülebilir borç dinamiği içinde kalmak varlığı ertelemek ve sadece aman sistem patlamasın kaygısı içinde "sadece sahiplere hizmet" etmektir. Türkiye'nin bir an önce bu oyuna "dur" demesi ve geleceğini eline alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Neydi ağzından çıkan ilk cümle? Sürdürülebilir borç dinamiği. Türkiye'nin kaderini daha doğrusu "çalışıp didinen ama bir yere gelemeyen Türk insanının... ( KB)

12 Ekim 2008 Pazar

marx bize gülümsüyor

ANLAYANA EZOP TAN BİR HİSSE

POLİTİKACILAR genellikle sadece kürsüye çıktıklarında vatan milleti düşünürler. Kürsüde onları tutamazsınız. Coşarlar da coşarlar!Kürsüye çıktıkları vakit ülkeye hizmet ettiklerini sanırlar!Bir kısırdöngüdür bu... Bağırırlar da bağırırlar... Bu atıp tutmaları onların çevresinde vatandaş gruplarının toplanmasına yol açar. Niteliklerine değil, bağırmalarına önem verilir.* * *Antik Yunan döneminde (MÖ 620-560 yılları arasında) Ege’de yaşayan ünlü masalcı Ezop’un iki bin altı yüz yıldır canlılığını yitirmeyen bir öyküsü var.

Hikáye bu ya... Bir inek, bir beygir, bir eşek, etrafa dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve üç yıl sonra buluşmaya karar verirler... Her biri başka yöne gider.Aradan üç uzun yıl geçtikten sonra buluşma yerine önce inek ve beygir gelir... İkisi de perişan bir halde, zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüştür.Beygir merakla sorar: "Nedir bu halin inek kardeş?"İnek acıklı bir şekilde içini çekerek anlatır:"Sorma beygir kardeş... Bu insanlar çok merhametsiz... Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha bulup onu yanıma koyarak bizi çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş."Beygir de acı acı başını sallayarak anlatır:"Ah, sorma... Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler, ses çıkaramadım. Biri indi, öbürü bindi! Binmedikleri zamanlar zincire vurdular. Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğinde arkama kocaman bir araba bağladılar. Bu sefer birçoğunu yeniden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça, daha hızlı gitmem için kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım inek kardeş."İnek ve beygir böyle konuşurken uzaktan eşek görünür. Hayli neşelidir. Islık çala çala, taşlara tekme ata ata, hoplaya zıplaya gelir. Mutludur. Üstelik şişmanlamıştır. Tüyleri pırıl pırıl parlamakta, gözlerinin içi gülmektedir. Üzerinde lacivert takımlar vardır.İnek ile beygir şaşırmış bir şekilde, "Nedir bu halin? Neler oldu? Neden böyle zevkten dört köşesin?" diye sorarlar.Eşek keyifli bir şekilde anlatır:"Sizden ayrıldıktan sonra uzakta bir memlekete vardım. Birisi yukarı çıkmış bağırıyor, bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu. Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, yeri göğü inletirim. Sesimi duyan benim yanıma koştu, duyan duymayana haber verdi, etrafım insanla doldu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım. Haktan, hukuktan, refahtan, adaletten filan bahsettim...""Eee, sonra ne oldu?""Ne olacak beni başkan seçtiler!""Deme yahu.. Yani sen başkan mı oldun?""Evet... Bir şey yapmama gerek kalmadı. Ben bağırdıkça onlar ’Seninle gurur duyuyoruz’ diye alkışladılar. Ben de yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım!""Pekiii, senin eşek olduğunu anlamadılar mı yahu?""Valla, yarısı anladı ama diğer yarısına anlatamadı!"

************************
Soner YALÇIN .. Marx kendini hangi edebi kahramana benzetiyordu
Küresel kriz Karl Marx’ı yine dünyanın gündemine taşıdı. Bırakınız dünyaca ünlü ekonomistleri, Türkiye’de bazı muhafazakár isimler bile Marx’ın haklılığını öven yazılar kaleme almaya başladılar.Görünen o ki önümüzdeki dönem Marx yeniden okunup tartışılacak. İlginçtir Marx, Kapital’i yazdığında sanki bu durumu önceden tespit etmişti! Dava arkadaşı F. Engels’e gönderdiği mektupta kendisini bir hikáye kahramanına benzettiğini yazdı. Marx, hangi ünlü yazarın, hangi eserinin kahramanıyla özdeşleşmişti? Neden kendini ona benzetmişti? Gelin 1867 yılının 16 Ağustos gününe gidelim...TARİH 16 Ağustos 1867, Londra.Saat 02.00.Karl Marx geceleri çalışıyordu hep.Sadece araştırma yapıp kitap yazmıyordu; 1864’te kurulan "Enternasyonal İşçi Birliği"nin faaliyetleri de zamanını alıyordu. Bu nedenle yazmaya ancak geceleri fırsat buluyordu.Uzun dönemdir üzerinde çalıştığı yapıtını yeni bitirmişti. Heyecanla, 25 yıldır her fırsatta yanında olan, maddi-manevi katkılarda bulunan dava arkadaşı Friedrich Engels’e mektup yazdı:"Sevgili Fred...Kitabımın adını ’Kapital: Politik Ekonominin Eleştirisi’ koydum..."Dört yıldır üzerinde çalıştığı ve yılbaşından beri temize çektiği Kapital’in birinci cildine son noktayı az önce koymuştu:"Böylece bu bölüm bitmiş oluyor. Bunun olabilmesi senin sayendedir. Benim için yaptığın fedakárlıklar olmasaydı, bu korkunç işi yapamazdım."Hastaydı; karaciğerinden rahatsızdı. Bazen iki ay yataktan çıkmadığı oluyordu.Ama çalışmayı bırakmıyordu. Çok titizdi; her kitaba ulaşmak, okumak, üzerinde çalışmak istiyordu. Bazen kütüphanelerde bulamadığı kaynaklar için Engels’ten yardım istiyordu:Engels araştırıp Marx’ın istediği eserleri mutlaka buluyordu: Bu bazen James Edwin Th. Rogers’in "İngiltere’de Tarımın ve Fiyatlarının Tarihi" ya da John Watts’ın, "Sendikalar, Grevler, Makineler, Kooperatif Toplulukları" gibi kitaplar oluyor; kimi zaman da İngiltere parlamento tutanakları ya da İngiliz sanayiinde kadınların ve çocukların durumlarıyla ilgili raporlar olabiliyordu.Evet, aslında 20 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı, para-sermaye ilişkisi, emeğin sermayeye bağlılığı, malların dolaşımı, işbölümü, makinelerin kullanımı gibi politik-ekonominin eleştirisini ele aldığı yorucu çalışmasını bitirmişti sonunda.Sağlığını, ailesini, mutluluğunu feda ettiği; uğruna yoksulluk çekip paltosunu, saatini tefeciye verdiği kitabı çıkıyordu işte.Ama Karl Marx’ın kafasında bir korku vardı...Balzac’a hayrandıKarl Marx, Fransız yazar Honore de Balzac’a hayrandı. Onun kentsoylu düzene yukarıdan bakan, para-zevk ve iktidarın temel amaca dönüştüğü bir dünyayı anlatan eserlerini çok beğeniyor, "İşte gerçekçi yazar" diyordu.Balzac, 1845 yılında "Gizli Başyapıt" adlı eserini çıkardı. (Bu eser Türkçe’ye tam 100 yıl sonra 1945’te "Bilinmeyen Şaheser" adıyla Nahit Sırrı Örik tarafından çevrildi.)"Gizli Başyapıt" yazıldığı dönemden başlayarak özellikle sanat dünyasını çok ilgilendirdi. Cezanne, Picasso gibi büyük ressamları derinden etkiledi; üzerinde sanat tarihçileri tarafından çalışmalar yapılan bir yapıt oldu.Balzac’ın eserinin kahramanı Frenhofer, ressamdı.Tuvalinde yaratmaya çalıştığı eserinin kusursuz olmasını istiyor; onunla tutkuyla bir aşk ilişkisi yaşıyordu sanki. 10 yıldır atölyesine kapanmış, çileli bir hayatla arayış içindeydi. Resimlerine bağlıydı, sergilemek bile istemiyordu.Ama bir gün gizli başyapıtını, resimlerine hayran genç bir ressam ile sanatsal bilgilerine güvendiği bir başka ressama gösterdi. İkilinin resmi hakkında söyledikleri Frenhofer’i çıldırttı. Her iki ressam da uzun uzun tuvale bakıp hiçbir şey anlamadıklarını itiraf etmişlerdi.Ressam Frenhofer kızgındı; hayal kırıklığına uğramıştı. Anlaşılamamıştı işte. O gece geçirdiği büyük bunalım sonucu intihar etti.Ve Balzac hikáyesini böylece bitirdi.Aslında ressam Frenhofer’in yaratımı, "soyut resim" idi; bu nedenle hem de meslektaşları tarafından bile anlaşılamamıştı! Araya girip bir not aktarmalıyım: Balzac’ın "Gizli Başyapıt"ı yazdığı 1845’te "soyut resim" nedir bilinmiyordu! İşte "Gizli Başyapıt"ı sanat tarihi açısından önemli kılan da bu özelliğiydi aslında! Peki, Balzac bunu nasıl keşfetmişti, bilinmiyor. Eserini yazarken resim teknikleri konusunda bilgi aldığı ressam G. Boulanger idi ve onun da "soyut resim" ile ilgisi filan yoktu.Bu arada ekleyeyim Boulanger, bizim Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyid, Osman Hamdi gibi ressamlarımızın da Paris’te hocalığını yapmıştır. Neyse, yok "soyut resim" yok bizim ressamlar diyerek kafanızı karıştırmayalım. Gelelim Karl Marx’ın, çağının çok ötesinde olan ressam Frenhofer’den nasıl etkilendiğine...Marx’ın kafasındaki korkuKarl Marx, gerek gündelik gerekse yazı çalışmalarından yorulduğunda evindeki sedire uzanıp beğendiği, hep keyif aldığı Cervantes, Shakespeare gibi ustaların ölümsüz eserlerini okurdu. Yaşamı boyunca edebi yapıtlarla hep yakından ilgilendi, sürekli okudu."Gizli Başyapıt" yazıldığı dönemde Karl Marx’ı da şaşırttı, düşündürdü, heyecanlandırdı. Balzac’ın bilgece, içten, ironik bu eserini büyülenmiş gibi elinden düşürmeden bir çırpıda okudu. Ve dáhi ressam Frenhofer’ın karmaşık ve sürekli arayış içinde olan ruhuyla kendisi arasında benzerlikler buldu.Marx da yıllardır kütüphanelere, müzelere, kitaplığına kapanarak Kapital’i kaleme almıştı. Yorulmadan yazılarına eklemeler, çıkarmalar yaparak sürekli değişiklikler yapmıştı.Yazdıklarının düşüncelerini tam olarak ifade edip etmediğinden emin olamıyor, tekrar tekrar çalışıyordu.Örneğin: İngiliz çalışma mevzuatına ilişkin yirmi sayfa yazmak için, İngiliz ve İskoç tahkikat komisyonları ve fabrika müfettişlerinin raporlarını bile günlerce arayıp bulmuş ve okumuştu.Sonuçta çileli, yorucu çalışması sonucu yıllardır çalıştığı kitabı çıkıyordu. Dáhi ressam Frenhofer gibi devrimci bir arayış içinde olan Marx, yeni sözler söylüyordu; bunlar anlaşılacak mıydı?Kapitalizmdeki egemen üretim ilişkisini, ücretli emeğin sermaye tarafından sömürülmesini, sermayenin dolaşımını, sermaye-kár ilişkisini vb. insanlar doğru anlayabilecekler miydi?İçinde kuşku vardı; anlaşılamama kuşkusu. Tıpkı çağdaşları; Goethe, Schiller, Beethoven, Stendal, Gogol, Puşkin, Goya vd. olduğu gibi...’Balzac’ı okumalısınKarl Marx, Engels’le her sırrını, duygusunu paylaşıyordu.Mektubunda Balzac’ın "Gizli Başyapıt" kitabını mutlaka okumasını önerdi. Çünkü ruh halini ressam Frenhofer’e benzetiyordu!Frenhofer ile yaşamında benzerlikler olsa da Marx bilim adamıydı ve bu nedenle daha gerçekçiydi. Marx, Engels’e yazdığı mektupta şöyle diyordu:"Zavallı ressam. Mükemmelliği ararken, kendi sanatını öldürdü. İnsan gerektiği yerde durmasını ve noktayı koymasını bilmeli, değil mi? Mükemmel, iyinin düşmanıdır. Balzac’ın, yaptıklarıyla hiçbir zaman yetinmeyen kahramanının ruhunu anlıyorum ben."Engels, "Gizli Başyapıt"ı okudu mu; üzerinde bir daha konuştular mı bilinmiyor. "Seçme Yazılar" adlı eserde bu konuyla ilgili sadece Marx’ın mektubu var.Ama Marx’ın Kapital’i bitirdiğinde başta Engels olmak üzere yakın dostlarına okuttuğu bilgisi var. Genç ressam Porbus, ustası Frenhofer’in tablosundan hiçbir şey anlamamıştı. Oysa Engels, ustası Marx’ın yazdığından çok etkilendi.Frenhofer’in başına gelen Marx’ın başına gelmedi.Ancak Marx bilim adamıydı; akademik formasyonu vardı; doçentti. Bu nedenle felsefi ve ekonomik terimleri sık kullanan Marx’ın dili ağırdı; düşünceleri insanlara karmaşık geldi ve bu nedenle Kapital zor okundu. Diğer yandan Kapital, içerik, ansiklopedik zenginlik, bütünlük, mantık ve vuruculuk bakımından övgüyü hak etmişti.Gerçekçi Marx ile öykü kahramanı Frenhofer’in yazgısı ayrıydı artık. Bismarck’ın teklifiKapital’inin ilk cildi 14 Eylül 1867’de Almanya’da çıktı. Marx, kuşkusuz Kapital ile dünya devrimini amaçladı.Ama o da insandı; babaydı; telif haklarının mali sorunlarını çözmek, eski borçlarını ödemek ve eve bir şeyler almak için kendisine faydası dokunacağını sanıyordu. Ama eline geçen o kadar azdı ki kendisinin de alayla belirttiği gibi kitabı yazarken içtiği tütün parasını karşılamaya bile yetmiyordu!Bugün dünyada hálá, İncil’den sonra en çok satan kitap olarak gösterilen Kapital, ilk baskısında 1000 adet basılmıştı. Ve ilk baskısı dört yılda bitti.Marx’ın, "Proletaryanın öncü savaşçısı, cesur, dürüst, mert, unutulmaz dostum Wilhelm Wolff’a" diyerek adadığı Kapital’i medya görmezlikten geldi. Hakkında uzun süre hiçbir yazı çıkmadı.Kapital, Almanya, İngiltere, Fransa yerine bir başka ülkede çok fazla ilgiyle karşılandı: Rusya!Lenin’in 1917’de Rusya Devrimi, Marx’ın çalışmalarının dünya çapında duyulmasına, okunmasına ve tartışılmasına neden oldu. Ve 20. yüzyıldaki her toplumsal değişim Marx’ın etkisini taşıdı.Bu arada ileride Almanya’yı birleştirecek olan "demir yumruk" Lauenburg Dükü Otto Von Bismarck, Marx’a haber gönderdi; büyük yeteneklerini Alman halkı yararına kullanmasını istedi. Marx kendisine zenginlik, itibar ve en önemlisi anayurduna dönmesini sağlayacak teklifi reddetti; yerinin proletaryanın yanı olduğunu söyledi.Bu şekilde zenginleşmeyi reddeden Marx, gazetelere yazdığı yazılar ve Engels gibi dostlarının yardımlarıyla geçindiriyordu ailesini. Mektubunda Engels’e şöyle diyordu:"Gönderdiğin 15 sterlini aldım, çok teşekkür ederim benim sevgili, dürüst dostum..."Marx, zamanının ve enerjisinin büyük bölümünü sosyalist I. Enternasyonal’e ayırdığı için Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yetiştirmeye ömrü yetmedi. 1883’te 65 yaşında vefat etti; iki cildi Marx’ın notlarından Engels tamamlayıp yayınladı.Aradan yıllar geçti...Küresel kriz bugün dünya piyasalarını kasıp kavuruyor. Karl Marx şimdi tekrar revaçta. İnsan soramadan edemiyor; Marx’ın aslında yazgısı, geleceğin sanatını yapan Frenhofer’e benzemiyor mu?Devrimcileri, eserlerini anlayabilmek için zaman gerekiyor belki de, kim bilir...DÜZELTME Geçtiğimiz hafta Medici Ailesi’ni anlattığım yazının görsellerinde oluşan bir hata sonucu Davud Heykeli, Michelangelo yerine Donatello’nun eseri olarak yazılmıştır. Düzeltir, özür dilerim.Cezanne’dan Picasso’ya kendini Frenhofer’le özdeşleştiren ressamlarBALZAC’ın "Gizli Başyapıt" eserinin kahramanı Frenhofer’le kendini sadece Karl Marx özdeşleştirmedi.Kusursuz bir yaratıyı arayan ressam Frenhofer, birçok ünlü sanatçıyı da etkiledi.Bunların başında modern sanatın öncüsü kabul edilen; empresyonizmle kübizm arasında köprü kurmuş olan ressam Paul Cezanne (1839-1906) geliyordu. O da Frenhofer gibi yaratma sürecine tutkuyla bağlı bir çile adamıydı. Yanında "çıraklık" yapmış Emile Bernard, "Cezanne Üzerine Anılar" kitabında bir hatırasını şöyle anlatıyordu:"Bir akşam ona Balzac’ın Gizli Başyapıt’ından ve hikáyesinin kahramanı Frenhofer’den söz açtım; masadan kalktı, gelip önüme dikildi ve işaret parmağını göğsüne bastırarak -ağzından tek sözcük çıkmadan ve bu hareketi art arda yineleyerek- öyküdeki kişinin kendisi olduğunu belirtti. Öyle heyecanlanmıştı ki, gözleri yaşlarla dolmuştu."Cezanne kara kalem taslaklarında "Gizli Başyapıt"ın sahnelerini resmetti. Bunlardan biri; Frenhofer’in tablosunu gösterdiği, diğeri de resmi yaptığı sahneydi. Bunlar İsviçre Basel Kunstmuseum’da sergilenmektedir.Balzac’ın "Gizli Başyapıt"ına tutkuyla bağlı, kahramanı Frenhofer’le kendini özdeşleştiren bir diğer dünyaca ünlü ressam ise Pablo Picasso (1881-1973) idi.Balzac’ın eserinden o kadar etkilenmişti ki, öyküdeki olayın geçtiği Paris’teki Biere de Bretteville konağını kiralayıp, 1936-1955 yılları arasında burada yaşadı.("Gizli Başyapıt"ı günümüz Türkçesine çeviren ve ne yazık ki kitap çıkmadan kısa bir süre önce vefat eden mimar Samih Rıfat, araştırdığı kaynaklarda Frenhofer’in bu konukta oturduğuna dair bilgi bulamadığını yazıyor kitabın önsözünde.)Cezanne gibi Picasso da, dáhi ressam Frenhofer’in öyküsünü kara kalemle resimleyerek ölümsüzleştirdi. Sanat kitapları yayımcısı Ambroise Vollard’ın yayınladığı "Gizli Başyapıt" baskısını Picasso resimledi. Çok az sayıda basılan bu eser bugün koleksiyonerler için önemli bir parçadır. Frenhofer sadece ressamları etkilemedi.Michel Leiris, Hubert Damisch, Michel Serres, Georges Didi-Huberman gibi yazarlar da ressam Frenhofer ile ilgilendiler; denemeler kaleme aldılar.Bizim yazarlarımız da ilgisiz kalmadı Balzac’ın edebi kahramanı Frenhofer’e. 1997 yılında Enis Batur, "Frenhofer Olmak" adlı kitabını çıkardı.Amerikalı sanat tarihçisi Dore Ashton, bu ilgiyi "Gizli Başyapıt" mitosu üzerine kapsamlı bir incelemeyle kaleme aldı."Gizli Başyapıt"a sinema da ilgisiz kalamadı. Fransız yönetmen Jacques Rivette, Balzac’ın eserini günümüze uyarlayarak çekti. Film 1991 yılında Cannes’da ödül aldı.Siyaset bilimciler, ressamlar, yazarlar, yönetmenler Frenhofer’i ne kadar kendileriyle özdeşleştirseler de, Frenhofer aslında Balzac’ın ta kendisi değil miydi?

*************************


Marx’ın kehaneti...derya sazak\milliyetKarl Marx’ı okuyup anlamaya çalışanların sonu ‘68 kuşağı’nın trajedisinde gizlidir.Oysa devlet, ‘soğuk savaş’ koşullanması ve ‘komünizm’i önleme adına, alternatif siyasi-iktisadi tezlerden ürkmeseydi, bugün bir ‘hayalet’ gibi Türkiye’nin üzerine çöken küresel kapitalizmin kriziyle başa çıkmak herhalde daha kolay olurdu.Leman’ın kapağı ‘sol’u yok sayan anlayışa da yanıt niteliğinde.‘İdeolojiler öldü’, ‘tarihin sonu geldi’ diyen Batılı düşünürler, ‘kapitalizmin çöküşü’ karşısında dehşet içindeler.Marx, daha 1848 ‘Komünist Manifesto’da bu sonucu görmüş.“Ticari bunalımlar dönemsel olarak ortaya çıkıp her seferinde daha tehdit edici bir biçimde tüm burjuva toplumunun varlığını sınava tabi tutarlar. Bu bunalımlarda yalnızca mevcut ürünlerin değil, fakat aynı zamanda daha önceden yaratılmış üretici güçlerin de büyük bölümü periyodik olarak yok edilir. Bu bunalımlarda öyle bir salgın hastalık patlak verir ki, bu aşırı üretim salgınıdır.”Kapitalizmin, sorunu aşmak için iki yolu vardı:“Bir yandan, bir üretici güçler kitlesinin zorunlu tahribi yoluyla, öte yandan yeni pazarlar fethetme ve eski pazarları daha derinden sömürme yoluyla. Yani, daha kapsamlı ve daha yıkıcı bunalımların yolunu açarak ve bunalımları önleme araçlarını azaltarak.”ABD, ‘sistem’i batırma pahasına AB’yi, Rusya’yı, Çin’i batırdıktan sonra ayakta kalırsa ne olacak?!Marx’ı inceleyen Francis Wheen, Versus Yayınları’ndan çıkan ‘Das Kapital’ adlı rehber kitapçıkta şunu yazıyor:“Bu durum, hükümetlerin hep kaçınmaya çalıştıkları ‘canlanma ve iflas’ çevrimidir. Marx’a göre kapitalizm var olduğu sürece hiçbir kaçış mümkün değildi. Genişleme ve resesyon şeklindeki gel-git ritmi, aşırı üretim yönünde doğal bir ritmi olan sistemin bir parçası idi. ‘Kapitalist üretimin gerçek bariyeri’ diye yazdı Das Kapital’in üçüncü cildinde, sermayenin kendisidir.”Sınırsız bir kazanç ve tüketmeye dönük anlayış, sistemin limitlerini zorluyor.Kapitalizm kendi silahlarının ölümcül tehdidi altındaydı Marx’a göre. İktisadi bunalımların ardından devrimler gelecekti. Tarih, Marx’ı haklı çıkarıyor. Kapitalizmin yaklaşan sonuyla ilgili kehaneti doğrulanıyor.
**********

YİGİT BULUT..YORUM ANALİZ

Benim “rüyam” aslında hepimizin “kabusu”Bugün Pazar ağır konulardan bahsetmeyelim. Gelin size akşam gördüğüm rüyayı anlatayım: Bir televizyon kanalının hazırlık odası. Duvardaki takvimi hatırlıyorum Kasım 2007. Sabah saatleri. Herkes yayına çıkmak için hazırlanıyor. Hatırladığım ve rüyadan anladığım kadarıyla burası bir ekonomi televizyonu, benim de rüyamda başka bir yer görmem de mümkün değil zaten! Yalnız bir özelliği var çalışanların tamamı “sarı saçlı kızlar.” Yayına çok az bir süre kalmış ama kimsenin verilere baktığı yok. Sarı saçlarını daha sarı yapma peşindeler. Aralarında geçen konuşmalar da çok ilginç kızın biri, saçının boyasından, diğeri parmak arası terliğinden bahsediyor. Tam bir curcuna. Bir ara biri soruyor “Kızım bugün ne diyeceğiz?” Diğeri cevabı yapıştırıyor “Aman ne olacak canım, birazdan free boylardan biri gelir, o zaten birşeyler söyler. Zaten baksana ‘Semiz Mötçe’ de yazmış ‘Kriz mriz olmazmış, herşey çok iyiymiş.’ Ay bu bankaları satmayalım diyenler ne manyak kız! Allahtan Semiz Abi onların da hakkından gelmiş. Herşeyi satmak çok iyiymiş kızım. Bak buldum bugün ne diyeceğimizi, biz en iyisi ‘Fiyatlar düştükçe alım fırsatıdır’ diyelim. Ay bugün bir geçse de akşam Reina’ya bir atsak kapağı”... Bu konuşma olurken aralarında “free boy” dedikleri “baba pararıyla Florida’da okuyup, bir Amerikan finans kurumunun Türkiye’de trader’ı veya ekonomisti olan” çocuklardan biri de çıkageliyor “Hey millet n’aaber!”...Dünyadan bihaberler...Kızlar cevap veriyor “Senden?” Konuşma böyle devam edip gidiyor, sonrasında ekrana taşınıyor kızlar bir taraftan, free boy bir taraftan Amerikan İngilizcesi’ni andıran Türkçe’leri ile “55.000’den geri çekilen borsada halka düştükçe alın, 2008 iyi geçecek, düşüşler alım fırsatıdır” diye gazı verip duruyorlar! Zaten “Semiz Mötçe” tadındaki bütün “abileri” de öyle yazmamış mı! Sevgili dostlar, rüyamdan hatırladığım birinci bölüm bu. Dünya çok ciddi bir çöküşün eşiğinde ama “bu odadakiler ve okudukları abileri” dünyadar bihaber! İkinci bölüm daha da ilginç... Birinci yayın sonrası yine aynı odadayız. Kızlar gazeteleri okuyup “köşe yazılarını” kesiyorlar. Çok sevdikleri abileri Semiz Mötçe, yine aşırı iyimser ekonomist Darpettin Mürsel ve o dönemin “iyimser bakanı” Sami Mamacan’ın sözlerini, fikirlerini değerlendirip, akıllarına kopyalıyorlar. O ara kızlardan biri dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkarıyor “Bizim patron da ağzına kadar hisse senedi pozisyonu varmış, valla kötü konuşan yanar.” Tam o sırada canlı yayın logoso dönüyor ve iyimser bakan Sami Mamacan ekranda görünüyor. Anlattıkları kızları çok etkiliyor, özellikle ekonomideki “mucizeyle” ilgili söyledikleri anlamayanlara tam bir “elma şekeri!” Sarı kızlar tabi sadece “ekonomi yazarlarını” ve bakanı takip etmiyorlar. Halka önemli fikirlerini aktardıkları “büyük siyaset üstadı” yazarlar da var. Eskiden “Cuma namazı çıkışı” Beyazıtta gösteri yapanların “tadında” kanal 7777’de boy gösteren sonrasında “sınıf atlayıp” elinde şarap kadehi “yeni sınıfına” transfer olan “fikir adamı Samet Sakan da” okudukları yazarlardan. “Daha üstat” yazarlar da var tabi Müzeyt Mülksever de onlardan biri! Samet Sakan “liberallikte” o kadar ileri gitmiş, o kadar büyük “bir fark yaratmış ki” bırakın Cuma namazı çıkışı gösteri yapanların tadında bir “duruşu”, o artık Ramazan günü elinde rakı kadehi “ortalarda” resim bile veriyor. Ha bir de önemli bir detay çalıştığı kanal 7777’nin “hortumlandığı” dönemde orada tam ruh ve bedenle olmasına rağmen, o dönemi unutmuş gibi şimdi bir de onları eleştiriyor...Herşeyi bilen akıllılar!Sevgili dostlar, rüyamın ikinci bölümü de böyle. Derin bilgiye sahip sarı kızlar, “aşırı iyimser yazarlar-semizler” ve atladığı sınıf mesafesi ile başımıza “herşeyi bilen” kesilen “eski cahil” yeni “akıllılar!” Gelelim rüyamın son bölümüne... Siyasetçileri, entellektüel takımı, yazarları ve bilgi aldıkları televizyonları bu tip “arkadaşlardan” oluşan bir ülkede, rüyamın son bölümü halkın arasında geçiyor. Gerçekte 2 bin dolar olan ama kendine 10 bin dolar olduğu iddia edilen geliriyle “gün geçirmeye” çalışan, yılda 52 milyar doları “çocuklarını şehit eden örgtütü besleyen ülkelerin para sahiplerine” faiz diye ödeyen ve her krizde “soyulan” halkın durumu, inanın rüyamda bile göremediğim kadar kötü! Tam bu rüyayı görüyordum ki kapı çaldı gazeteler geldi. Aldım elime “pırıl pırıl yazarlar.” Açtım televizyonları “pırıl pırıl insanlar.” Neyse derin bir nefes aldım, Allahtan gördüğüm rüya benim ülkemde değil! Neyse bugün Pazar, sizi sıkmak istemedim, bazı yerleri eğlenceli rüyamı sizlere aktardım. Gülebildiyseniz buyrun gülün !

************

6 Ekim 2008 Pazartesi


Başak Burcuİkizler BurcuYay Burcu

Türkiye'nin kaybı ABD'den fazla
ABD gazetesiden kahreden tablo.. Türkiye'nin asker kaybı, Irak'taki ABD kuvvetlerinden fazla.

ANKA


Terör örgütü PKK’nın Aktütün saldırısı ve Türk kamuoyunun buna gösterdiği tepkiler, yabancı basının gündeminde bulunuyor.

Washington Post gazetesi, kamuoyunun, sivil liderlerin PKK’nın saldırılarını durduramamasına öfkesinin arttığını belirtirken, “Türkiye’nin bu yıl PKK saldırılarında verdiği asker kaybı, komşu Irak’taki şiddet sonucunda ABD askerlerinin uğradıklarından fazla diye yazdı. Financial Times ise, Türkiye’de sivil ve askeri liderlerin çok yoğun bir baskı altına gireceğini savunurken “Olayın, hükümetin, PKK sorununa kalıcı çözüm bulmasını zorlaştıracağı" görüşünü dile getirdi.


WP: “PKK SALDIRILARI ÖZELLİKLE AKP İÇİN SORUN YARATIYOR"

Washington Post gazetesi, İstanbul kaynaklı Ellen Knickmeyer imzalı uzun haberinde “Türkiye’de kamuoyunun, sivil liderlerin PKK’nın saldırılarını durduramamasına öfkesinin giderek arttığıönı belirtti. Öldürülen askerler için düzenlenen cenaze törenlerine katılanların Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a tepki gösterdiğini kaydeden gazete, şunları yazdı:
“Öldürücü saldırılar, özellikle Erdoğan’ın başında bulunduğu ve İslamcı kökleri nedeniyle çok laik olan askerlerin güvensizlik duyduğu iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi için sorun yaratıyor.
“Hükümet, asilerle mücadele konusunda kendisini askerler kadar kararlı göstermeye çalışıyor."

Türkiye’nin PKK’ya karşı verdiği mücadeledeki “şiddetöin 40 binden fazla kişinin öldüğü 1980 ve 1990 yıllarına göre azaldığını belirten gazete, “Türkiye’nin bu yıl PKK saldırılarında verdiği asker kaybı, komşu Irak’taki şiddet sonucunda ABD kuvvetlerinin uğradıklarından fazla" diye yazdı.
Washington Post, Türkiye’nin öfkesinin Irak merkezi hükümeti için bir “diplomatik sorunö yarattığını da belirtti.

FT: “YENİ SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR ABD’YLE İLİŞKİYİ GERGİNLEŞTİREBİLİR"


İngiliz Financial Times gazetesi de, Ankara kaynaklı haberinde saldırıda öldürülen askerler için yas tutmak için binlerce kişinin sokaklara döküldüğüne dikkat çekerken, “Türkiye’nin askeri ve sivil liderleri, Kürt ayrılıkçılarının aylardan sonra gerçekleştirdiği en kanlı saldırıya cevap vermeleri konusunda yoğun bir baskının altına girecekö görüşünü dile getirdi.

Türkiye’nin de Irak yetkililerine baskı yapmasının beklendiğini kaydeden gazete şunları yazdı:
“Ancak, hükümet, Irak’taki kırılgan güvenlik durumunun istikrarsızlaştırılmasından korkan ABD ve AB müttefikleriyle ilişkileri gerginleştirebilecek yeni sınır ötesi operasyon çağrıları ile karşı karşıya kalacak. Duygular o kadar yoğun iken olay, hükümetin, PKK ile yaşanan soruna kalıcı çözüm bulmasını zorlaştıracak."

Financial Times, PKK saldırısının Anayasa Mahkemesi’nin DTP hakkındaki kapatma talebini incelediği bir döneme denk düştüğüne dikkat çekti.

‘Tanrı gökyüzünde hükümrandır, para da yeryüzünde’

Bayramda bir avuç da, kızlı-erkekli 6-7 yaş çocuğu geldi kapıya, bayramlaşmak için.
Henüz “riya” tozlarına bulanmamış masum bakışlarıyla, ne kadar da sevimliydiler.
* * *
Bayramın sonuncu günü ikindiüstü, kapı adeta ürkekimsi bir titreşimle çalındı.
Açtığımda, yine sevimli bir ufaklık duruyordu karşımda ve utangaç bir sesle:
- Bayramınızı kutlarım, diyordu.
- Ben nerde oturuyorsun bakayım, diye sordum.
- İki sokak yukarda, dedi; sonra da kendisince önemli olan bir ailenin adını söyleyerek:
- Onların komşusuyuz, diye ekledi.
* * *
Karşımda duran 6-7 yaşlarındaki yavru da; sanırım, bayramı kutlamak için kapıyı çalan minisküller tayfasından birçoğu gibi, bir kapıcı ailesinin çocuğuydu; ama dili varmıyordu, babasının kapıcı olduğunu söylemeye. Onun için de, önemli saydığı birilerinin adını veriyor ve:
- Onların komşusuyuz, diyordu.
* * *
ABD’de patlayan ekonomik krizin, dünya ülkelerinde yarattığı kaygılarla; karşımda duran iki karışlık insan yavrusunun, aile kimliğini söylemekte yüreğini sıkıştıran gizli kerpeten arasında, bir köprü kurmak zor.
* * *
Acaba gerçekten o kadar zor mu?
Şimdiye dek “para”nın, dünya kamuoyunun bilincinde de kristalleşen bir tanımlaması yapılmadı.
Neden okullarda, üniversitelerde, akademilerde, bilimsel konferanslarda, panellerde, açık oturumlarda “para”nın tanımlaması yapılmıyordu?
* * *
“Meslek”le “para”nın tanımlamaları yapılsa; Hollywood’un Güney Amerika’yı, Afrika’yı, Yakın ve Ortadoğu ile uzak Asya ve Okyanus adalarını konu alan “Üçüncü Dünya” ile ilgili filmleri de; ola ki bambaşka bir “gerçek”in tahtına otururdu.
* * *
“Meslek”, insanoğlunun gövdesel, yahut beyinsel enerjisini; “belirli bir donanım sonucu”, somuta dönüştürmesi demekti.
Marangoz, belirli bir donanım sonucunda enerjisini somutlaştırıyor; masaya, kapıya, merdivene dönüştürüyordu.
* * *
Aşçı, yemeklere dönüştürüyordu.
* * *
Doktor, hastalığın verdiği sıkıntıyı, iyileşmenin rahatlığına dönüştürüyordu.
* * *
Kaptan, su üstünden tekneyle gidilen bir yolculuğa dönüştürüyordu.
* * *
Arkeolog, topraklar altında kalmış eski uygarlık kalıntılarını, gözler önüne sermeye dönüştürüyordu.
* * *
Ressam, tablolara; yazar, kitaplara dönüştürüyordu.
* * *
“Para”nın tanımlamasına gelince; “para”, “dondurulmuş enerji” demekti.
Marangoza, harcadığı enerji ve her biri “somuta dönüşmüş enerji” olan malzeme karşılığında; harcanmış enerjisi, “para” olarak geri veriliyordu.
Ve marangoz aldığı parayı, yani “dondurulmuş enerji”yi hareketlendirerek, fırından ekmek alıyordu.
Böylece marangozun enerjisi, fırıncının enerjisiyle; “paranın aracılığı sayesinde” değiş-tokuş oluyordu.
* * *
Her “meslekte”, gerek donanım sahibi olmak, gerek üretim yapmak için harcanan enerjinin değeri değişikti.
Elektrik mühendisinin harcadığı beyinsel enerjiyle, ayakkabı boyacısının harcadığı gövdesel enerji, eşdeğerde değildi.
* * *
Ve insanların zaafı, daha az enerji harcayarak; daha çok “dondurulmuş enerji, yani para” sahibi olma üstüne odaklanmıştı.
O zaman da, tüm ülkelerde yaşayanların “enerji değiş-tokuşu” terazisinde aşırı bir dengesizlik oluşuyordu ve ekonomik krizler patlıyordu.
* * *
Karşımda duran ufacık yavru, babasının yaptığı işi söylemekten utanıyordu. Kazara Hazine’den geçinmeli mesleksiz bir “mevki sahibi”nin oğlu olsa, utanmayacaktı.
* * *
Adına “Üçüncü Dünya” denilen ve bir türlü “gelişmiş” olamayan tüm ülkelerde durum aynıydı.
O nedenle de oralarda çıkan hırgürler, daha kanlı; sinsi yolsuzluklar daha rezilane oluyordu.
* * *
“Meslek”in tanımlamasıyla, “para”nın tanımlamasını da, dünya kamuoyunun bilincinde kristalleştirmek gerekir ama; gerek parasal, gerek siyasal güç sahipleri, böylesi bir berraklığa yanaşmıyorlar.
* * *
“5 parmak bir değil, kazanan kazanır, kazanamayan kazanamaz” diyerek; ne Kozmos’ta, ne öteki canlılar arasında mevcut olmayan “yoksul-zengin” uçurumlarını ve nedenlerini sisleyip pusluyorlar.
* * *
Roman edebiyatında da, hiç paradan söz edilmeyen “romantik” dönemden sonra; “para”dan da söz edilmeye başlanan “realist” döneme, Balzac’ın ve Dickens’in kalemleriyle geçildi.
* * *
Para ve zenginlik üstüne söylenmiş atasözleri de, az değildir hani:
- Kefenin cebi yoktur.
- ...
- Dostuna muhtaç olacağına, düşmanına mal bırak.
- ...
- Para parayı çeker...
* * *
Hadi sonunu da biz getirelim:
- Parası olmayanlar da, önce içini çeker, sonra “ya sabır” çeker, sonra da çoğaldıkça çoğalıp yaşadığı ortamlarda korkuyu çeker.
-------


Amerikalı iktisatçı


Kriz
Amerika'da hesabını bilen kesim, yani ömür boyu harcamalarını titiz biçimde yapan, tasarruflarını en dikkatli şekilde değerlendiren kesim, kara düşünceler içinde... Bir Amerikalı ekonomistin aşağıdaki hesabını okuduktan sonra, bu kesimin hayal kırıklığını daha iyi anlayacağınızı sanıyoruz... Diyor ki Amerikalı iktisatçı:
"Kişisel ekonominize çekidüzen verebilmek için danışmanınızın aklına uyup bir yıl önce:
- Delta Havayolları’ndan 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 49 dolar olacaktı;
- AIG sigorta şirketinden 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 33 dolar olacaktı;
- Lehman Brothers bankasından 1.000 dolarlık hisse almış olsaydınız, bugünkü değeri 0 (sıfır) olacaktı.
IMF yerine New York sokaklarını dolduran evsiz barksız ayyaşlardan birine danışıp 1.000 dolarlık bira almış olsaydınız ve biraları karşılıklı oturup içtikten sonra alüminyum kutularını hurdacıya satmış olsaydınız, hem hayır yapmış olacaktınız hem de elinize 214 dolar geçecekti."
-------

1 Ekim 2008 Çarşamba

Warren Buffet’in yeni çıkan biyografisi

78 yaşındaki Buffet, 62 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin yatırımcısıdır. işte görüsleri

Sırası öngörülemiyor

“Birinci Kural: Asla para kaybetme. İkinci Kural. Birinci kuralı asla unutma.”
“Menkul kıymetler borsası faal olanlardan sabırlı olanlara para transfer etmek üzere tasarlanmıştır.”
“Fiyat ödediğindir. Değer eline aldığındır.”
“İnsanların açgözlülük, korku ve budalalık dolu olacağını öngörmek mümkündür.
Bunları hangi sıraya göre olacaklarını öngörmek mümkün değildir.”
“Nasıl zengin olacağınızı size söyleyim. Kapıları kapatın. Başkaları açgözlü iken korkak olun. Başkaları korkak olduğunda açgözlü olun.”
“Risk ne yaptığını bilmemekten doğar.”
“Eğer bir hisseyi on sene elinde tutmak seni rahatsız edecekse on dakika elinde tutma.”

Buffet uzun ve derin bekliyor

**********

“Kimse Türkler gibi,

Oturalım beyler!
Mümin Sekman’ın “Ulusal Ataleti ve Tembelliği yenmek” adlı kitabında, kendini “Saldırgan gezgin” olarak tanımlayan Amerikalı yazar Pritchett’in yazdıklarını birlikte okuyalım:
“Kimse Türkler gibi, güzel, rahat, yayılıp gevşemiş olarak, ilik ve kemiğiyle, ruhu ve bedeniyle oturamaz; otursa da keyfini çıkaramaz. Oturmak Türk insanının özgün niteliğidir. Bedenin her hücresi, yüzünün çizgileri ile oturur. Sanki hiç kalkmamış ya da kalkmayacakmış gibi. Başkalarını, evine, ofisine, odasına, okuluna, kahvesine, bahçesine oturmaya çağırır. Gelmeyince gücenir. Oturmayan konuğun ziyareti sayılmaz. Oturanlar da birbirini oturmaya davet eder. Resmi toplantılarına ‘oturum’ derler. Oturumlara ad ve sayı veririler. En ciddi konuşmalar bir köşeye çekilip oturarak yapılır. Üç - beş hal hatırdan sonra oturanlar genizlerini temizler, derin bir sessizliğe gömülür, oturmaya devam ederler.”

Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsü

İşte Ata'nın ABD'ye hitabıÇankaya Köşkü, şimdi de Atatürk’ün ABD’lilere hitap ettiği bir görüntüsünü yayınladı. Şimdiye kadar ender yayınlanan 2 dakika 19 saniyelik görsel doküman, Atatürk’ün, ABD’in ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew’i kabulünü içeriyor. Atatürk, ABD Büyükelçisi’nin de yanında hazır bulunduğu görüntüde, ABD halkına hitap ediyor. Atatürk, 1925 yılında çekilen bu görüntüsünde, ABD’lilere "Muhterem Amerikalılar" diye hitap ediyor ve "Amerika milletinin Türk milletiyle beraber olduğundan şüphem yoktur" diyor.

PENGUEN KAPAK



BURADA YER ALAN YATIRIM BİLGİ, YORUM VE TAVSİYELERİ YATIRIM DANIŞMANLIĞI KAPSAMINDA DEĞİLDİR. YATIRIM DANIŞMANLIĞI HİZMETİ; ARACI KURUMLAR, PORTFÖY YÖNETİM ŞİRKETLERİ, MEVDUAT KABUL ETMEYEN BANKALAR İLE MÜŞTERİ ARASINDA İMZALANACAK YATIRIM DANIŞMANLIĞI SÖZLEŞMESİ ÇERÇEVESİNDE SUNULMAKTADIR. BURADA YER ALAN YORUM VE TAVSİYELER, YORUM VE TAVSİYEDE BULUNANLARIN KİŞİSEL GÖRÜŞLERİNE DAYANMAKTADIR. BU GÖRÜŞLER MALİ DURUMUNUZ İLE RİSK VE GETİRİ TERCİHLERİNİZE UYGUN OLMAYABİLİR. BU NEDENLE, SADECE BURADA YER ALAN BİLGİLERE DAYANILARAK YATIRIM KARARI VERİLMESİ BEKLENTİLERİNİZE UYGUN SONUÇLAR DOĞURMAYABİLİR. *************
Free META Tag Analyzer Free Hit Counters
Sitemap Generator Link Değişimi *Valid HTML 4.01 Transitional